Toplumsal Mücadelenin Toplumsal Cinsiyeti Görünümleri: Cerattepe’nin Kadınları

Cerattepe mücadelesi 80’li yıllardan beri, parçalı şekilde süren, Doğu Karadeniz başta olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında yankılanan bölgenin önemli mücadele alanlarından biridir. 2012 yılında Cengiz Holding’in şirketlerinden olan Eti Bakır’a verilen ruhsat ile birlikte yeniden bölgenin gündemine oturmuştur. Özellikle Haziran 2015’te başlayan “round” oldukça büyük bir toplamın katılımıyla haftalar süren bir mücadeleye sahne olmuştur. Cerattepe, bölge halkının kendi ifadesiyle bir “yaşam alanı savunusu”dur. Peki, bu bağlamda, uzun yıllardır yükselip alçalan dalgalar halinde süren bu mücadeleyi bir çevre hareketi olarak ele almamız mümkün müdür? O halde, öncelikle “doğa” ve “çevre” kavramlarını ele alarak başlamak yerinde olacaktır.

Doğa ve Çevre

Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamlarından, “bir şeyin yakını, dolayı, etraf, periferi” ve “kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam” ifadeleriyle tanımlanan açıklamalarının üzerinden hareket etmek yeterli olacaktır. Ancak bu noktada kullanımında sıklıkla karşılaştığımız bir yanlışlığı açmak gerekecek. Çevre ve doğa kavramlarının aynı anlama gelecek şekilde birbirinin yerine kullanılabilir kavramlar olmadığını belirtmek oldukça önemlidir. Doğa kavramının TDK’daki açıklamalarına bakmak gerekirse; “Kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi, tabiat, natür” ve “İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamış, doğal yapısını koruyan çevre, tabiat” tanımları ile kullanılmaktadır. Bu iki tanım arasında önemli bir fark göze çarpmaktadır. Birinci tanımda kendi kuralları olan bir doğadan söz edilirken, ikincisinde, açıklamaya, insan tarafından şekillendirilebilen bir özellik katılmıştır. O halde insanın doğa ile kurduğu ilişkiye kısaca değinmek gerekir.

Öncelikle doğa kavramını, kendi anlayışımıza göre yeniden tanımlamamız gerekmektedir. “‘Üretici güçler’ kavramının belirleyici bir rol oynadığı içeriğiyle, insani ve insani olmayan güçlerin birliği olarak doğa” (Bensussan ve Labica, 2016, 254). Bu bağlamda ele alındığında insan, doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak en genel manada ele alındığında, insan varlığının dışında bir değişim, dönüşümden bahsedilebilen bir yaşam alanıdır. Çevre kavramını tanımlamak oldukça zahmetlidir. Literatür tarandığında onlarca farklı şeyi kasteden tanımlamalar ile karşılaşmak mümkündür. Yalnızca bu açıdan bile bakıldığında doğa ile eş kullanılacak bir kavram olmadığını söyleyebiliriz.

“Çevre, insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da uzunca bir süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır” (Keleş ve Hamamcı, 2002, 28). Bu tanımda insan, canlı/cansız diğer maddeler ile eş durumda bir etkendir. İnsan merkezli yaklaşımlarda ise temel vurgu, insanın, doğanın tamamına hükmeder pozisyonuna yapılır. Çevre merkezli yaklaşımlarda görülen ise bunun aksine, insanın, insanları ve diğer maddeleri araçsallaştırmasını engelleyen bir vurgudur. İnsan merkezli yaklaşımlarda görülen en temel sorun, çevreyi kendi faydasına uygun düştüğü ölçüde “korumaya” neden olmasıdır. Ancak çevre merkezli yaklaşımlarda, insanın çevrenin bir parçası olduğu bilinci olduğu için, çevreye dair sorumluluk alanı geniştir.

