Bir utanç tablosu: 6-7 Eylül Olayları

Yıl, 1955; Türk Gladyo, gayrimüslimlere eşi ve benzeri görülmemiş bir linç, yağma, katliam ve tecavüz kabusunu yaşattı. Tarihte silinmesi mümkün olmayan bir kara leke ve insanlık utancıydı. 6-7 Eylül 1955 tarihinde yaşanan ve bazı yerlerde günlerce devam eden başta İstanbul olmak üzere, İzmir, Adalar, Trabzon ve diğer münferit yerlerde görülen ve Müslüman sivillerin Rumlara ve gayrimüslimlere karşı kışkırtıldığı bir insanlık dramıdır. Bir utanç belgesidir.

İki gün boyunca devam eden insanlık dışı linç ve yağma, tecavüz ve katliam hareketinde yüzlerce insan yaralanmış ve onlarca kişi öldürülmüştür. Kesin rakam verilmemekle birlikte ölü sayısının 30’un çok üstünde olduğu tahmin edilmektedir. Olayların esas faili Seferberlik Tektik Kurulu (Özel Kuvvetler), Demokrat Parti ve Milli Emniyet Hizmeti (Emniyet Genel Müdürlüğü) olduğu belirtilmiştir. [1] Hedef İstanbul Rumlarının özel mülkleri, Ortodoks kiliseleri ve mezarlıklarıydı. 1924 yılında İstanbul nüfus sayımında 1 milyon olan nüfusun 280.000’i Rum’du. Bu etnik temizlik sona erdiğinde İstanbul’da kalan Rum nüfusu 1.500-2.000’e kadar indi.

1924 sonrasında Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve siyasal bir proje olarak ortaya koyduğu “TÜRKLEŞTİRME” politikası, ulusal ekonomiye yaklaşımı doğrultusunda bir “milli burjuva” sınıfının yaratılmasını gerekli kılmaktaydı. [2] Devlet merkezli modernleşme projesinin cumhuriyetin sivil ve askeri bürokrasisi tarafından aynen devam ettirilmesi sonucunda homojen/türdeş bir ulus ve ULUS DEVLET yaratabilmenin ön koşulu olarak; ekonomik alanda bir Osmanlı kalıntısı gibi görülen azınlıklara yönelik olarak farklı ekonomik ve politik projeler devreye sokulmuştur. Bu süreçte, “Tek dil, tek ülke- tek ulus” söylemi, 1924’lerin ortalarından itibaren Türkiye’deki azınlıkları Türkleştirme projesinin sloganı haline gelmiş ve çok geçmeden bu teorik söylem pratik alanda da uygulanmaya başlamıştı. Bunun ilk işareti 1927’de Türk Ocakları denen ırkçı bir kurum tarafından ortaya atılan “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyasıydı. Bu kampanya Türkiye’de yaşayan azınlıkları “ulusallaştırma politikasının” başlangıç noktasıydı. 1930’larda dünya genelinde, ancak özellikle de Avrupa’nın iki güçlenmekte olan devleti; Almanya ve İtalya’da ortaya çıkan ırkçı ve yayılmacı milliyetçilik rüzgârları Türkiye’yi de etkilemeye başlamıştı. Buna paralel bir şekilde, Türkiye’de yaşayan azınlıklara karşı ırkçılık temelinde bir milliyetçi cephe oluşmaya başladı. Öyle ki; 1930’dan başlayarak yaklaşık 10 yıllık süreçte, çıkarılan çeşitli kanunlarla azınlıkların ekonomik alandaki etkinlikleri kırılarak hareket alanları sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde 15.000’e yakın Rum nüfusu Türkiye’den, Yunanistan’a göç etmiştir.

