İnançtan Bilmeye Giden Yol Farkındalıktır

Günümüz psikolojisi midfullness olarak da bilinen, bilinçli farkındalık kavramını, içinde bulunulan anda yaşanan deneyimlere bilerek, isteyerek tüm dikkatimizi verme durumu olarak tanımlar. Dahası, birey, bu deneyimlere yargılamadan iyi, kötü diye sınıflandırmadan, önyargılarla sınırlamadan, kabullenici, nezaket dolu bir tutumla yaklaşır ve anı merakla, açık olduğu kadar esnek bir zihinle gözlemleyerek algılar. Bu durumdayken kişi, tüm benliği, duyuları ve zihniyle akıllıca o ana odaklanır. Acı verici olsa da kendi deneyimlerine karşı şefkatle, merhametle, değerlendirici ama eleştirel olmayan bir tutumla yaklaşır.

Bu durumun tersi ise, farkında olmama -mindlesness- durumudur. Otomatik pilot kavramıyla da açıklanan bu durum, kişinin içinde bulunduğu ana dair duygularının, düşüncelerinin bilincinde olmadığı, bilinçli bir yönelme çerçevesinde davranmadığı bir zihin durumunu ifade eder. Günlük rutinlerimiz dahilinde, yemek yeme, araba kullanma, diş fırçalama gibi yaptığımız pek çok şeyi bu duruma örnek verebiliriz. Örneğin, saatlerce araba kullanır; gaza, frene basar, vites değiştirir bir yandan konuşur, bir yandan da pek çok farklı konuyu düşünürüz. Otomatik pilotun yanı sıra, deneyimsel kaçınma diye de bir kavram vardır ki bu da duygulardan, düşüncelerden, bedensel duyumlardan kişinin kendisini uzak tutması, bir bakıma baskılama çabasıdır. Bu durum, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da kişinin psikolojik durumunda uzun süreli bir hasara yol açabilir. Oysa bilinçli farkındalık durumunda kaçınma değil, yüzleşme söz konusudur. Bu durumda kişi kendini tarafsızca gözlemlerken algısıyla tepkisi arasında bir zaman aralığı oluşur ve bu zaman aralığı yaşanan deneyimlere daha düşünerek tepki verilmesine olanak sağlar. Özetle, bilinçli farkındalık, kişinin deneyimlediği insan olma hallerine karşı hoşgörü yeteneği kazandırır.

Dolayısıyla, kazanılan bu yeti, kiÅŸinin kendisiyle yüzleÅŸmesini saÄŸlar ki bu da kendisini gerçekleÅŸtirme yönünde deÄŸiÅŸmesi; daha bilge, daha hoÅŸgörülü, daha mutlu ve doyumlu bir yaÅŸam sürmesi demektir. Sevgi ve saygıyla andığım büyüğüm Mehmet Refik Yücel’in, ‘Ä°nançtan bilmeye giden yol farkındalıktır.’ sözü bu anlamda oldukça derin bir içerik taşır. KiÅŸiler pek çok ÅŸeye inanırlar. DoÄŸdukları günden itibaren gerek toplum ve içinde yaÅŸadıkları çevre, gerek aile ve aldıkları eÄŸitim bireye pek çok inanç aşılar. Ancak bu inançlar daha ikna edici birinin sunduÄŸu yeni bir inançla her an deÄŸiÅŸebilir. Oysa bilinçli bir farkındalık durumunda önyargısız, açık bir zihninle anda kalarak bu inançlar üzerine düşünen ve bunları her yönüyle araÅŸtırarak yaÅŸamına uygulayan ya da uygulamamayı seçen kiÅŸiler için bu durum artık inançtan çıkıp bilme durumu olur. ÖrneÄŸin, sosyal bir varlık olan insanın çevreyle ve kendiyle hoÅŸgörü çerçevesinde bir iliÅŸki kurmasının önemini bütün inanç sistemleri vurgularken bunun getirdiÄŸi mutluluÄŸu ve baÅŸarıyı ancak bunu yaÅŸamında uygulayan kiÅŸiler bilebilir.

