Le Monde: Trump’ın Zaferi ve Küresel Reaksiyoner Hareketin Yükselişi

ABD’de Donald Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi, sadece ülke içindeki siyasi dengeleri değil, küresel ölçekte muhafazakâr, milliyetçi ve teknoloji yanlısı radikal liberal hareketlerin yükselişini hızlandırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “reaksiyoner enternasyonal” olarak tanımladığı bu yeni ittifak, üç temel ideolojik akımın ortak zeminde buluşmasıyla şekilleniyor:

  • Ultra-muhafazakâr Hristiyanlar,
  • Milliyetçi-popülistler,
  • Teknoloji yanlısı radikal liberaller.

Farklı dünya görüşlerine sahip bu üç akım, göçmen politikalarına, çevre hareketlerine, feminizme ve ilerici değerlere karşı çıkmak gibi ortak noktalarıyla birleşerek, küresel bir sağ dalga yaratıyor. Nicolas Truong’un Le Monde’da yayımlanan analizine göre, geleneksel sağın ötesine geçen bir reaksiyoner ittifak oluşuyor ve bu dalga, Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar geniş bir etki alanına yayılıyor.

Trump ve Küresel Sağ Koalisyonu

Trump’ın 2016’daki ilk zaferi, sağ popülist hareketleri güçlendirse de, 2024’teki ikinci seçilmesi bu hareketlerin örgütlenmesini ve koordinasyonunu artırdı. Şubat 2025’te Washington’da düzenlenen Muhafazakâr Politik Eylem Konferansı (CPAC), Trump’ın MAGA (Make America Great Again) stratejisinin küresel ölçekte nasıl uygulanabileceğini tartışmak için Avrupa ve Latin Amerika’daki sağ liderleri bir araya getirdi.

Avrupa’da bu hareketin başını, Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (Rassemblement National) partisi ve İtalya’da Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia) hareketi çekiyor. Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD), Macaristan’da Victor Orbán’ın Fidesz Partisi ve Polonya’da hukuk ve Adalet Partisi (PiS) gibi oluşumlar da Trump’ın politikalarından ilham alıyor.

Latin Amerika’da ise Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, neo-liberal popülizmi benimseyerek Trump’ın bölgedeki en güçlü müttefiki olmayı hedefliyor. Milei’nin sert piyasa politikaları ve devlet müdahalesine karşı radikal tutumu, Trump’ın ekonomik görüşleriyle büyük benzerlik taşıyor.

Bu grupların ortak hedefi, küreselleşmeye karşı ulusal egemenliği savunan, geleneksel değerleri öne çıkaran ve ekonomik olarak serbest piyasayı önceleyen bir yeni sağ ittifakı kurmak.

Üç Ayrı İdeoloji, Tek Ortak Düşman: İlericilik

Le Monde’un analizine göre, Trump’ın liderliğinde birleşen reaksiyoner enternasyonal, üç ana gruptan oluşuyor:

1. Ultra-muhafazakâr Hristiyanlar

  • Evanjelikler ve Katolik muhafazakârlar tarafından desteklenen bu grup, kürtaj karşıtlığı, LGBTQ+ haklarına muhalefet ve geleneksel aile yapısının korunması gibi konulara odaklanıyor.
  • ABD’de güçlü olan bu akım, Avrupa’da Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde daha fazla yaygınlaşıyor.

2. Kimlikçi Milliyetçi-Popülistler

  • Trump, Le Pen ve Milei gibi liderlerin temsil ettiği bu grup, göçmen karşıtlığı, ulusal kimlik vurgusu ve küreselleşme karşıtı politikalar ile öne çıkıyor.
  • Özellikle Batı’da, göçün toplumsal dengeleri bozduğu iddiası üzerinden tabanlarını genişletiyorlar.

3. Teknoloji ve Piyasa Yanlısı Radikal Liberaller

  • Elon Musk ve Peter Thiel gibi teknoloji milyarderlerinin desteklediği bu akım, devlet müdahalesine karşı çıkarken, özel sektörün ve yapay zekâ gibi teknolojilerin daha fazla serbest bırakılmasını savunuyor.
  • Ancak, klasik liberalizmden farklı olarak otoriter sağcı liderlerle iş birliği yapmaya daha açıklar.

Bu üç hareket farklı motivasyonlara sahip olsa da, ilerici hareketlere karşı verdikleri ortak savaş nedeniyle bir araya geliyor. Çevre politikalarına, feminizme ve göçmen haklarına karşı duruşları, onları birleşik bir cephe haline getiriyor.

Yeni Bir Küresel Sağ İttifakı mı?

Trump’ın 2024 seçimlerindeki zaferi, yalnızca bir Amerikan iç politikası gelişmesi değil, küresel bir muhafazakâr dalganın merkezine yerleşme sürecinin başlangıcı olarak görülüyor.

Bu hareketin geleneksel sağcı anlayıştan farklı olarak medya, sosyal medya ve teknoloji alanlarında büyük bir değişim yarattığı gözlemleniyor. Özellikle sosyal medya, YouTube ve Telegram gibi platformlar aracılığıyla geleneksel medyayı devre dışı bırakma stratejisi izleniyor.

Örneğin:

  • Trump ve Elon Musk’ın Twitter üzerindeki etkisi, sağ görüşlü medya ekosistemini yeniden şekillendiriyor.
  • Milei’nin TikTok ve Telegram’daki popülerliği, Arjantin’de genç nesiller arasında yeni bir sağ dalga yaratıyor.
  • Avrupa’daki aşırı sağcı partiler, çevrimiçi dezenformasyon kampanyalarıyla geleneksel siyasetçileri zayıflatıyor.

Bu gelişmeler, demokrasiler için yeni bir tehdit mi? sorusunu akıllara getiriyor.

Demokrasinin Geleceği Tehlikede mi?

Le Monde’un analizine göre, reaksiyoner enternasyonal, modern demokratik rejimler için üç temel risk oluşturuyor:

1. Hukukun Üstünlüğüne Yönelik Tehditler

  • Polonya ve Macaristan’da olduğu gibi, aşırı sağcı liderlerin seçildikten sonra yargıyı ve medyayı kontrol altına alma eğilimleri artıyor.
  • Trump’ın ikinci döneminde ABD’de de benzer bir süreç yaşanabileceği endişeleri var.

2. Kutuplaşma ve Kimlik Siyasetinin Güçlenmesi

  • Sağ popülist hareketler, halkı “biz ve onlar” ayrımıyla mobilize ederek toplumsal çatışmaları körüklüyor.
  • Bu, sadece siyasi değil, sosyal çatışmalara da neden oluyor.

3. Uluslararası İlişkilerde Yeni Dengeler

  • Trump’ın küresel diplomasideki etkisi, NATO’dan BM’ye kadar birçok uluslararası kuruluşun geleceğini sorgulanır hale getiriyor.
  • Avrupa’daki aşırı sağın yükselmesi, AB’nin liberal demokratik yapısını tehdit ediyor.

Le Monde’un belirttiği gibi, bu yeni sağ dalgası, geleneksel muhafazakârlıktan çok, ideolojik bir karşı-devrim hareketi olarak şekilleniyor. Önümüzdeki yıllarda Avrupa ve Latin Amerika’daki seçimler, bu hareketin küresel siyaseti nasıl etkileyeceğini belirleyecek.

Sonuç olarak, Trump’ın dönüşü sadece ABD’yi değil, tüm dünyayı etkileyecek siyasi bir değişim dalgasının fitilini ateşlemiş olabilir.