Dijital çağın getirdiği bilgi akışı, gazeteciliği tarihindeki en büyük krizlerden biriyle karşı karşıya bırakıyor: Epistemolojik güven bunalımı. Bilginin doğruluğuna duyulan güven azalırken, gazeteciler, medya kuruluşları ve izleyiciler arasındaki ilişki giderek daha da karmaşık hale geliyor. Taylor & Francis Online’da yayımlanan yeni bir çalışma, bu krizin özellikle Şili’deki yansımalarını ele alsa da, benzer bir tablo Türkiye ve dünya genelinde de karşımıza çıkıyor.
Gazeteciler ve İzleyiciler Arasındaki Güvensizlik Çemberi
Modern medyanın en büyük sorunlarından biri, gazeteciler ile izleyiciler arasındaki karşılıklı güvensizliktir. İzleyiciler, medyanın doğruluk ve tarafsızlık ilkesine bağlı kalmadığını düşünürken, gazeteciler de halkın yalnızca kendi görüşlerini doğrulayan içeriklere ilgi gösterdiğine inanıyor.
Türkiye’de bu durum, siyasi kutuplaşma ve medya üzerindeki baskılar nedeniyle daha da belirgin. Hükümete yakın medya kuruluşları ile muhalif medya arasında keskin bir ayrım oluşmuş durumda. Her iki tarafın izleyicileri de karşı tarafın haberlerini manipülatif ve yanıltıcı buluyor. Bu da medyanın demokratik işlevini yerine getirmesini zorlaştırıyor.
Bir yandan gazeteciler, haber doğrulama süreçlerinin giderek zorlaştığını dile getiriyor. Resmi kaynaklara duyulan güvenin azalması, gazetecileri daha fazla araştırma yapmaya zorunlu kılıyor. Ancak hızlı haber döngüsü ve sosyal medya baskısı nedeniyle bu süreç çoğu zaman atlanıyor. Bir Türk gazetecinin şu sözleri, durumu özetliyor:
“Doğru haberi vermekle hızlı haberi vermek arasında sıkışmış durumdayız. Doğru bilgiyi ulaştırana kadar yalan haber çoktan yayılmış oluyor.”
Bu sorun küresel ölçekte de benzer şekilde yaşanıyor. ABD’de, Trump dönemiyle birlikte “sahte haber” (fake news) kavramı siyasi bir silah haline gelirken, Avrupa’da medya kuruluşları yanlış bilgiyle mücadele için yeni mekanizmalar geliştirmeye çalışıyor. Ancak halkın büyük bir kısmı hâlâ medyaya güvenmiyor.
Yanlış Bilginin Yayılması ve Algı Yönetimi
Yanlış bilginin yayılmasındaki en büyük faktörlerden biri, bireylerin doğrulama yanlılığı (confirmation bias) ile hareket etmesi. İnsanlar, kendi inançlarına uygun olan bilgileri hızla benimserken, çelişkili verileri görmezden geliyor. Türkiye’de bu durum özellikle sosyal medya üzerinden yoğun olarak gözlemleniyor. Kitleler, haberleri doğrulama gereği duymadan, inançlarını destekleyen içerikleri paylaşıyor.
Örneğin, pandemi döneminde yanlış bilgi yayılımı bu sürecin en somut örneklerinden biriydi. Aşı karşıtları, bilimsel verilerle çelişen iddiaları büyük bir hızla yayarken, hükümet yanlısı ve karşıtı medya kuruluşları farklı çerçevelerle kamuoyunu yönlendirdi. Sonuç olarak, halkın önemli bir bölümü bilimsel gerçeklik konusunda bile şüpheye düştü.
Benzer bir tablo ABD ve Avrupa’da da yaşandı. Sosyal medya devleri, yanlış bilgiyi engellemek adına içerik sansürleme politikalarını sıkılaştırdı ancak bu da “sansür” tartışmalarını beraberinde getirdi.
Çıkış Yolu: Şeffaflık ve Etkileşimli Gazetecilik
Bu epistemolojik krizden çıkışın en önemli yollarından biri, gazeteciliğin daha şeffaf hale gelmesi ve izleyiciyle etkileşim kurmasıdır. Haber üretim süreçlerinin izleyiciyle paylaşılması, kullanılan kaynakların açıkça belirtilmesi ve yanlış haber yayıldığında medya kuruluşlarının bunu açıkça kabul etmesi, güvenin yeniden inşası açısından kritik öneme sahiptir.
Örneğin, BBC ve Reuters gibi uluslararası medya kuruluşları, yanlış bilgiyle mücadele için fact-checking (gerçekleri doğrulama) mekanizmalarını geliştirdi. Türkiye’de de Teyit.org gibi platformlar bu alanda önemli çalışmalar yapıyor. Ancak ana akım medya, hâlâ ideolojik filtreler nedeniyle bu tür bağımsız doğrulama süreçlerine tam olarak entegre olabilmiş değil.
Gazeteciler ayrıca izleyiciyi daha iyi anlamak ve onların beklentilerine cevap vermek için geri bildirim mekanizmaları oluşturmalıdır. Haber odalarının, halkın bilgi ihtiyacını doğrudan belirleyerek içerik üretmesi, güveni artırabilir.
Son olarak, medya okuryazarlığı da bu sorunun çözümünde kritik bir rol oynuyor. İnsanların bilgi kaynaklarını sorgulaması, haberleri çapraz doğrulama alışkanlığı kazanması ve propaganda mekanizmalarını fark edebilmesi için eğitim süreçlerinde medya okuryazarlığına daha fazla yer verilmelidir.
Gazetecilik Güven İnşa Etmek Zorunda
Gazeteciliğin temel görevi sadece haber aktarmak değil, aynı zamanda toplumsal güven inşa etmektir. Türkiye’de ve dünya genelinde medya kuruluşları, gazeteciler ve izleyiciler arasındaki bu epistemolojik krizi aşmak için daha fazla şeffaflık, etkileşim ve medya okuryazarlığına yatırım yapmak zorunda.
Aksi takdirde, gerçek ile kurgu arasındaki sınırın daha da bulanıklaştığı bir dünyada, demokrasinin temel taşı olan bağımsız gazetecilik, geri dönülmez bir güven erozyonuna uğrayabilir.