Şunu belirterek başlayayım: Sen bizler için hâlâ ‘başkan’sın çünkü hapishanede bulunman bir tutsaklıktan başka bir şey değil. Şayet siyasi amaçlarla hapiste tutuluyor olmasaydın bugün HDP’nin başkanlığını sürdürüyor olacaktın. Onun için sana “Başkan” diye hitap etmem sadece bir alışkanlık değil, bir siyasi tutum olarak görülmeli.
Çok duyarlı ve dokunaklı bir yazı yazmışsın, başkan. Dünyada ve bizim coğrafyamızda işsizliğin, yoksulluğun, açlığın kısa ama çarpıcı bir panoramasını çizmişsin. Yoksulluktan söz etmenin kendi başına demagogların da yapabileceği bir şey olduğunu çok iyi bildiğin için işin arka planını da ortaya koymuşsun. Daha ilk cümleden suçluyu işaret ediyorsun: Kapitalizm! Bu sistemin krizinin nasıl (pandeminin de katkısıyla) dünya çapında milyarlarca işçiyi, emekçiyi işsiz, çaresiz, hatta aç bıraktığını vurgulamışsın. Bu sefaletin ortaya, insanlığın üretici güçlerinde bir gerilik, yaşam araçlarında bir yokluk dolayısıyla çıkmadığının, kaynağında eşitsizliğin yattığının, dolayısıyla bir sınıf sorunu olduğunun da gayet çarpıcı istatistiklerle altını çizmişsin. Ellerin dert görmesin!
Bu tablodan hareketle kendi topraklarımıza geliyor ve ‘sol parti ve hareketlere önemli, tarihsel görevler’ düştüğünü belirtiyorsun. Bu görevleri yerine getirmek için de şu öneriyi yapıyorsun: “…parti, hareket, kişi ayırımı yapmaksızın tüm sol ve sosyalist güçler, bir konferansta bir araya gelerek hem seçime kadar nasıl ortak bir mücadele yürüteceklerini hem seçimlerde nasıl ortak bir tutum alabileceklerini tartışabilir. Sol ve sosyalist güçler, hem seçimlerin ardından demokrasinin inşasında nasıl roller alabileceklerini ve hem de emek mücadelesini yeni dönemde nasıl başat hale getirebileceklerini tartışıp netleştirmek ve emekçilerin huzuruna ortak bir tutum belgesi, bir yol haritasıyla çıkmayı başarmak zorundadır.”
Sonra çok önemli bir noktayı ekliyorsun: “İlle de herkesin bir tek partide buluşup birleşmesi de gerekmiyor.” Yani HDP deneyimini bu sefer daha da genişleterek tekrarlama önerisi değil bu. Bir Birleşik Cephe önerisi. Sen adını Sol Blok koymuşsun. Biz Devrimci İşçi Partisi olarak daha ekim ayı başında yayınladığımız bir görüşte bir ‘Bağımsız Sosyalist Odak’ önerisi yapmıştık bütün sola. Ama Sol Blok diyelim şimdilik en azından.
Sevgili Selahattin Heval,
Doğru söylüyorsun. Türkiye solunun, elbette Kürt solu da dâhil olmak üzere, böyle bir Birleşik Cephe’ye ihtiyacı var. Buna çok daha öncesinden, ta burjuvazinin iki kampı, TÜSİAD ve MÜSİAD kampları, 1990’lı yılların sonundan itibaren önce üstü örtülü, 21. yüzyılın başından itibaren ise açık biçimlerde çatışmaya başladığından, ortaya iki hâkim sınıf kampı çıktığından beri ihtiyaç var. Biz Devrimci İşçi Partisi’nin değişik gelişme evrelerinde politika yaptığımız her yerde bu yüzden bu iki kampa karşı bir Emek ve Özgürlük Bloku kurulmasını savunduk. 1995 seçimlerinden itibaren de her seçimde bu tür bir blokun kurulması için elden gelen her şeyi yaptık, gerektiğinde çeşitli yoldaşlarımızı ortak listelerden aday gösterdik. Ben 12 yıl boyunca Özgür Gündem geleneğindeki gazetelerde onurlu bir görev yaptım, en zor günlerde aralıksız köşe yazarlığımı sürdürdüm ve hep bu doğrultuyu savundum.
