Faşizmin Yürüyüşü ve Sessizliğin Bedeli

Faşizm, yalnızca bir yönetim biçimi değildir; o, toplumun damarlarına yavaşça sızan bir korku rejimidir. Her zaman açık bir tehdit olarak gelmez. Önce sessizlikle gelir. Gözlerin kaçırıldığı, kulakların sustuğu o anlarda başlar yükselişi. İnsanlar, “bize bir şey olmaz” derken çoktan içine alınmışlardır karanlığın.

Faşizm, bir günde iktidara yürümez. Önce dil değişir. Sözcükler, anlamlarını yitirir. “Düzen”, “vatan”, “aile”, “güvenlik” gibi kelimeler, iktidarın silahına dönüşür. Herkesin aynı şeyi düşünmesi, aynı korkuya inanması, aynı düşmandan nefret etmesi beklenir. Böylece toplum, kendi elleriyle kendi zincirlerini örer. Korkunun dili, zamanla “normal” kabul edilir.

Korkunun Anatomisi

Faşizmin gücü, korkunun örgütlenmesinden gelir. Bir halk, yoksullaştırılıp yalnızlaştırıldığında, korkuya sığınır. Korku, sığınak gibi görünür ama aslında bir hapishanedir. Bu hapishane, kimsenin zorla değil, isteyerek içine girdiği bir yapıdır. İnsanlar, tehlikeden korunmak için itaat eder; itaat ettikçe özgürlüğünü yitirir.

Faşizm, bu döngüyü ustalıkla kullanır. Her krizi fırsata çevirir. Her ekonomik çöküş, her toplumsal bunalım, her güvensizlik anı, faşizmin eline koz verir. “Güçlü bir el”e duyulan özlem, “sessizlikte güven” sanılır. Ama o el, korumak için değil, bastırmak için uzanır.

Düşmanın Üretimi

Faşizm, varlığını sürdürebilmek için sürekli bir “düşman”a ihtiyaç duyar. Çünkü kendi meşruiyetini, düşman icadıyla besler. Bu düşman bazen bir kimliktir, bazen bir inanç, bazen bir düşünce, bazen de sadece “farklı” olmaktır. Her yeni dönemde birileri hedef haline gelir, toplumun nefret enerjisi yeniden yönlendirilir.

Bu düşmanlaştırma, yalnızca politik bir strateji değildir; aynı zamanda bir duygusal mühendisliktir. İnsanlara aidiyet duygusu verir: “Biz”i güçlendirmek için “onlar”ı yaratır. Her faşist rejim, “temizlik” sözüyle başlar; ama gerçekte, kendi halkını yavaşça yok eder.

Sessizliğin Siyaseti

Faşizm, baskıdan çok sessizlikle büyür. Korku, şiddetle değil, alışkanlıkla yerleşir. İnsanlar susmaya alışır; susmanın da bir tür korunma biçimi olduğuna inanır. Ama sessizlik, iktidarın en sadık müttefikidir. Çünkü faşizm, yalnızca bağıranlarla değil, susanlarla da yaşar.

Bir toplumda insanlar haksızlığı fark edip de “benimle ilgisi yok” diyorsa, faşizm orada çoktan kök salmıştır. Bu yüzden faşizm, yalnızca yönetenlerin suçu değildir; bazen en derin sessizlik, en ağır ortaklıktır.

Toplumun Yorgunluğu

Faşizm, yorgun halkların rejimidir. Uzun süren krizler, umut yorgunluğu yaratır. İnsanlar, artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt edemez hale gelir. “Hiçbir şey değişmez” duygusu, değişimin önüne geçer. Bu duygusal çöküş, faşizmin en verimli toprağıdır.

İnsanlar, baskıyı geçici bir bedel olarak görmeye başlar. “Yeter ki huzur olsun” denir. Ama o huzur, mezarlık sessizliğinden ibarettir. Çünkü faşizm, istikrarı korkuyla sağlar. Korkunun sürdüğü yerde adalet solmuştur.

Direnişin İnceliği

Faşizmin karşısında durmak, büyük sloganlar atmakla değil, küçük cesaretlerle başlar. Bir sözü söylemek, bir gerçeği unutmamak, bir yüzü hatırlamak bile direniştir. Faşizme karşı durmak, yalnızca bir iktidara değil, bir zihniyete karşı çıkmaktır. Bu zihniyet, yalnızca yukarıda değil, her yerde — bazen bir masada, bazen bir evde, bazen bir korkuda yaşar.

Direniş, örgütlü bir cesaret kadar, insani bir ısrardır. Çünkü faşizm, en çok umutsuzlukla beslenir; umudu öldürmek ister. Oysa bir tek umut bile, en katı düzenin duvarında çatlak açabilir.

Karanlık ve Işık

Faşizm, insana kendi gölgesini unutturur. Oysa gölge, ışığın kanıtıdır.
Bir toplum, kendi karanlığını fark ettiğinde, aydınlığın da kapısını aralar. Bu yüzden faşizmin sonu her zaman beklenmedik bir yerden gelir: bir ses, bir itiraz, bir dayanışma anı.

İktidarlar düşebilir, yapılar yıkılabilir; ama bir halk, yeniden inanmayı öğrenirse, hiçbir rejim kalıcı olamaz.

Faşizm, daima düzenin içinde yürüyen bir kaostur. Ama her kaosun içinde, yeniden doğacak bir direnişin tohumu gizlidir. Ve o tohum, bir gün, en sessiz yerden filiz verir.