Kapı açan kadınlar

”Ben kuş değilim, hiçbir kafes beni hapsedemez; ben özgür iradesi olan özgür bir insanım.”

Bu sözler Viktorya Döneminde cinsiyet ayrımcılığına karşı ciddi bir duruş sergilemiş olan Bronte kardeşlerden Charlotte Bronte’ye aittir ve çevirisini yeni bitirdiğim Jane Eyre kitabından alınmıştır. Bronte’nin asi kızı Jane, tüm ezilenler adına konuşmaktadır ve konuşmaya başladığı anda gelen uyanışa ve ”görünmez zincirleri kıran garip özgürlük hissine” kendisi de şaşırmaktadır. Öte yandan bu sözler, Karl Marks’ın bir yıl sonra yayınlayacak olduğu manifestosu kadar da güçlüdür. 19. yüzyılda yaşayan Bronte kardeşler; Emily, Charlotte ve Ann, kadın hareketinin öncülerinden sayılabilirler. İçinde bulundukları çağda kadınlar ancak evlenerek varlık gösterebiliyorken, bu kız kardeşler isimlerinin baş harflerinden oluşturdukları erkek isimleriyle bir şiir kitabı çıkarırlar. Bu, dönemi içinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığına gerçek anlamda bir başkaldırıdır.

Erkek egemen toplumda, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına değinen bir başka yapıt da Kendine Ait Bir Oda’dır. Bu kitap, Virgina Woolf’un 1928 yılında Cambridge’deki iki kız üniversitesinde yaptığı konuşma sonucunda şekillenmiş, kadınlara seçme ve seçilme özgürlüğü verildikten bir yıl sonra da yayınlanmıştır. Yazıldığı günden bu yana kadınlara herkes için eşit ve adil bir dünya kurma mücadelesine katılma çağrısında bulunan bir başyapıt olarak günümüzde hala güncelliğini korumaktadır. Woolf kitabında kadınlara şöyle seslenir: ”Hayatı nasıl ele alacağınız hakkında sizi daha başka nasıl yüreklendirebilirim? Genç hanımlar, diyebilirim, ve dikkat edin kapanış konuşması başlıyor, benim nazarımda sizler utanç verecek derecede cahilsiniz. Önemli sayılacak hiçbir keşifte bulunmadınız. Hiçbir imparatorluğu sarsmadınız, ya da bir ordunun başında savaşa gitmediniz. Shakespeare’in oyunlarını siz yazmadınız, bir barbar kavimi asla uygarlıkla tanıştırmadınız. Mazeretiniz ne?”

Woolf’un bu konuşması kadınlara birçok anlamda yeni kapılar açmak içindi. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip oldukları bilinciyle toplumun her katmanında yeni görevler alabilme cesaretine kavuşmaları için. Toplum tarafından kadınlara yüklenen görevlerden kurtulmaları… Alışveriş gibi, moda gibi alışıldık mutluluk kalıplarından çıkarak o güne dek erkeklere ait gibi görülen işlere soyunmaları içindi.

Behice Boran da dünün kapı açan aydınlık kadınları arasındadır. Türkiye’de, 1970 yılında parti başkanı olan ilk Türk kadını olarak inandığı uğurda mücadele ederek yaşamış dirençli kadınlardan. Çetin Altan, Behice Boran için şöyle der: “Türkiye’nin siyasal tarihinden, çöl ortasında kurumamaya uğraşan bir pınar gibi, anıtsal bir dirençle gelip geçen ve insanlığın uğradığı haksızlıklarla dövüşmeyi kendine mezhep yapmış bir kutsal insandı o.’’

Bu yürekli kadınları anarken, bugün ölüm yıldönümü olan, 14 Temmuz 2020’de aramızdan ayrılan Adalet Ağaoğlu’ndan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Adalet Ağaoğlu’nun benim de en sevdiğim romanlardan biri olan, ‘Bir Düğün Gecesi’ için Berna Moran, ‘bağımsız iç konuşma tekniğinin’ Türk Romanında ilk defa kullanıldığı roman olduğunu söyler. Kendinden hoşnutsuzlukların, sevgisizliklerin, kuşkuların, kaçışların anlatıldığı ‘Bir Düğün Gecesi ‘, toplumsal çözülüşün yoğun yaşandığı bir dönem romanıdır. Umarsız, yalnız kişilerin yine aynı şekilde yalnız ve umarsız kişilere bel bağlamaya çalışmalarının romanıdır. Baştan sona iç konuşmalarla ilerleyen bu roman Türk Romanı için yepyeni bir kapıyı aralamıştır.

Müge BULUÇ