Türkleştirme siyasetinin ikinci büyük dalgası ise, II. Dünya savaşı yıllarında ortaya çıktı. Milli Şef (İsmet İnönü) döneminin ilginç uygulamalarından biri olan Varlık Vergisi, teoride savaş yıllarında Müslim -Gayrimüslim ayırımı yapmadan, haksız kazanç elde eden kişilerden alınacak bir vergi olarak kararlaştırılmış, ancak uygulama daha çok Gayrimüslimlere yönelik olmuştu. Alınan karar gereği vergi olarak toplanan 350.000.000 liranın yüzde 75’i azınlıklardan alınmıştı. [3] Varlık Vergisi uygulamaları sonrasında birçok Gayrimüslim artık eski ekonomik ve toplumsal seviyesinde değildi ve birçoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 1946’da parlamenter demokrasiye geçen Türkiye’de 1950 yılında Demokrat Parti (DP)’nin iktidara gelişi ile birlikte, II. Meşrutiyet döneminden itibaren sürdürülen “Türkleştirme” politikalarında bir farklılık gözlemlenmedi. DP, ekonomide bütün liberal söylemlerine rağmen, Lozan Antlaşması çerçevesinde İstanbul ve çevresinde oturan Rum nüfusun, elindeki sermaye gücünü millileştirmeyi planlıyordu. Bütün bu gelişmeler doğrultusunda 1955 Kıbrıs sorunu DP’ye bu politikalarını gerçekleştirme olanağı verdi. 1955 Kıbrıs meselesinin tam anlamıyla tırmandığı yıldı.

Türkiye’de gazetelerin yaptığı haberler nedeniyle toplum içinde büyük gerginlikler yaşanmaktaydı. Burada ilginç ve 6-7 eylül olaylarının ortaya çıkmasına büyük etkisi olan şey ise; gazetelerin Kıbrıs meselesinin ortaya çıkmasından itibaren Türkiye’de yaşayan Rumlara yönelik olarak yazdıkları yalan, yanlış ve tahrik edici yazılardı. Gazete haberlerinin toplum üzerinde yarattığı etki, 6-7 Eylül olayları sırasında Patrikhaneye yönelik saldırıların yoğunluğu göz önüne alınarak anlaşılabilir. Türkiye’de Patrikhane’ye karşı eleştiri yönelten, patrikliğin kapatılmasını ve Rumların İstanbul’dan kovulmasını isteyen ve bu amaca yönelik olarak her türlü faaliyette bulunan milliyetçi yarı-aydın kesiminin de söylem ve tavırlarının halkı üzerinde etkili olduğu da bir gerçektir.

OLAYLARIN GELİŞİMİ

• Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba koyulur. Bombalanan ev Türk Konsolosluğu ile aynı bahçededir.

• Bombalar Selanik Başkonsolos Yardımcısı Ali Tekinalp tarafından götürülür.

• Bombalar sonradan MİT’te çalışacak ve Nevşehir Valisi yapılacak olan Oktay Engin ve konsolosluk hizmetlisi Hasan Uçar tarafından yerleştirilir.

• İstanbul Ekspres gazetesi 6 Eylül tarihli 2. baskısıyla düğmeye basar. Gazetenin sahibi 1955’te adı MAH olan şimdiki MİT’in hizmetinde çalışmaktadır. 20-30 bin basılan gazetenin 2. baskısı 290 bin adet basılır. O günkü matbaa teknolojisiyle birkaç günlük zaman alacak 290 bin baskının hızla hazır edilmiş olması bile 6-7 Eylül olaylarının devlet tarafından tüm ayrıntısına kadar önceden organize edildiğini gösterir. Görsel medyanın devrede olmadığı bir dönemde yazılı medya yaygın bir şekilde kullanılarak provokasyonda etkili bir araç olarak devreye sokulmuştur.

• Camilerde Rumlara karşı kışkırtıcı vaazlar verilir. Rumlara ait mekanlar önceden verilen istihbarata göre tespit edilerek kırmızı haçlarla işaretlenir. Ve bundan sonra olaylar çorap söküğü gibi gelişir. İstanbul Ekspres gazetesinin yaygın dağıtımı ardından “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” (KTC) ve ırkçı tutumları ve uygulamalarıyla bilinen İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği (İYOTB) tarafından Taksim’de miting yapılır. Miting sonrasında yağma ve vahşet dizginlerinden boşalır. Sopalar, baltalar, kazmalarla tek bir merkezden silahlandırılmıştı.

