Dipnotlar 6

Screenshot

Ağustos-Kasım 2025’den gündemimin dibine düşenler;

67) Lider kültünün niteliksel niceliksel güçlülüğü rejimin niteliğini belirler. Mussolini: Yüzyılın Oğlu… Bir tv dizisi; faşizmi ve faşistleri okuyabildiğim, ulaşabildiğim yazılmış birçok kitaptan, özelliklede Türkiye’de yazılmış birçok kitaptan çok daha iyi anlattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Mussolini, sermayenin/burjuvanın, kilisenin ve aristokrasinin desteğini arkasına alarak şiddet ve hile gücüyle “kazandığı” bir seçim –komedisinin- ardından  “bundan sonra seçim yapılamayacağını” söyler ve sözlerini “artık onlar –halk- adına ben seçeceğim” diyerek tamamlar. Bir dizi film önerisi…

68) Jöntürk: Osmanlı monarşisine/otokrasisine muhalif olan genç aktivist aydınlara verilen isim.  Bir kavram olarak “Jöntürk” aynı zamanda “küresel” siyaset yazınına “bizim” bir katkımızdır. Tekrarlamakta bir sakınca yok; 80’li yılların ardından siyasi terminolojiye birkaç armağanımız daha oldu. Anımsayalım: gerçek demokrasi, ileri demokrasi… 

69) Yerli ve milli ahvalimizden yola çıkarak siyasi terminolojiye bende haddimi aşarak yeni bir kavram armağan etmek istiyorum, naçizane; “asgari barış”. (Kim bilir belki de önceden dile getirilmiştir!) 

Bir yılı aşkın tutuklu bulunan bir zat salıverildikten sonra ilk sözü içeride bulunduğu süreyi kast ederek “barış sürecine katkı bulunamadığı için çok üzüldüğü” şeklinde… Bir başkası; seçimle kazandığı makamına el konulmuş, elli yılı aşkın bir süredir “politika yapan” yaşlı bir Kürt milliyetçisi barışı nasıl tanımlıyor bilmiyoruz ama –tabii ki bizim tanımladığımız şekilde değil- “barış” deyip bir faşistin peşinden seğirtmekte sorun görmüyor; her şey onların diğerleri adına tanımladığı barış adına… Bu öyle bir barış ki yoksullukla, sefaletle, her türden sömürü ile hiçbir derdi olmadığını söylemeden ilan ediyor; tıpkı süreç savunucularında olduğu gibi; “asgari barış! 

Öylesine içi boşaltılmış bir kavram peşinde ileri demokrasi ikame edilmeye çalışılıyor ki; kimse bu barışın söz ettikleri türden bir barışın ne ifade ettiği ile ilgili tek kelime edemiyor. İleri demokrasinin istediği de asgari barış ve bu duruma bir “fit olma” hali var…

70) İleri demokrasi denen şey seçimsiz demokrasidir! İleri demokrasilerde ya seçime gerek duyulmaz, seçim olmaz yapılmaz ya da sonucu belli bu ortaoyununun oynanmasında bir sakınca görülmez!

71) Sürdürülebilirlik… Dinlerken birilerini ya da okurken bir şeyler, karşılaştığım kimi kelimeler irkilmeme ya da dile getirenden uzaklaşmama neden olur. Rahatsızlık yaratması, sorgulanması gereken kelimeler kavramlar vardır; onlardan biridir “sürdürülebilirlik”; “sürdürülebilir olma hali” olarak tanımlar onu sözlükler. Her şeye karşın -bu her şeyin içinde o bağlamda akla gelebilecek tüm olumsuzluklarda olsun- bir durumun ya da bir “varoluş” halinin içsel ve dışsal nedenlerle devam edebilme halidir. Örnek mi; 80 darbesinden sonra ülkemizde sürdürülebilir hale gelmiş faşizm… Sürdürülebilirlik haliyle sıradanlaşmış faşizm: sıradan faşizm. Kuşkusuz “ona” sürdürülebilir olmasındaki birinci katkıyı yapanın “halk/millet” olduğu asla ve asla –o derin mi derin faşizm üstüne teorilerin yazdıklarının söylediklerinin aksine- unutulmamalıdır. Sadece realiteyi değil rasyonaliteyi ve hatta mantığı yok sayan teorilerin nedenini açıklayamadıkları belki de açıklamaktan imtina ettikleri şey “halkın/milletin nereden orada olduğuna” dairdir…

