Ahlaki Uyuşukluk, Kimlik Çatışmaları ve Batı Kültürünün Çöküşü Üzerine Felsefi Bir Sorgulama
On yıllardır dünya çapında yükselen bir eğilimle karşı karşıyayız: Otoriter liderler, sadece güç kullanarak değil, geniş halk desteğiyle iktidara geliyor, iktidarda kalıyor ve çoğu zaman yeniden seçiliyorlar. Üstelik bu liderlerin yalan söylediği, muhalefeti bastırdığı, kurumları itibarsızlaştırdığı, hukuku araçsallaştırdığı, medyayı kontrol altına aldığı, hatta açıkça şiddeti yücelttiği bilinmesine rağmen milyonlarca insan onları “doğru olanın temsilcisi” olarak görüyor. Bu çelişkili görünen durumun arkasında ne var?
Bu soruya yalnızca siyasi, toplumsal ya da ekonomik nedenlerle yanıt vermek yeterli değil. Çünkü bu durum, yalnızca despotlar ve onların politikalarıyla değil, aynı zamanda onların desteklendiği kültürel zeminle; daha derininde ise çağdaş insanın ahlaki ve düşünsel yapısıyla ilgili. Burada devreye, Mayıs 2025’te hayatını kaybeden büyük ahlak filozofu Alasdair MacIntyre giriyor. MacIntyre’ın modern etik anlayışına yönelttiği köklü eleştiriler, bizi bu sorunun merkezine taşıyor: Neden artık insanlar iyiyle kötüyü ayırt etmekte bu kadar zorlanıyor?
Ahlaki Dağılma ve Ortak Ölçütlerin Yitimi
MacIntyre’a göre, Batı kültürü uzun bir süredir ahlaki çöküş içinde. Bu çöküş, bireysel ahlaksızlıklardan çok daha derin ve yapısaldır. Geleneksel toplumlarda ahlak, bireyin içinde doğduğu topluluğun ortak erdem anlayışıyla şekillenirdi. İnsanlar, iyi bir yurttaş, iyi bir anne, dürüst bir tüccar ya da adil bir yönetici olmayı, o topluluğun değerlerine göre öğrenir, yaşar ve uygularlardı. Hayatın amacı sorusu, bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk çerçevesinde ele alınırdı.
Ancak modern çağda birey, bu kolektif ahlaki çerçevelerden koparıldı. “Kendi yolunu çiz”, “kendi doğrularını bul”, “hayatını yaşa” gibi bireyci söylemler yaygınlaştıkça, iyi ile kötüyü ayırt etmek, ortak ölçütlere değil, bireysel kanaatlere dayanmaya başladı. Sonuçta, “herkesin kendi doğrusu” olduğu bir dünyada, artık ortak bir ahlak yok — sadece çatışan görüşler var.
İşte bu zeminde, otoriter liderler boy gösteriyor.
Kuralın Yerine Kişilik Geçince
MacIntyre’ın belirttiği gibi, ortak erdem anlayışı kaybolduğunda insanlar yön bulmak için kişilere tutunur. Ahlaki ilkelerden yoksun kalan birey, liderin kişiliğine sığınır. Otoriter figürler tam da bu boşluğa hitap eder: Karmaşık dünyayı basite indirger, düşman ve dostları net biçimde ayırır, kararsızlığa karşı kesinlik vaat eder. Doğruluğu davranışlarında değil, karizmasında aratır.
Bir lider, halkını aşağılayabilir, yolsuzluklara bulaşabilir, hukuku çiğneyebilir, hatta açık şiddet çağrısı yapabilir. Ama destekçileri onu yine de “doğru” olarak görür. Çünkü artık ölçüt “erdemli davranış” değil, “bizim tarafımızda olup olmamak”tır. Ahlaki yargının yerini sadakat alır.
Kimlik Krizi ve Güvenlik Arayışı
Modern toplumlarda insanlar, geleneksel aidiyetlerini (aile, mahalle, cemaat, sınıf, halk kültürü vb.) kaybettikçe kendilerini yalnız, tehdit altında ve yönsüz hissetmeye başladı. Bu da onları, kimliklerini daha güçlü, daha köklü ve daha saldırgan biçimde tanımlayan liderlere yöneltti. Otoriter liderlerin “millet”, “din”, “bayrak”, “şanlı geçmiş”, “iç düşman” gibi kavramları öne çıkararak kimlik etrafında bir güvenlik duygusu inşa etmeleri bu yüzden etkili oluyor.
Bu liderler, soyut sorunlara değil, somut düşmanlara işaret eder: mülteciler, muhalefet, gazeteciler, kadın hareketleri, azınlıklar… Bu “düşmanlaştırma siyaseti”, kitlelerde öfke ve aidiyetin harmanlandığı bir sadakat yaratıyor.
Ahlaki Uyuşukluk: Sessizliğin Normalleşmesi
Toplumların bu ahlaki çöküş haline alışması, onları otoriterliğe karşı daha duyarsız hale getiriyor. Bir liderin yalanları artık tartışılmıyor, sadece “bizim yalanımız” sayılıyor. Şiddet, “hak etti”, hukuksuzluk “meşru savunma” olarak görülüyor. Bu ahlaki uyuşukluk, toplumları sadece otoriterliğe karşı sessizleştirmiyor; aynı zamanda muhalefeti de paralize ediyor. Çünkü ilkeler kaybolduğunda, mücadele sadece pozisyonlar arasında sürüyor. “Biz onlar kadar kötü değiliz”e indirgenen bir muhalefet, yeni bir ahlaki çerçeve öneremez.
MacIntyre’ın önerisi, modernliğin bireyci etik anlayışına karşı “erdem temelli” bir ahlakı yeniden düşünmek. Yani ahlakı, bireysel tercihlerin ötesinde, bir topluluğun ortak iyiliği çerçevesinde tanımlamak. Erdem, yalnızca bireysel bir tutum değil, topluluğun sürekliliğini sağlayan yaşama biçimidir. Bu da sadece “neye karşı olduğumuzu” değil, “nasıl bir hayatı savunduğumuzu” yeniden tanımlamayı gerektirir.
Kötülük Sıradanlaştığında, Sorumluluk Hatırlatılmalıdır
Otoriter liderlerin yükselişi, sadece onların güçlü olmasından değil, bizlerin ortak değerlerde birleşememesinden kaynaklanıyor. Sadece liderleri değil, onları doğuran kültürü ve destekleyen kitleleri de anlamak gerekiyor. Siyasi kötülük, çoğu zaman büyük komplolarla değil, ahlaki boşluklarla yayılır.
Bugün yapılması gereken, yalnızca bireysel otoriter figürlerle değil, bu figürleri mümkün kılan tarihsel, kültürel ve ahlaki zeminle yüzleşmektir. Ve belki de en başa dönüp sormaktır: “İyi insan kimdir?”, “İyi toplum nedir?”, “Doğru hayat nasıl yaşanır?”
- Neden Bu Kadar Çok İnsan Otoriter Liderleri Destekliyor? - 14 Temmuz 2025
- Felsefede “Kullan-At” Kültürü: Tüketim Toplumunun Düşünsel Bir Yansıması - 7 Temmuz 2025
- Taş Çağı’nda Kadınların Gücü: Çatalhöyük’te Evlerin Reisi Kadınlardı - 27 Haziran 2025