Sonra dönüm noktası 2010 referandumuyla geldi. O referandumun büyük siyasi ve ideolojik mücadelesi içinde solda Kürt hareketi ile sosyalistler birlikte bir üçüncü odağı kurma fırsatını elde etti.
Biz başka sosyalistlerle birlikte çalışarak 2011 seçimleri ve ötesinde hem Kürt halkının özgürleşmesi hem de işçi sınıfının, emekçilerin ve yoksulların mücadelesinin güçlendirilmesi gibi iki ayağa dayanan bir doğrultuyu ortak bir metin olarak tartışma masasına getirdik. Ama bu aşamadan itibaren karşımıza sınıf mücadelelerini bütünüyle bir kenara bırakan bir hattın hâkim olduğu bir birlik fikri çıktı. Sonuç işçi mücadelelerinin, işsizliğin, yoksulluğun, sınıf sorununun sadece rüşvet-i kelam niteliğinde ele alındığı bir siyasi ve ideolojik doğrultunun benimsenmesi oldu. Halkların Demokratik Kongresi ve daha sonra Halkların Demokratik Partisi böylece tek ayak üzerinde yürümeye başladı.
Şimdi sen işçi ve emekçilerin devasa sorunları temelinde hep birlikte bir Sol Blok kurulmasını öneriyorsun. Ve ekliyorsun: “Eminim, HDP de bu tür çalışmaların içinde yer alacak ve tüm gücüyle destek olacaktır.” Nasıl olacak bu, başkan? HDP, işçi sınıfının mücadele alanlarını pek ender ziyaret etti. Ama geçtiğimiz 10 küsur yıl içinde TÜSİAD’a çeşitli kereler ziyaretler yaptı. Yazında DİSK’in bir eyleminde bir işçinin anlattığı yoksulluk manzaralarını aklımıza nakşetmemizi istiyorsun. Amenna. Ama HDP’nin içindeki en güçlü eğilimin, DİSK’in kamu emekçileri arasında örgütlenmiş olan kardeş örgütü KESK’te, “Ekonomizm” falan diyerek son derecede yüzeysel biçimde sınıf mücadelesine karşı cepheden ideolojik taarruzda bulunduğunu hep birlikte yaşamadık mı? En son HDP 11 maddelik bir seçim tutum belgesi açıkladı. Orada da emekçilere referans sadece ekonomi maddesi altında ‘sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev haklarının evrensel ölçütlerde güvence altına alınması’ formülüyle geçiyor, sendika söz konusu olduğu halde ‘işçi sınıfı’ terimi bu bağlamda bile kullanılmıyor. ‘AKP sonrası Türkiye’den söz ediyorsun haklı olarak. Öyle bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız ki, TÜSİAD ve MÜSİAD patronlarına hitap ederek, “OHAL’i grev olmasın diye getirdik” anlamında açıklamalar yapıyor. Ama HDP’nin içinden sesler, hatta milletvekilleri 2021 yılında, hâlâ, AKP ile yeniden ortak bir yol yürünebileceği yolunda açıklamalar yapıyor.
Bunlar sadece çarpıcı örnekler başkan. Senin ve okurlarımızın zamanını almamak için sadece bunlarla yetiniyorum. Yoksa ‘tek ayak üzerine yürüme’ olarak nitelediğim olgunun birçok başka kanıtla desteklenmesi mümkün. Tersini iddia etmek gerçeklerin halktan gizlenmesi olur.
Sevgili Selahattin Başkan,
Yaptığın çağrının içinde tam açık olmayan iki öneri de var. Onlara da kısaca değinmek isterim.
İlki şu: “Bu sol blok, tüm demokratik partilerin içine dağılıp seçimleri ve sonrasındaki süreçleri emekçiler lehine etkileme gücüne ulaşabilir.” Yanılıyorsam söylediklerimi geri alırım. Ama anlaşılan diyorsun ki herkesin seçime HDP çatısı altında girmesi gerekmiyor. Kimi sosyalistler de CHP’den seçime girebilir. CHP’nin son yıllarda izlediği politikanın ne kadar geri olduğunu tartışmanın, hele hele bütün politikasına nasıl emperyalist kapitalizmle ve TÜSİAD’la el ele vermesinin damga vurduğunu tartışmanın yeri burası değil. Türkiye’de işçi ve emekçilerin uluslararası sermayenin prangasına vurulmasının Turgut Özal, Tansu Çiller ve Kemal Derviş ertesinde baş sorumlusu olan Ali Babacan’ı ekonominin başına getirmek için mücadele eden bir siyasi partiden söz ediyoruz. Dolayısıyla bu öneri, aynı zamanda senin “AKP sonrası Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse eğer, sol olmadan, emeğin sesi olmadan yeni rejimin inşasına göz yumulmamalıdır” fikrine aykırı. CHP 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı altında, Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında bir hükümete ortak olmaya adaylığını koydu. Bunlarla mı kuracağız ‘AKP sonrası Türkiye’yi? Bunlarla mı ’emek mücadelesinin yükseltilmesi’ yolunda mücadele edeceğiz?