• Kastamonu’dan Sivas’a, Trabzon’dan Erzincan’a kadar şehir dışından kamyonlarla getirilen gerici-faşist güruh Rumların yaşadığı 52 bölgede aynı anda yangın, yağma ve linçe girişir.

• Saldırganlar mezarlıklara bile dadanır. Kemik ve ceset parçaları sokaklara saçılır.

• Kadınlara vahşice tecavüz edilir. İlkin Rumlara ait mekânların cam ve çerçevelerinin indirilmesiyle başlanır.

• Devlet en başından beri işin başındadır. Emniyet ve ordu görevlileri katliamı izlediklerini saklamaya bile gerek duymazlar. [2]

Böylece Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi manşette verilir. Manşetin altında ise yine istihbarat örgütünün içinde yuvalandığı örgütlerin (Kıbrıs Türktür Cemiyeti, Milli Amele Teşkilatı, İstanbul Yüksek Okul Talebe Birliği) yetkililerinin tahrik edici, saldırgan tehditleri yer alır, Rumlar hedef olarak gösterilir. Yalnızca İstanbul Ekspres gazetesi değil Cumhuriyet, Tercüman, Milliyet, Sabah aynı tornadan çıkmış manşetlerle insanları provoke eder.

LİNÇ, YAĞMA, TALAN VE KATLİAMIN BİLANÇOSU

• İstanbul’daki saldırıda resmi verilere göre 4.214 ev, 26 okul, 74 kilise ateşe veridi, 1 havra, 8 ayazma, 3 manastır, 3.584’ü Rumlara geri kalanı Ermeni, Yahudilere ait 5.583 işyeri yağmalanır ve yıkılır.

• İzmir’de ise 14 ev, 6 dükkân, 1 pansiyon, 1 Katolik Kilisesi, İngiliz Kültür Evi talan edilir ve yakılır.

• İstanbul’da 200 civarında tecavüz olayı gerçekleşir. 11 kişi ölür, 30 da yaralı tespit edilir.
• İzmir’deki saldırılarda ise 57 kişi yaralanır. Helsinki Watch örgütünün bir raporuna göre ise ölenlerin
sayısı 15 olarak kayıtlara geçer
.
• İstanbul’da ve İzmir’de olaylardan hemen sonra örfi idare (sıkıyönetim) ilan edilir.

• 1924 yılında 1 milyon olan İstanbul nüfusunun 280.000’i Rum’du. Bu etnik temizlik sona erdiğinde İstanbul’da Rum nüfusu 1.500-2.000’e indi.

Asker ve politikacı Nurettin Aknor 10 Eylül günü yaptığı basın toplantısında basınla ilgili getirilen yasaklamaları açıklamıştır. Buna göre; [4]
• NATO devletleri ile ilgili haberler yayınlamak,
• Halkı heyecanlandıracak haberler yayınlamak,
• Sıkıyönetim çalışmalarıyla ilgili yazılar yazmak,
• Eylül olaylarını komünistlerden başkalarını yaptığı yolunda haber yazmak,
• Hükümeti tenkit etmek ve eleştirmek
• Hükümetin aldığı kararlarla ilgili hayal ürünü yazılar yazmak,
• Yokluk ve kıtlık ile ilgili haber yapmak
• 7 Eylül olaylarından zarar görenlerin istekleri” gibi yazılar yazmak,
• Gazetelere ikinci baskı yapmak yasaklanmıştır.
• Olayları kışkırtan Ekspres gazetesi 6 Eylül günü yıldırım baskı yaptı.
Olaylar yaklaşık 9 saat sürdü.
• Sadece Rumlara değil, Ermeni ve Yahudilere de saldırıldı.
2’si Ortodoks papaz olmak üzere 16 Rum ve 1 Ermeni yurttaş öldü. 32 Rum yurttaş ağır yaralandı. 4 bin 348 Rum’un işyeri yağmalandı. 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika, 70 kilise, 3 mezarlık ve azınlıklara ait sayısız ev.
• Aziz Nesin, Kemal Tahir gibi birçok aydın tutuklandı.

