Emperyalizmle mücadele üzerine

Lenin’in kapitalizmin emperyalist aşamasıyla ilgili olarak öne sürdüğü temel tezle,r hala geçerliliğini koruyor. 100 yıllık bir sürecin sonunda emperyalist devletler ve kapitalist sektörlerin dünya egemenliğinin boyutlarını gösteren ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, askeri-stratejik olgular; emperyalizmin temel niteliklerinde değil, sömürü ve egemenlik biçimlerinde önemli değişiklikler olduğunu gösteriyor.

Sermayenin merkezileşmesi ve üretimin yoğunlaşması, artan bir hızla sürerken, kapitalist ekonominin belli başlı sektörleri az sayıda çok uluslu tekelin elinde toplandı. Sanayi ürünlerinin ihracı azalırken, montaj sanayi ile başlayan süreç patent hakkı satışlarına ve geri teknolojiler ile yerli üretimlere ve oradan da ucuz işgücü nedeniyle maliyetin daha düşük olduğu bağımlı ülke yatırımlarına dönüştü. Sermayenin ihracı ve geri dönüş biçimlerinde olağanüstü değişiklikler oldu. Kapitalist üretim ve yeniden üretimin stratejik işkolları değişti. Esnek üretim, taşeronlaştırma, norm kadro, toplam kalite yönetimi gibi uygulamalarla sendikasızlaştırma; grev yasakları, işkolları ayırımları ve baskı yasalarıyla, sendikaların etkisini kırma girişimleri olağanüstü boyutlara ulaştı.

Kapitalist üretim ve yeniden üretimin temel sektörlerinden olan petrol ve doğalgaz kaynaklarının denetimi ve paylaşımı, 21.yüzyılın başından itibaren emperyalistler arasındaki çelişkileri artırıyor. ABD, müttefikleriyle koalisyonlar kurarak yeni stratejik ortaklıklar, yerel ve bölgesel yeni güç odakları oluştururken, Rusya ve Çin kendi politikalarını dayatıyor. Hindistan ve İran bu cephede yerini alıyor. İç çelişkileri artan ve krizlerden kurtulamayan AB’nin geleceği, belirsizleşiyor. Rusya, Suriye iç savaşındaki kararlı duruşu ve Kırım’a müdahaleleriyle, eski Soğuk Savaş dönemine benzer performans sergiliyor.

21.yüzyılın ilk çeyreğinde emperyalistler arasındaki çelişkiler derinleşmekte, başta enerji olmak üzere, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu hammaddeleri ele geçirme ve pazarları paylaşma mücadelesi keskinleşerek sürmektedir. Başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın birçok yerinde ulusal, sınıfsal, etnik, kültürel ve dinsel çatışmalar durmaksızın devam ediyor. Körfez, Afganistan, Irak, Mısır, Libya ve Suriye’de emperyalistler tarafından çıkarılan savaşlar, bölgesel ve ulusal dengeleri değiştirmiş ve yeni devrimci potansiyeller yaratmıştır.

Emperyalizmin yeni bir dönemini karakterize eden bu gelişmeler, uluslararası planda yeni güç dengesi politikaları ve ittifak arayışlarına yol açarken, ulusal ve sınıfsal devrimci hareketlerin toplumsal devrim amacına dayanan yeni strateji ve taktikleri önem kazanıyor. Bu aşamada ulusal ve sınıfsal çelişkilerin ve çatışmaların yarattığı siyasal konjonktür, emperyalistlere ve bölgenin egemen devletlerine karşı bölgesel ya da dünya çapında, devrimci ve demokratik güçlerin stratejik ittifak ve eylem birliği politikalarının önemini artırmaktadır.

AKP ve MHP, ABD ve Rusya’nın bölgesel politikalarının oyuncağı olarak, Türkiye’yi emperyal çıkarlar peşinde sürüklerken, CHP ve diğer düzen partilerinin emperyalizme karşı mücadele diye bir sorunu yok. Aynı şekilde “ulusal sol” olarak tanımlanabilecek bazı siyasal gruplar ve partiler de, soyut bir anti-emperyalizm söylemiyle kitleleri kandırmaktan öte bir şey yapmıyor. Emperyalizme karşı tutarlı ve ilkeli mücadele için eski söylemler ve taktikler değil, somut şartların somut tahlili yöntemi geçerli olmalıdır. Çünkü sorununu günümüzdeki önemi, anti-emperyalist, anti-sömürgeci, anti-kapitalist ve anti-şovenist mücadele perspektifi ile daha geniş boyutta ele alınmasını gerektirmektedir.

Kapitalist-emperyalist sistem ile bağımlı ve yarı bağımlı ülkelerdeki işçi ve emekçi cephesinin karşılıklı konumlanışları, önümüzdeki mücadelede sürecinin ideolojik, siyasal ve örgütsel parametrelerini oluşturuyor. Bu bağlamda 21.yüzyılın yeni siyasal ve toplumsal mücadelelere, devrimlere, demokrasi ve sosyalist dönüşümlere gebe olduğu unutulmamalıdır.

Kayanak: Özgürlükçü Demokrasi

Şaban İBA