Kız Kardeşim Adalet

Günümüz (daha doğrusu tüm zamanların) adalet eksikliğine bir de böyle bakalım:

Kimine göre -daha çok da yöneticilere göre- denizde bir damladır adalet; kimine göre denizin ilk hali, denizi deniz yapandır. Bana sorulursa kız kardeşimdir Adalet (bunun, adaletin aynı zamanda bir kadın adı olmasıyla ilgisi yoktur). İnsanlar adalet fikrinden ne anlıyorsa, yaşamını da ona göre düzenliyor. Ona ideoloji bulaştığında adalet, adalet olmaktan çıkıyor. Büyük kesimler açısından, olabilen bir şey değil, sadece istenebilen bir şey haline geliyor. Bu duruma, özgürlüklerden el çekme hali de diyebiliriz. 

Adalet sessizlik midir; bir beyaz sayfa mıdır yoksa; tüm seslerin kendini duyurabildiği, tüm renklerin sesi mi? 

Gülmekle dindirilemeyecek bir mutluluk mu adalet? Mutsuzluğa meydan okuyuş… 

Kesilen kolun yeniden uzaması; kaybolan aklın bulunması; açların doyurulması; güvenlik endişesinin kalmaması mıdır adalet?

Gideceğim yeni bir ülkenin başlangıcı… Tam uzak bir yerden dönerken yolun ortasında rastladığım. Kim koymuş onu oraya diye düşündüğüm? Kız kardeşim gibi bakımlı, narin, bir o kadar da ilgiye muhtaç…

Biliyorum, bir anlama ulaşmak, kesilen ömrümü geri talep etmek için gerekli olandan başka ne ki o…

Bugün artık biliyoruz ki, paranın ürettiği bir adaletsizliğin, paranın ürettiği bir siyasetin, paranın ürettiği bir demokrasinin, nihai olarak paranın ürettiği bir ahlâkın hüküm sürdüğü bir dünyadayız. İşte, demokrasiyi tahakkümün görünmez biçimi haline getiren bu para kültürüdür. Bugün demokrasiyi temelden ortadan kaldıran, onu bir “ayrıcalıklılar demokrasisi” haline getiren bu türden bir adaletsizliktir. İnsanları kâğıt üzerinde eşit seçmenler haline getiren hâkim demokrasi anlayışı, bir “ayrıcalıklılar demokrasisi” dir. Adalet talebinin memleketi inlettiği şu günlerde, ufuk noktasını daha da ileriye taşımakta fayda vardır. Günümüzde ise adaletsizlik iyice içselleştirilmeye, adeta görünmez hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bunu da demokrasi aracılığıyla (“demokratik” devletlerde de bu böyledir) yapmaya çalışmaktadırlar. Yani tahakküm, tahakküme uğrayanlara onaylandırılmaktadır. Özellikle bizim yaşadığımız topraklarda demokrasi, sadece bir aldatma aracı ve illüzyondur. Dolayısıyla demokrasiden adalet üretmesini bekleyemeyiz. Olması gereken tam tersidir oysa yani, adaletten demokrasi üretmek. Para ile demokrasinin (zira bu ikilinin derin ve karanlık ilişkisi söz konusudur) para ile ahlâkın, para ile siyasetin “iş” ilişkisini kesin, bir de öyle bakın adaletin cemaline.

Demek ki, ne yapmalı… Demokrasinin adalet üretmesine beklemek yerine, adaletten demokrasi üretmeli…

Bu öyle, “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar” gibi zor bir denklem değildir. Çok basit bir akıl ve vicdan faaliyetidir.

Öykü bu ya, ülkenin birinde hükümet, adalete, bulaşma tehlikesi olan bir hastalık muamelesi yapıyormuş. Yani adalet bulaşıcı bir hastalıkmış onlara göre. Üstelik giderek de kendini yakıcı bir biçimde hissettiriyormuş. Adaletin bulaşmaması için başta mahkemeler olmak üzere, tüm kamu kurumları yasaklamış onu. Ama adalet “virüsü” bir kez bulaşmış insanlara, akılda durduğu gibi durur mu? Durmaz tabii… Üstelik bu hastalıktan muzdarip milyonlarca da taşıyıcısı varmış. (…)

(Yukarıdaki bitmemiş öykünün nasıl biteceğine okur karar versin istedim; bu nedenle sonunu açık bıraktım. Okuyucu öykünün nasıl bitmesini istiyorsa öyle bitirsin.)

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)