Çirkinleşen Dünyamızda Bir Direniş Biçimi
Karlı bir Kanada gününde, penceremin ardında ağır ağır yağan karı seyrederken televizyonda açık duran YouTube kanalında “Vapurda Çay Simit Sohbet” programına denk geldim. Ben doğanın güzelliğini düşünürken konuşmacı Kemal Sayar’ın sözleri birden kulaklarımda yankılandı. Bu da mı tevafuk dedim.
“Ben insanda güzellik ararım. Yanına gittiğinizde, iki çift laf ettiğinizde oradan tazelenmiş, ümitle dolmuş, gönenmiş, ruhunuz genişlemiş olarak ayrılıyor musunuz? O sohbet sizi ısıtıyor mu? Sizi başka bir yere taşıyor mu? Bulunduğunuz hâlden daha ileri bir hâle sizi kanatlandırabiliyor mu ona bakmak lâzım. O da ancak güzellikle mümkün. Muhatabımız güzel olduğu gibi biz de ondaki güzelliği görebilecek kadar güzel olmalıyız. Onun güzel olması yetmez, bizim de güzeli görebilecek ehliyette, kabiliyette olmamız lâzım. Güzeli bulduğumuz yerde baş tacı etmeliyiz. İnsan ilişkilerinde, tabiatta, şehirleşmede, edebimizde, terbiyemizde her zaman güzelin avcıları olmalıyız.”
Ne güzel bir söz ve ne kadar doğru “Güzeli görebilmek bir ehliyettir.”
Bir insanın yanından ayrıldığınızda ruhunuz genişliyorsa, sizde bir ferahlık kalıyorsa, o anın içinde güzellik vardır. Ve o güzellik sadece karşınızdan size gelen bir ışık değildir; sizde onu görebilecek bir pencere açılmıştır.
Elimde kahvem, yeniden penceredeki kar yağışına dönüyorum. Düşünüyorum. Hayatı güzelleştiren şeyler gerçekten dışarıda mı başlar, yoksa içimizde mi?
İnsanların yanına gidip iki çift laf ettiğinizde, içinizde bir kıpırtı oluşuyorsa… o kıpırtı çok kıymetli. Bazen bir söz yetiyor, bazen sadece o insanın duruşu.
Sait Faik’in “Dünyada her şey paylaştıkça güzel.” demesi boşuna değil. Güzel olan çoğalıyor.
İnsan insanda büyüyor.
Dostoyevski’nin meşhur cümlesini bugün biraz farklı okuyorum: “Güzellik dünyayı kurtaracak.” Belki de dünyanın kurtuluşu, birbirimizin içindeki güzelliği fark edebilme kudretimizde saklı.
Doğa da çok şey anlatıyor aslında, ama çoğu zaman duymaya hâlimiz yok. Bir yaprağın rüzgâra dayanışı, bir kuşun sabah telaşı, bir derenin inatla akışı, kar tanelerinin incitmekten çekinir gibi süzülüşü. Her biri ayrı bir sabır hikâyesi.
Mevlânâ dediği gibi “Güzelliği görecek göz lazım; yoksa güneş bile karanlıktır.” Belki de sorun güneşte değil; bizde.
Thoreau’nun sakinliği geliyor aklıma: “Doğa acele etmez ama her şey olur.” Biz ise acele ettikçe güzelliği kaçırıyoruz. Ne yazık.
Oysa hayatın anlamı, ayrıntıların güzelliğinde gizli. Bir çocuğun kahkahasındaki tanıdık yankı.
Martıların sabah çığlığındaki özgürlük. Denizin ortasında yağmur sonrası çıkan gök kuşağını izlemek. Bir kedinin güneşte ısınmasındaki teslimiyet. Bir köpeğin patisini uzatmasındaki yakınlık. Hepsi yaratılışın içimize fısıldadığı küçük mucizeler. Yaklaşırsak ve acele etmezsek görürüz. Güzellik aslında bir şükran biçimi.
Ve koşturan göremez. Kötülüğü değil, güzelliği önceleyen kalpler daha berrak görür.
İnsanı, doğayı, sessizliği dinleyebilenler şükranla dolabilir. Ve insan şükranla doldukça kendi de güzelleşir.
Oğuz Atay’ın “Görülmek istiyorum.” cümlesi, belki de hepimizin iç sesi. Gün sonunda güzeli görmek kadar, güzel görülmek de hepimize iyi geliyor.
Kemal Sayar’ın sözleri hâlâ kulaklarımda: “Güzelin avcıları olmalıyız.”
Bu cümlede bir zarafet var. Bir ödev var. Bir yol var.
Ama bugün, bunun neden bu kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum.
Dünya bugün güzel olduğu için değil, insan eliyle her gün biraz daha çirkinleştirildiği için bizim güzeli aramaya mecbur olduğumuz bir yer. Ormanlar yanarken, şehirler betonla boğulurken, sözlerimiz birbirimizi yaralamaya çeyrek kalmışken, anlamsız savaşlarda çocuklar ölürken, insanın insana ettiği hoyratlık ve zulüm artık gündelik bir sıradanlığa dönüştü.
Kötülük bu kadar görünür, bu kadar pervasızken güzeli görmek bir romantizm değil bir direniş biçimi. Umudu diri tutmak, iyi kalmak, güzel davranmak, merhameti terk etmemek. Bunların hepsi artık birer “seçim” değil, karanlığa karşı verilmiş bir savaş.
Dünya her gün daha çok kirlenirken, bizim görevimiz daha çok temizlemek. İnsan her gün daha çok kırarken, bizim görevimiz daha çok onarmak. Yaşam her gün daha çok hoyratça tüketilirken, bizim görevimiz tüm yaşam formlarına en az zararı vererek, inatla, ısrarla güzelleştirmeye devam etmek.
Çünkü güzeli kaybettiğimiz gün, sadece dünyayı değil, kendimizi de kaybederiz. O yüzden direne direne güzelliği aradığımız her an, bir parça daha insan olacağız.
Ben buna inanıyorum. Ve inananlarla da yoluma devam ediyorum.
- Güzeli Görmek - 23 Kasım 2025
- Emeğe Ruhunu Katmadan Yaşanır mı? - 11 Temmuz 2025
- Şirinler Ne Çekti Be! : Sosyalist Ütopya mı, Masonik Alegori mi, Yoksa Sadece Bir Çizgi Film mi? - 9 Haziran 2025