İkinci belirsizlik ise şuradan çıkıyor: “Uygun yöntemlerle, solu iktidar ortaklığına taşıma gayreti içinde olmak gerekir. Meclise, bürokrasiye ve iktidara olabildiğince nitelikli, birikimli sol, emekçi kadroyu taşıyabilmek, temel hedeflerden olmalıdır.” Burjuvazinin işçi düşmanı partileriyle hükümet kurma meselesi, 2007’den itibaren gündeme girdi. Bu, hareket açısından, tek ayaklı yürüyüşü devam ettirmektir. Bu, Türkiye açısından, senin ifadenle “AKP sonrası Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse eğer” yeni rejimin, solu bilmem ama ’emeğin sesi’ olmadan inşasına göz yumulması olur.
Biz Devrimci İşçi Partisi olarak, Türkiye’de gerçekten ciddi bir demokratik hamle yapılacaksa, hem işçi sınıfının prangalarını kırmasını, hem de Kürt halkının haklarına kavuşmasını mümkün kılacak bir atılım gerçekleşecekse, bunun bugünün zincire vurulmuş meclisi ile yapılamayacağını, ancak barajsız, ayrıcalıksız, paranın gücüne değil propaganda eşitliğine dayalı, özgür bir seçimle gelecek egemen ve zincirsiz bir Kurucu Meclis ile mümkün olacağını düşünüyoruz. Aynen emperyalizmin 1908 Hürriyet Devrimi sayesinde çalışmaya başlayan meclisi kapatması karşısında Ankara’da açılan, Türküyle Kürdüyle halkların temsil edildiği, modern Türkiye tarihinin halklara en çok hak tanıyan anayasasını kabul etmiş, kendisi de en demokratik atmosfere sahip meclisi olan Birinci Meclis gibi. Aynen bugün Şili’de emekçi ve ezilen halkın 2019’daki isyanı sonucunda kurulan ve başkanı o ülkenin Kürtleri olan Mapuche yerli halkının bağrından gelmiş bir kadın, başkan yardımcısı ise bir sosyalist olan Kurucu Meclis gibi.
Değerli Selahattin Başkan,
Sol Blok’a bütün gönlümüzle varız. Ama işçi sınıfına ve emekçilere sadece retorik bir ilgi göstermekle yetinmeyen, gerçekten onların mücadelesinin yanında, içinde yer alan bir Sol Blok’a. Büyük burjuvaziden demokrasi, Kürt halkının hakları ve benzeri konularda bir şeyler beklediği için onun çıkarlarına dokunmaktan imtina eden bir politika değil, onunla cepheden mücadele eden bir Sol Blok’a. Emperyalizmden, sermayeden, devletten bağımsızlığına kıskançça sahip çıkan bir Sol Blok’a.
HDP’deki hevaller ve yoldaşlar bu tür bir Sol Blok inşa etmeye gerçekten kararlı olarak girişirlerse, Devrimci İşçi Partisi’ni de bu işte var diye düşünün. Ama eski çizgi sürdürülecekse, yeniden başa dönmüşüz demektir.
Biz sınıfın içinde, olanaklarımızın elverdiği ölçüde her grev, direniş ve işgalin yanında mücadele ediyoruz. O mücadeleye bütün gücümüzle devam edeceğiz. Bu perspektifi benimseyen bütün sol parti, odak ve gruplarla birlikte bir bağımsız sosyalist odak kurmaya da talibiz.
İşçi sınıfı hattının, sadece Türkiye’nin işçilerini, emekçilerini, yoksullarını AKP’nin ve müttefiklerinin elinden kurtarmanın yolu olmadığını, aynı zamanda Kürt halkı için de en hayırlı çaba olduğunu uzun vadede kanıtlayacağız.
- Selahattin Başkan’a açık mektup - 18 Ekim 2021