Çevre, Çevrecilik ve Kadın

“Çevrecilik, … ilerlemeci anlayışı doğanın bozulmasının en önemli sorumlusu olarak görmekle kalmaz, akılcılığa karşı duyguyu, sezgiyi, öznelliği, hayalciliği, doğaya dönüşü öne çıkaran Romantizmin tezlerinden etkilenir. Çevrecilikte insanın doğayla ilişkisi, endüstri toplumunun doğanın fethedilmesi, ekonomiye kazandırılması gibi uygulamalarında olduğu gibi tek yönlü değildir, karmaşık ve çok yönlü bir ilişki olarak kavranır” (Çoban, 2015, 460).  Çevrecilik, bir toplumsal hareket olarak ele alındığında oldukça farklı bağlamlarda tartışmaya açılabilir. Bu çalışma kapsamında yerel çevre hareketlerini özetlemek yeterli olacaktır: Yerel çevre hareketleri, “çevresel mücadelenin en yaygın ve dirençli katmanını oluşturur. Çevre mücadelesini toplumun tabanına yayan bu hareketler ayrıca en aktif eylemliliğin gerçekleştiği yerdir”.

Ekolojik tahribat ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelinde erkek egemen, kapitalist sistemin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, çevrenin kullanımının sınırsızlığının ve kadının toplumsal hayata katılımının sınırlarının belirleyeni aynıdır.

“Kadınlar; çocuk bakımı, ev işleri, temizlik, beslenme gibi ‘üreme’ alanı ile sınırlandırılırken ve bu alan ücretsiz ve değersiz görülürken, pazar için meta üretimi ve gelir elde etme, üretim alanında erkeğe tevzi edilmiştir. Bu ücretsiz ve görünmeyen kadın emeği, üreme ve besleme (nurturing and reproductive) emeği ücretsiz ve görünmeyen bir emektir ve tıpkı doğanın çevre olarak bedava, herkesin kullanımına açık olarak görülmesi gibi kadın emeği de bedava olarak görülmektedir” ( Demir, 2013, 28).

Kapitalizm, kadın üzerinde çifte sömürü oluşturmaktadır. Bunlardan ilki, piyasa koşullarında emek gücünü satmak zorunda kalarak dâhil olduğu emek-sermaye çelişkisinden doğan pozisyonudur. İkincisi de erkek egemen düzenin yarattığı ikincil pozisyonu. Bu ikisini birbirinden ayrı düşünmek doğru olmayacaktır. Kadının özgürleşmesinin önündeki engellerden biri olan partiyarkanın ortadan kaldırılışı ancak kapitalizmin ortadan kalktığı koşullarda mümkün olacaktır. Ezcümle, insanın insan üzerindeki tahakkümü ortadan kalkmadıkça, kadının özgürleşmesinden bahsedilemeyeceği gibi doğanın üzerindeki tahakkümün sona ereceğini söylemek oldukça güçtür. Çünkü bu tartışmaların tümü, iç içe geçmiş süreçler olarak ele alınmalıdır.