YARGILAMALAR

Suçlu görülenlerin yargılanmasıyla kapanan 6-7 Eylül olayları ile ilgili dosya, 27 Mayıs 1960’daki askeri darbe sonrasında yeniden açıldı. Olayların tertipçisi olduğu iddiasıyla Demokrat Parti ileri gelenleri ve İstanbul, İzmir ve Ankara’nın mülki idare amirleri (vali ve kaymakamlar) yargılandı. Davanın tekrardan açılmasında M.F. Köprülü’nün “Olayların olacağını hükümet önceden biliyordu. Bir tertip vardı.” Şeklindeki açıklamasının büyük etkisi vardı. Yassıada’da görülen duruşmalarda 11 sanıktan dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 6’şar yıl, İzmir Valisi Kemal Hadımlı da 4,5 yıl hapse mahkûm edildi.

OLAYLARIN AMACI VE SOLCULARIN HEDEF GÖSTERİLMESİ

6-7 Eylül Olaylarının üzerinden 40 yıl geçtikten sonra, o günlerde ÖZEL HARP DAİRESİ’nde çalışan eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, “6-7 Eylül olayları ÖZEL HARP DAİRESİ işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” dedi. Emekli generalin “amacına ulaştı” ile ne kastettiği, bugün azınlık nüfusunun durumuna bakıldığında ortaya çıkıyor. 6-7 Eylül 1955, gayrimüslim sermayeye el konulmasıyla, Türk kimlikli sermayenin palazlanmasında bir başka önemli basamak oldu. [5] Olaylardan sonra Türkiye’deki Rumların sayısında önemli bir azalma gerçekleşti. 1924’teki sayımlarda 1 milyon olarak sayılan İstanbul nüfusunun 280 binini Rumlar oluşturuyordu. Bugünse bu sayının 1.500-2.000’e indiği görülmektedir. [1]

Sıkıyönetim uygulamasının meclis tarafından onaylanması adına 12 Eylül günü meclis toplantıya çağırıldı. Hükümete karşı CHP cephesinden yapılan suçlamalara karşı söz alan Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü olayların daha önceden bilindiğini kabul etmiş ancak ne zaman ve ne şekilde olacağını bilmediklerini söylemiştir. Konuşmasında olayların sorumluluğunu komünistlere atarak, komünistleri halkın arasına karışıp gençlerin vatansever gösterilerini başka yere taşıdıkları gerekçesiyle suçlamıştır. Ayrıca basının da olayları provoke ettiğini söylemiştir.

Menderes de Köprülü gibi benzeri açıklamalar yaparak olayların komünist provokatörler tarafından planlandığını söylemiştir. Gençlik tarafından başlayan protestoların bazı dış unsurların araya karışması sonucunda bu şekilde bir felakete dönüştüğünü beyan etmiştir. Ayrıca güvenlik güçlerinin olaylara müdahale etmediği söylentilerine de karşı çıkmış bazı meselelerin çarpıtıldığını ima etmiştir.

Köprülü’nün ve Menderes’in açıklamalarında o dönemde partisinin sıkça ortaya attığı komünizm tehdidinden korunma politikasının etkileri vardır. Aynı açıklamaların, saldırıların hemen sonrasında yapılan konuşmada da geçmesi dikkat çekicidir. Demokrat Parti yönetimi iktidarı boyunca oluşan birçok problemi suçlusu olarak komünistleri göstererek üzerinden atmak istemiştir.

…..Meclis, hükümet, siyasî partiler halk, 6 – 7 Eylül olaylarının geniş ve gizli bir örgütçe uzun süreden beri hazırlanmış bir kızıl baskın olduğunda birleşmiştir. Komünistler, namlusunu özel mülkiyete, sermayeye ve cami ve kiliselere doğrulttukları silâhta, Kıbrıs sorunundan doğan millî heyecanı patlayıcı gibi kullanmışlardır. Kıbrıs’ta, Atina’da, Selanik’te ve İstanbul’da birbirine sımsıkı bağlı heyecan ve hareketlerin körükleyicileri de, tertipleyicileri de, tatbikçileri de onlardır. Tek merkezden ve tek plâna göre idare edilmişlerdir. Dururken bir Kıbrıs meselesi çıkaran Yunanlılarla Türklerin millî duygularını birbirine karşı ayaklandıran, Kıbrıs’ta katliam planları kuran, Selanik’te, Atatürk’ün evini bombalayan ve aynı zamanda, İstanbul İzmir ve Ankara halkının millî reaksiyon ânını bir ihtilâl denemesi için en uygun bir hareket ânı olarak seçip bütün teşkilât elemanlarını bir kaç saat içinde faaliyet hâline sokan bu yeraltı fitnesi. Yıllardan beri Türkiye’de ektikleri tohumların ilk mahsulünü 6 Eylül gecesi toplamıştır.”