Ve tekrarlamakta sakınca yok; kanıksanmış yoksulluk, yoksunluk ve sefalet: “buna da şükür” denilerek biat etmiş, kayıtsız şartsız teslim olmuş, hiçbir itiraz edilmeyen sömürü haline, faşizme net bir şekilde boyun eğmiş ve özetle onu bilakaydüşart kabullenmiş bir halk ve millet… Daha ötesi var mı, işte yüzleşilmesi ve “olduğu gibi” kabul edilmesi gereken gerçek bu!

72) Rahatsızlık verici bir diğer sözcük, hemen aklıma geliveren, “dönüşüm”; kentsel dönüşüm / sürdürülebilir çevre vs. Hepsi sömürgenlerin varlığının idamesini garantiye alan retorik müdahaleler değil midir?

73) Zohran Mamdani; sosyalist olduğunu –demokrat sosyalist- iddia ediyor epey bi entelektüel gözüküyor. Avrupa ve Latin Amerika benzer hayal kırıklığını/şokunu yaşayalı epey bir zaman oldu (Bakınız: Syriza, Podemos ya da Chavez çok sayıda vesaire…) ; kapitalizmin artıklarından “sol” çıkamayacağını hevesle yaşayarak öğrendiler, gördük. Şimdi aynı virüs –ancak daha zayıf bir mutasyonu veya varyantı- New York’ta kendisini gösteriyor. Vaatlerinin gerçekleştirme ya da gerçekleştirmeme, gerçekleştirememe olasılıkları üzerine bahislerde başlamış olmalı. 

Popülizme “birazcık evet” ama kapitalist popülizmle sol popülizmi ayrıştırmak gerekiyor sanki!

74) Mamdanilik hali küresel bir sevinç dalgasına mı neden oldu ne; hafiften esrik ve mesnetsiz? Geçtiğimiz hafta Kızılay’da yaptığım kısa bir yürüyüşte Sakarya ve Yüksel caddelerinde –yaya yolu- 4 birbirinden farklı “yapının” düzenlediği konser ve panel afişlerine rastladım; zaman bol olunca “emeklilik” hali rastgele birisine takıldım. Garip olan her bir afişin başlığının ya da sloganının benzerliği idi: Yeniden Sosyalizm! İzlediğim panelde Amerika’daki bu halin küresel devrimin öncüsü olduğunu anlatıyorlardı yaşları yetmişi geçmiş “eskimiş” sosyalistler; uzun ve teorik derinliği olan konuşmalardı! Kırk yıl önce ne söylüyorlarsa aynı terennüm… Pek de rağbet görmeyen bitpazarında ücretsiz temcit pilavı günü…