Artvin Cerattepe’de Maden Serüveni

Cerattepe’de maden aramaları 1985 yılına dek uzanmaktadır. 1985 yılında yapılan araştırmalardan hareketle, 1988-89 yıllarında, Kanadalı bir şirket olan Cominco, maden arama ve ön işletme ruhsatını almıştır. Bu süre boyunca, yapılan ön çalışmaların “çevreye” verdiği zarar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ön çalışmalar için kullanılan kimyasallar, başlıca geçim kaynağı olan hayvancılık olan yöre halkının ineklerinin ölmesine neden olmuştur. Bu gelişmenin, önemli bir kırılma yarattığını söylemek güçtür. Ancak madenin yöreye faydasından çok zararı olacağına dair ön görüşler bu dönemde oluşmaya başlamıştır. Kanadalı şirket, 1995 yılında, madenin çevreye etkileri isimli bir panel düzenlemiştir. Bu panel yöre halkının tepkisine yol açmış ve hatta onları örgülenmeye teşvik etmiştir. Bu panelden bir ay sonra yöre halkı Yeşil Artvin Derneği’ni, madenin gerçek etkileri hakkında bilgi toplamak başta olmak üzere birlikte hareket etmenin önünü açmak için kurmuştur. Yeşil Artvin Derneği, kurulur kurulmaz, çeşitli üniversitelerden konunun uzmanı akademisyenler ile Cerattepe’de bir inceleme gerçekleştirmiş ve bu incelemeden itibaren maden karşıtı mücadeleyi yükseltmiştir. Bölgede devam eden mücadele süreci boyunca çeşitli mitingler, paneller, imza kampanyaları düzenlendi. Kanadalı şirket, çalışmadan geri çekildi ve haklarını başka bir Kanadalı şirkete devretti. Dernek, 2005 yılında ilk kez projeye karşı, yürütmeyi durdurma davası açtı ve kazandı. 2008 yılında ise madenin ruhsatı iptal edildi. Kanadalı şirket, “zaman zaman başaracağımızı zannettik ama halkın ve siyasilerin desteği olmadan olmayacağını anladık” ifadesinin öne çıktığı bir basın açıklaması ile projeden çekildiğini duyurdu.

2012 yılının henüz başında dönemin Enerji Bakanı, “yerin altının mı üstünün mü değerli olduğuna bakılacağımı” söyleyerek, projenin yeniden gündemde olduğunu belirtti ve bölgede hiçbir inceleme yapılmaksızın, proje, ihaleye çıktı. Bu noktada oldukça önemli bir ayrıntıdan bahsetmek gerekmektedir. İhaleye katılabilecek Türkiye’de sadece bir şirket vardı: Özaltın İnş. Tic.ve San. A.Ş. Bu şirket, ihaleden kısa bir süre sonra işletme hakkını Eti Bakır’a yani Cengiz İnşaat’a devretmiştir. Bu tarihten sonra derneğin hukuk mücadelesi başlamıştır. Ancak yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen, şirket, madeni çıkartmak için gerekli başvuruları yapmaya devam etti. Hukuk mücadelesi yıllar boyu iki ileri bir geri şeklinde devam ederken 2016 yılında, yöre halkının direnişi kolluk kuvvetlerinin plastik mermili ve biber gazlı, sert müdahalesi ile sönümlendirilmeye çalışıldı. Ancak bu müdahale, mücadeleyi büyüten ve yöre halkını sokağa döken bir sürecin başlangıcı oldu.

Cerattepe’nin Kadınları

Cerattepe mücadelesinin en önemli çıktılarından biri, kadınların toplumsal bir harekete yön vereceğini başta Doğu Karadeniz olmak üzere Türkiye’nin her köşesine göstermiş olmasıdır. Dernek başkanlığını yıllardır sürdüren Nur Neşe Karahan, mücadelenin sembol isimlerinden biri haline gelmiştir. Çalışmanın bu son bölümünde Neşe Nur Karahan’ın ve Artvin Cerattepe direnişindeki kadınların[2] bazılarının röportajlarından kesitlere yer verilecektir.

Cerattepe direnişçisi Aydan Yerlikaya:

“Kadınların Artvin’deki direnişte önde olması gerekir, neticede 20 yıllık bir mücadele ve yerel güçler ile ayakta duruyor. Kadınlar, erkeklerin gerisinde kalıyordu. Coğrafi olarak da mevkii 2000 rakımda olduğu için direnmeye erkekler gidiyordu. Kadınlar da bu nedenle eve kapanmış oluyordu. Nöbetle başlayan bu süreçte Artvin’de Kadın Dayanışma Platformu’nun kurulması ile kadınlara daha fazla rol biçilmesi gerektiğini ifade etmeye çalıştık. Çünkü burada derneklerde, partilerde, sendikalarda örgütlenen kadınlar da Artvin’de bir kadın çalışması olmadığı için bir rol üstlenemiyordu. Özgecan Aslan’ın katledilmesinden sonra Platform kuruldu. Platform aracılığı ile Artvin’in kadını kendini yeniden tanımaya başladı. Öncesinde kış nöbeti vardı fakat mahkeme sonucundan ötürü kısa sürdü. Kış nöbetine kadınların katılımı çok azdı, 2-3 kadın olarak kış nöbetine katılabildik. Kış koşulları da etkili oldu. Ne zaman ki yaz nöbetleri başladı, insanlar ziyarete başladı, özellikle otostop ile gelen kadınları gördü, çadırlarda oturan kadınları gördüler, baktılar ki kadınlar kendi memleketlerinde, yaylalarında 24 saat nöbet tutuyorlar, o zaman karar verdiler “biz de işin içinde olalım”. Önce erkekler ile nöbet tutuyorduk, sayımızın artmasıyla kadınlar olarak nöbet tutmaya başladık. Buradaki ev işlerini zaten yapıyorduk, teknik işleri de gücümüz yettiğince yaptık. Gün geldi tuvaleti ile ilgilendik, gün geldi su borusu döşedik, odun yardık, sobayı temizledik. Türkiye’nin içinden geçtiği politik süreç ile birlikte buradaki durum da şekillendi. Örneğin, Jandarma ilk geldiğinde oturma eylemi ile püskürtüldü.[3]

Cerattepe Direnişçisi Şadiye Dönmez:

“Biz madeni vermeyeceğiz. Cerattepe’yi kurtaracağız. Bize terörist diyorlar ya. Asıl terörist kendileri. Yolumuzu kesmişler. Gaz atıyorlar. Ben astım hastasıyım. Buna rağmen Cerattepe’yi kurtarmak için yine buraya geldim, yollara düştüm. Bize marjinal diyorlar. Ben marjinal nedir bilmem. Cerattepe bizimdir bizim kalacak. Soyadım Dönmez bu yoldan da dönmeyeceğim.[4]

Cerattepe Direnişçisi Müesser Şeyhoğlu:

“Bu madenin çıkmasına izin vermeyeceğiz. Madeni çıkaranlar gelsin bizimle konuşsun. Bizi oraya göndermiyorlarsa onlar buraya gelsin. Biz Türk oğlu Türküz, ellerimizde Türk bayrağıyla buradayız. Bu yeşili, bu ağaçları onlar mı büyüttü de şimdi kırıp döküyorlar. Biz sadece oraya çıkıp ne yaptıklarına bakmak istiyoruz.[5]


Kaynakça:

[1] Araştırma Görevlisi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü.

[2] Cerattepe direnişinde ulusal basında yer bulan kadın eylemlerinin bağlantılarından bazıları:

https://www.haberler.com/cerattepe-icin-eylem-yapan-kadinlar-cengiz-kac-kac-8217658-haberi/ (E.T: 10.06.2017).

https://www.cnnturk.com/turkiye/kadinlardan-cerattepe-eylemi (E.T: 11.06.2017).

http://bianet.org/bianet/toplum/172658-cerattepeli-kadinlar-davullarla-protesto-etti  (E.T: 11.06.2017).

http://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyedeki-kad%C4%B1n-hareketleri-%C3%A7ok-daha-yarat%C4%B1c%C4%B1/a-19099403 (E.T: 19.09.2017).

[3] http://ilerihaber.org/icerik/kadinlar-mucadelelerini-ileri-goruse-anlattilar-51448.html (E.T. 12.06.2017).

[4] https://www.haberler.com/artvin-de-eylemcilere-toma-ile-mudahale-8180872-haberi/ (E.T: 10.06.2017).

[5] https://www.haberler.com/artvin-de-eylemcilere-toma-ile-mudahale-8180872-haberi/ (E.T: 10.06.2017).

Öznur YILMAZ