Hoşgörünün karşıtı olan durumlar ise düşünce katılığı, esnek olmama, benmerkezcilik yani başkasını yok sayarak yalnızca kendi istek ve beklentilerini ön planda tutmaktır. Benmerkezci insanlar kendilerine benzemeyen kişileri düşman olarak algılar. Önyargılar gerçek bilgiye ulaşmak için düşünmeyi engeller. Bu durumdaki bireyler baskıcı, otoriter uygulamalara yönelir.

Bu noktada aklıma gelen, Stephen King’in kitabından aynı isimle sinemaya uyarlanan YeÅŸil Yol filminden bahsetmek istiyorum. Filmin konusu izlemeyenler için kısaca şöyle: Oldukça iri yapılı, siyahi John Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkum edilir. Coffey, insanı ürküten bir dış görünüme sahip olmakla birlikte aslında oldukça ince duygulu bir kiÅŸidir ve doÄŸaüstü güçlere sahiptir. BaÅŸ gardiyan Paul Edgecomb’un, bu iri yarı adama gerçekten suçlu olup olmadığını sorması ile aralarında bir diyalog baÅŸlar. Åžifacı özelliÄŸi sayesinde Edgecomb’u iyileÅŸtiren Coffey aslında suçsuzdur. Fakat filmin sonunda elektrikli sandalye ile yaÅŸamına son verilir. Edgecomb kendisini iyileÅŸtiren bu adamı salıvermek için her ne kadar ısrar etse de Coffey bu infazı ister çünkü insanların kendisine karşı acımasızca davranışlarından yorulmuÅŸtur. Böylece dünya aslında bir ÅŸifacıyı kaybetmiÅŸtir.

Kimbilir bizlerin çevresinde de bu şekilde önyargılarla hoşgörüsüzce yargılanan, çoğunluğa benzemediği için dışlanan ve kendi içinde türlü acılar çekmeye mahkum edilen ne değerli insanlar vardır. Bu belki de yan komşumuz, sokakta yanımızdan geçen biri, birlikte çalıştığımız bir iş arkadaşımız bile olabilir. Öte yandan, başkasına iyi davranmanın öncelikle kişinin kendisini şifalandırdığı nedense hep unutulan bir konudur.

Bu konuyla ilgili California Üniversitesine bağlı Bedari Kindness Enstitüsü’nde yapılan bir araştırmaya yer vermek istiyorum. Bir grup antropolog ve psikoloğun birlikte yürüttüğü bu araştırmada iyi davranmanın, hoşgörülü olmanın insan ömrünü uzattığı; başkalarına karşı nazik olmanın yollarını ararken bile kişilerin kan basıncının düştüğünden söz ediliyor. Çevremizdekilere iyi davranmanın depresyona ve anksiyeteye iyi geldiği de vurgulanıyor.

Bütün bu bilgiler ışığında belki de kendimize tekrar dönüp bakmamız gerekebilir. Bilinçli farkındalığımız var mı? Kendimize ve baÅŸkalarına karşı hoÅŸgörülü yaklaÅŸabiliyor muyuz? Önyargılarımızdan nasıl kurtulabiliriz? Daha esnek, daha anlayışlı, daha mutlu olmak için neler yapabiliriz? Beynimizde yer alan otomatik pilotu bilerek ve isteyerek devreden çıkarabilir miyiz? Ve böylece zamanımızın büyük bir kısmını geçmiÅŸe gömülerek veya geleceÄŸe dair endiÅŸeler üreterek geçirmekten kendimizi kurtarıp ÅŸimdiki ana odaklanabilir miyiz? Belki de artık deÄŸiÅŸim zamanıdır…

Herkese sağlıklı, mutlu, neşeli günler diliyorum.

Müge BULUÇ