DOZU KAÇMIŞ BİRN BİLÂNÇO

Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda, “Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü vardır. Yaralı sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür.
Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar.

ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar liradır. “ (Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin ‘muhteşem örgütlenmesi’, Taraf Gazetesi ,07.09.2008) . [6]

NATO’NUN YASA DIŞI KİRLİ İŞLERİ

Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girişi ile birlikte NATO bünyesinde yer alan ÖZEL HARP DAİRESİ’ni kurdu. NATO ülkelerinin GLADYO denen örgütlenme biçimi her üye ülkede değişik isimle anılırdı. Ortak bir amacı vardı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin faaliyetlerine karşı dizayn edilmiş bir özel birimdi.

NATO”ya bağlı özel birimlerin her ülkedeki adı farklıydı. İtalya”da GLADYO, Danimarka”da ABSALON, Norveç”te ROC, Belçika”da SDRA 8, Türkiye’de ÖZEL HARP DAİRESİ idi. Özel orduları kontrol eden CIA ve Military Intelligence Section 6 (MI6), Tek bir amacı vardı, dünyadaki emperyalist ülke yönetimlerini işçi sınıfı hareketlerine karşı korumak ve ne pahasına olursa olsun Sovyetler’in yayılmasını engellemekti. Koordinasyon işini kısa adı SHAPE olan Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı yürütüyordu.

Soğuk Savaş bitip İtalya”da gizli orduların faaliyetleri soruşturulmaya başlayınca İtalya Başbakanı Giulio Andreotti bazı şeyleri itiraf etti. İtalya”da gayri nizami harp unsurları artık kabul edilmişti. NATO içindeki gizli orduları soruşturan Hakim Felice Casson işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlamıştı. Ancak İtalya”da başlayan bu soruşturma Avrupa”nın diğer devletlerine pek uğramadı.

ABD, İngiliz, Alman, Fransız ve Türkiye gizli ordularının hangi kirli işlere bulaştığı hâlâ bilinmemektedir.

Ancak bu ülkede bir gerçek var ki o da hesabı sorulmayan tüm faili meçhul cinayetler günümüzde hala devam etmektedir. İttihat ve Terakki zihniyeti 1955 olaylarını mükerrer defalar yaşatıyor. Ülkede insanlar ötekileştirirken, mezarların, kilise ve sinagogların tahrip edilmesi, birer harabeye dönüştürülmesi, şiddet, baskı ve talan politikaları ile ülkede kaos ortamının yaratılması, kültürel mirasların yerle bir edilmesi, salt gayrimüslimlere değil, Sünni Kürtlere, Alevilere ve diğer azınlıklara uygulanan baskı, zulüm, katliam ve ötekileştirme politikanın devamıdır. NATO var oldukça Gladyo’lar her zaman işbaşında olacaktır.


[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1
[2] https://www.wikisosyalizm.org/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1
[3] Osman Sait Dikilitaş, Demokrat Parti Hükümetlerinin sosyo-ekonomik alandaki icraatları (1950- 1960) (Selçuk Üniversitesi, 2007)
[4] Resul Babaoğlu, Türkiye Rum Cemaati ve 6/7 Eylül 1955 Olayları (History Studies, Kasım, 2012)
[5] Tarihte haftanın olayı: 6-7 Eylül Olayları (Şalom Gazetesi 5 Eylül, 2012)
[6] Yılmaz Murat Bilican, 6-7 Eylül Olayları ve devletin faş olması (T24, 10 Eylül, 2013)

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)