Emeğe Ruhunu Katmadan Yaşanır mı?

Çalışmanın erdemine ve çalışan insanın hayata daha çok bağlandığına inanan Halil Cibran, Ermiş adlı eserinde bu inancı sözcüklere döker. Ona göre çalışmak, sadece zaman harcamak değil, aynı zamanda hayatın derinliklerine doğru yürümektir. Cibran, çalışmayı insanın içindeki sevgiyi somutlaştırabildiği bir eylem olarak görür:

“Çalışmak, sevginin göze görülebilen şeklidir.”

Bu ne demek? Aslında çok basit ama bir o kadar da unutulmuş gerçek. İş, sadece yapılması gereken bir zorunluluk değil; ruhun kendini dışa vurma biçimi olabilir. Yaptığın bir işi sevgiyle yapmak, yalnızca ortaya çıkan ürünü güzelleştirmekle kalmaz, seni de dönüştürür. Sana yaşamla bağ kurmanın en sade ama en güçlü yolunu sunar.

Ve şöyle devam eder: 

“Sevgiyle dolu olarak çalışırsanız, ilkin kendinize, sonra birbirinize, sonra da Tanrı’ya bağlanmış olursunuz.”

Ve ardından sorar. Peki sevgiyle dolu olarak çalışmak nedir?  Ve tarif eder. Dokuduğun kumaşı, sanki onu en çok sevdiğin kişi giyecekmiş gibi örmek. Bir yapıyı kurarken, içinde en kıymetlinin oturacağını düşünerek titizlenmek. Toprağa tohum ekerken, onun meyvesini sevdiklerin tüketecekmiş gibi özen göstermek.

İşin ibadet gibi görülmesi. Kumaşı dokuyan kişinin, o kumaşı en sevdiği kişiye giydirecekmiş gibi dikkat kesilmesi. Tohum ekenin, meyveyi en kıymetli insanlara yedirecekmiş gibi emek vermesi. Ve belki de en önemlisi, her işin içine kendi canımızdan yükselen bir soluk katabilmek. 

Cibran’ın bu tanımı günümüz dünyasında naif ya da fazlasıyla romantik görünebilir. Zira artık iş, çoğumuz için sadece “hayatta kalmak için” yapılması gereken bir şey. Sevgiyle yapılan işler birer istisna gibi anılıyor; haber konusu oluyorlar, çünkü sıra dışı sayılıyorlar. Sevgiyle çalışmak fikri, motivasyon konuşmalarında geçen romantik bir cümleye dönüşmüş durumda. Ve bu düşünce aslında sadece kişisel bir farkındalıkla değil, toplumsal olarak da terk edilmiş gibi.

Ama bu bir yitiriş midir gerçekten? Yoksa sevgiyle iş yapmayı, sadece büyük anlamlar yüklediğimiz mesleklerde aramaktan mı kaynaklanıyor bu hayal kırıklığımız?

Oysa sevgiyle çalışmak, büyük işler yapmak demek değil. Bu bir niyet meselesi. Bir öğretmenin öğrencisinin sorusunu sabırla yanıtlamasında, bir kasiyerin size bakıp içten “kolay gelsin” demesinde, bir marangozun işini “şurası biraz daha düzgün dursun” diye tekrar elden geçirmesinde saklı.

Sevgiyle çalışmak, hayatla bağ kurmak demek. Çünkü insan yaptığı işe ruhunu katınca hem kendini hem dünyayı daha çok ciddiye alıyor. Ve daha çok seviyor. Belki de en sade devrim budur bugün. Yaptığın her işi, küçük bir iyilik niyetiyle yapmak. Kendine, başkalarına ve hayata daha derinden bağlanmak.

Cibran’ın sözleri bize, üretmenin kutsallığını ve çalışmanın sadece bir “zorunluluk” değil, sevginin görünür kılınabileceği bir alan olduğunu hatırlatıyor.

“Eğer işinize sevgiyle değil de isteksizlikle sarılmışsanız, o zaman işinizi bırakın…”

Bu cümle sert gelebilir, ama belki de günümüzde insan ruhu için bence acil bir çağrıdır. Yaptığın işe küçük bir sevgi kırıntısı kat. Sadece işin değil, senin de ruhun güzelleşsin.

Ve unutma. Ne yapıyorsan, onu dünyada en iyi yapan insan olmaya çalış. Bir Mozart gibi müziğini üret, bir Picasso gibi renklerini konuştur, bir Einstein gibi derinlemesine düşün. Ama her şeyden önce, kendin ol.

Çünkü bu yaşamın/dünyanın, senin başkası gibi olmanı değil, sana özgü “sen” olmanı gerçekleştirmene ihtiyacı var.

A. Semih İŞEVİ