Bağımlılık artık bireysel bir “zaaf” değil; kapitalist sistemin bilinçli olarak işlettiği bir mekanizma. Uyuşturucu maddelerden ekran bağımlılığına kadar uzanan bu geniş yelpaze, küresel krizlerle birleşerek yeni bir ruhsal çöküş çağını şekillendiriyor. Sorun, bir “irade meselesi” olmaktan çok, sistemin işleyişinde saklı.
Tarihin hiçbir döneminde “bağımlılık” bugünkü kadar görünür, yaygın ve sistematik olmamıştı. Artık mesele yalnızca uyuşturucu madde kullanımındaki artış değil; sosyal medya, oyunlar, alışveriş, pornografi ve tüketimin her formu, modern kapitalizmin kâr stratejilerinin ayrılmaz parçası haline geldi. Bir zamanlar bireyin içsel zaafı olarak görülen bu olgu, bugün küresel bir düzenin temel taşı konumunda.
Pandemiler, ekonomik krizler, iklim çöküşü ve savaşlar bireylerin psikolojik dayanıklılığını aşındırırken; sistem, bu kırılganlıktan bir pazar alanı yaratıyor. Tıpkı bir ilaç firması gibi işleyen “bağımlılık ekonomisi”, insanların dopamin sistemini hedef alarak sürdürülebilir bir kâr döngüsü kurmuş durumda.
Limbik kapitalizm: Zevkin ekonomiye çevrilmesi
Uyuşturucu tarihi araştırmalarıyla tanınan David T. Courtwright, bağımlılığın bu dönüşümünü “limbik kapitalizm” olarak adlandırıyor. Bu kavram, beynin ödül mekanizmasını yöneten limbik sistemin — yani arzuların, hazların ve dürtülerin merkezinin — artık ekonomik bir hedef haline geldiğini anlatıyor.
Endüstrileşme ve küreselleşme, yerel ölçekte kullanılan psikoaktif maddeleri ucuz, erişilebilir ve kitlesel ürünlere dönüştürerek yeni bir çağ başlattı. Bu çağda kokain, tütün ya da alkol kadar sosyal medya bildirimleri, oyun uygulamaları ve online alışveriş platformları da aynı biyolojik mekanizmaya hitap ediyor. Hepsi birer “tetikleyici” işlevi görüyor; hepsi dopamini sömürüyor.
Bağımlılık, bir noktada insanın arzularını yönetme kapasitesinin değil, arzularının kapitalist sistem tarafından yönetilmesinin hikâyesi haline geldi.
Bağımlılık bir sağlık sorunu değil, sistem meselesi
Fransa’da son on yılda kokain ve ecstasy kullanımı iki katına çıktı. İngiltere’de alkol kaynaklı ölümler pandemi sonrası yüzde 30 arttı. Türkiye’de de benzer şekilde antidepresan ve uyarıcı madde kullanımı hızla yükseliyor. Bu tablo, bireylerin “daha zayıf” ya da “iradesiz” olduğuna değil; sistemin krizleri kullanarak daha derin bir sömürü ağı kurduğuna işaret ediyor.
Psikiyatrist Jean-Victor Blanc’ın sözleri bu durumu özetliyor:
“Her ekonomik kriz, yoksulluğu artırarak madde ve diğer psikoaktif ürünlerin kullanımını mekanik olarak yükseltiyor. Bağımlılık, irade eksikliği değil, sistemin dayattığı bir sonuçtur.”
Ekonomik daralmalar, politik baskılar, iklim endişesi ve toplumsal belirsizlik… Bu koşulların her biri bireyi kırılgan hale getirirken, bağımlılık endüstrisi tam da bu kırılganlık üzerine kuruluyor.
Yeni bağımlılıklar: Kimyasaldan dijitale
Bugün bağımlılık, yalnızca kimyasal maddelerle sınırlı değil. Özellikle genç kuşaklarda ekran başında geçirilen sürenin artışı, sosyal medya algoritmalarının sürekli tetikleyici yapısı ve oyunların ödül mekanizmasına dayalı tasarımı, dopamin sistemini tıpkı bir uyuşturucu gibi etkiliyor.
Bir farkla: Bu bağımlılıklar yasal, erişilebilir ve sistem tarafından teşvik ediliyor. Üstelik bu dijital araçlar yalnızca bireyi değil, toplumu bir bütün olarak şekillendiriyor; zaman algısını, dikkat sürelerini, ilişkileri ve politik katılımı dönüştürüyor.
Kapitalizmin limbik mekanizmayı hedef alması tesadüf değil; sistemin sürdürülebilirliği arzuların kontrolüne dayanıyor.
Bağımlılığa karşı mücadele: Sistemin içinden mümkün mü?
Bağımlılıkla mücadele yıllardır bireysel irade, tedavi ve rehabilitasyon çerçevesinde yürütülüyor. Oysa bu yaklaşım, buzdağının yalnızca görünen kısmına odaklanıyor. Sorun bireyin içinde değil; sistemin işleyişinde.
Ekran bağımlılığını azaltmaya çalışırken algoritmaların işleyişine dokunmamak, madde bağımlılığıyla mücadele ederken yoksulluğu görmezden gelmek veya yalnızca bireyi sorumlu tutmak çözüm üretmiyor.
Gerçek çözüm, limbik kapitalizmin kendisiyle yüzleşmekten geçiyor: arzuların ticarileştirilmesini sınırlamak, reklam politikalarını düzenlemek, dijital bağımlılık mekanizmalarını denetlemek ve ekonomik krizlerin bireysel çöküşe dönüşmesini engelleyecek sosyal politikalar üretmek…
Son söz: Bağımlılık çağında özgürlük meselesi
Bağımlılık çağı, aynı zamanda özgürlük yanılsamasının çağı. Arzularımız bize ait sanıyoruz ama çoğu zaman kimin neyi ne zaman arzulayacağı sistem tarafından çoktan belirlenmiş oluyor.
Bu nedenle mesele yalnızca bir sağlık ya da ruh sağlığı sorunu değil; politik, ekonomik ve kültürel bir mücadele alanı. Bağımlılıkla mücadele, kapitalizmin limbik mekanizmalarını sorgulamadan yürütülemez.
Kaynaklar: Le Monde (Isabelle Hennebelle), Jean-Victor Blanc (Pop & Psy : Addicts), David T. Courtwright (The Age of Addiction), OFDT verileri.
- Bağımlılığın Yeni Çağı: Kapitalizmin Limbik Kıskacı - 10 Ekim 2025
- Patara, Parlamento’nun Anavatanı Olarak Anadolu - 27 Eylül 2025
- Bunlar CEO mu Devlet Başkanları mı? - 27 Eylül 2025