75) Örnek olsun ya da teşbihte hata olmazmış; mesela “siyasi adam” kulak memesine gazetecilere ilginç gelen bir dövme yaptırmış dövme yaptırmış bu halde konuşuyor; aman aman ne derin anlamlar çıkıyor bu işaretten? Mesela “bir diğer siyasi adam” kendisini trifaze betonyer harç karma makinesine benzetiyor; aman aman tv’lerin anlı şanlı yorumcuları saatlerce öylesine sarf edilmişlikten öte bir değeri olmayan bu sözlerin ülkenin siyasi geleceğine nasıl olumlu katkıda bulunacağı tartışılıyor; alın size bir “barış havarisi”; şu asgari olanından! Dolaşırken yakaladıkları bir diğeri gazetecinin sorduğu soruyu duymazlıktan gelince aslında duymak istediklerini susarak dile getirmiş olduğunu, duymak istediklerinin ülkenin vizyonunu nasıl genişleteceğine dair günler süren yayınlar yapılıyor, sayfalar dolusu makaleler yazılabiliyor; hepsi aynı kalemden çıkmış gibi olsa da! Adamın biri sosyalizmin kutsal kitabının yeniden yazılması gerektiğini ve bu işi ancak ve ancak olmak kaydıyla kendisinin yapabileceğini ilan ediyor; bir alkış ki sormayın kıyamet: bis… bis… bis… Herkes, neredeyse istisnasız herkes –hadi büyük çoğunluk diyelim az buçuk okuryazarların %95’i, %5’e haksızlık etmeyelim- bu orta oyununun en iyi alkışçısı –ve en güzel insanı- olma yarışında… 

76) Yapılan harekete, söylenen söze hak etmediği anlamı yükleme ona bir değer biçme çabasına denir; bokunda boncuk aramak/bulmak…

77) Ne zavallı bir muhaliflik hali ülke bu haldeyken, bir uçtan diğer uca derin sefalet, öldüren yoksulluk; iktidardaki klikler/kişiler arasındaki –aslında olmayan- gerilimlerden medet ummak! İleri demokrasiye dolaylı bir onay hali; miting muhalefeti… Ezilen ulus milliyetçilerinin şimdilik kaydıyla dinci ve ırkçı faşistlerle girdiği ittifak – bu ne yaman paradoks- cici muhalefeti de ileri demokrasi/asgari barış haline biat etmeye zorluyor gibi…

PS: Bir kitabımın arka kapak yazısından: “…yaşadığımız ve tamamlanmasına az kalan çöküş süreci şu ünlü kelebek rüyası metaforunda olduğu gibi acaba buna rıza gösterenler “mutlu bir rüya mıydı gördüklerimiz yoksa kâbusa mı uyandık” diye soracaklar: “Hayır” yanıtını verecek birkaç kişi kaldıysa ortalıkta… “Evet, keyifle izlediniz bu süreci her anından büyük bir haz aldınız, hepinizin başlıca derdi batan gemiden payınıza düşme olasılığı olan mallara ne zaman, nasıl ve hangi yolla konacağınızdı…” Yanıt bekleyen kimse kaldıysa eğer onların jargonuyla olmalı bu yanıt! Çünkü on yılları alan tüm algoritmaları hassas cetvellerle belirlenmiş gibi duran, tüm aşamaları kitlelerden onay alan bu süreç boyunca on milyonlarca insanın güruh ruh haliyle yalnızca bu sürecin birer paydaşı olabilmek uğruna özgürlük, eşitlik, adalet, etik vs. tüm insan için olan kavramlara sırt çevirdiğinin şahidi değil miyiz?  

…diğer taraftan bende ya da benim gibi olanlarda da bir çöküşe rıza hali söz konusu olabilir mi? Sessizce geleni karşılamak, artık kaçınılmaz olanı… Öncesinde ve ardından “demokrasi” oyunu ile faşizmin sürdürülebilirliği sağlandığından beri altta olanlar, her zaman “altta” olanlar, ben ya da benim gibi olanlar değil miydi? O halde diyemez miyiz coşkulu bir heyecanla sevinçli bir telaş içinde “Gelsin tufan, topyekûn yıkım, kıyamet. Umut yok, bırakında topyekûn ya da ne varsa bilebildiğimiz hep birlikte çöküşün, dibe vuruşun ve ardından gelecek yok oluşun cazibesini ve bu cazibenin hazzını yaşayalım! Fazla mı hedonist oldu, fazla mı kinik? Ve hiç kuşkusuz her kuşağa nasip olmaz bu durum!”

Tolga ERSOY
Latest posts by Tolga ERSOY (see all)