Dünya dillerinin büyük bir hızla yok olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bir dilin ölümü, sadece kelimelerin kaybı değildir; bir halkın hafızasının, duygularının, dünyayı algılayış biçiminin de sessizce silinmesidir. Bu yüzden bugün dil sadeleştirmesi yalnızca dilbilimsel bir mesele değil, bir halkın kültürel varoluş mücadelesidir.
Ne var ki dil sadeleştirmesi, zaman zaman yanlış bir şekilde durağanlık ve gericilikle özdeşleştiriliyor. Oysa gerçek tam tersidir: Dil sadeleştirmesi, halkların kendi kavramsal üretim gücünü canlı tutması, köklerine sahip çıkarak geleceği inşa etmesidir. Değişim elbette kaçınılmazdır; ama mesele, bu değişimin kimlerin çıkarına, hangi araçlarla yaşandığıdır.
Bu gerçeklik Türkiye’de bugün Türkçe ve Kürtçe üzerinde yaşanan baskılarda çıplak bir şekilde görülüyor. Türkçe, yalnızca Batı’nın İngilizce dayatması altında değil; aynı zamanda doğudan, özellikle İslamcı iktidarın politik tercihiyle teşvik edilen Arapça etkisi altında da eziliyor. Bu çift yönlü kuşatma, Türkçenin kendi iç dinamikleriyle sağlıklı bir dil sadeleştirmesi süreci yaşamasını giderek zorlaştırıyor.
Dil Sadeleştirmesi Bir Kültürel Direniştir
Bugün Türkiye’de gündelik hayata dikkatle bakarsak, Türkçenin iki yandan kuşatıldığını görürüz:
Bir yanda “brief vermek”, “launch yapmak”, “network kurmak” gibi İngilizce kırması ifadeler, öte yanda “tevhid”, “ümmet”, “şura” gibi Arapça kökenli kavramların siyasal alanda sistematik şekilde öne çıkarılması. Bu iki baskı da Türkçenin doğal ve yerli bir dil sadeleştirmesi süreci geçirmesini engelliyor; dili, toplumun gerçek ihtiyaçlarından koparıp hem tüketim kültürünün hem de siyasal İslam’ın araçsallaştırdığı bir mecra haline getiriyor.
Benzer bir sorun Kürtçe için de geçerli. Kürtçe tarih boyunca Türkçenin baskısı altında kalmakla yetinmedi; bugün küresel ölçekte İngilizce’nin etkisi ve bölgesel ölçekte Arapçanın artan etkisiyle de karşı karşıya. Bir yanda teknoloji ve modernleşme alanlarında İngilizce kavramlar, öte yanda özellikle dini alanlarda Arapça kökenli terimler Kürtçeye hızla sızıyor. Bu durum, Kürtçenin sağlıklı bir dil sadeleştirmesi süreci yaşamasını ciddi biçimde engelliyor.
Tarihten Dersler: Dilini Kendi İçinden Zenginleştir
Avrupa’da, özellikle 19. yüzyılda dil sadeleştirmesi ulusal kimlik mücadelelerinin merkezinde yer aldı. Almanca’da Grimm Kardeşler, Fransızca’da L’Académie Française gibi oluşumlar kendi dillerini yabancılaşmadan koruyabilmek için yoğun çabalar sarf etti. Bu sayede hem Almanca hem Fransızca, kendi iç kaynaklarıyla kavram üretmeyi sürdürdü ve güçlü kültürel gelenekler inşa edebildi.
Türkiye’de ise farklı bir yol izlendi. Özellikle son 20 yılda iktidarın Arapçayı yüceltme ve İslamcı kimliği dil üzerinden dayatma girişimi, Türkçenin sağlıklı bir dil sadeleştirmesi süreci geçirmesini büyük ölçüde sekteye uğrattı. Camilerden resmi kurumlara, televizyon dizilerinden siyasi nutuklara kadar Arapça kökenli kavramlar, Türkçeye zorla entegre ediliyor. Bu süreç, yalnızca dini bir tercihin değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm projesinin de parçası.
Benzer bir eğilim, Kürtçede de görülüyor. Özellikle dini eğitim kurumlarında ve günlük dil kullanımında Arapça kökenli kavramların ağırlık kazanması, Kürtçenin de özgün bir dil sadeleştirmesi pratiği geliştirmesinin önünde ciddi bir engel oluşturuyor.
Öte yandan İngilizcenin ekonomik ve teknolojik baskısı da özellikle genç nesiller üzerinde etkili. Bir gün boyunca duyduğumuz Türkçe ve Kürtçe cümlelerin çoğunda, ya İngilizce kırması ifadeler ya da Arapça ağırlıklı dini terminoloji bulunuyor. Sonuçta, diller karmaşıklaşıyor, düşünceler bulanıklaşıyor ve kültürel aidiyetler erozyona uğruyor.
Dil Sadeleştirmesi: Toplumsal Berraklık
Dil sadeleştirmesi, halkların kendi kavram dünyalarını berraklaştırır. Bir dil, kendi kökleri üzerinden yeni kelimeler ürettiği sürece düşünce berrak kalır; toplumsal iletişim güçlenir. George Orwell, dildeki bulanıklığın otoriter rejimlerin en önemli silahlarından biri olduğunu söylemişti. Bugün Türkiye’de “beka sorunu”, “ümmet bilinci” gibi soyut ve Arapça kökenli ifadelerin siyasal manipülasyon için nasıl kullanıldığını görmek, Orwell’in uyarılarını doğruluyor.
Kürtçe özelinde de benzer bir durum söz konusu: Kürtçe genç kuşaklar için ya unutulmuş bir miras ya da melez bir gündelik dil haline geliyor. Çünkü kendi kavram üretimi desteklenmediği için ya Türkçeden ya da İngilizceden ve giderek artan şekilde Arapçadan hazır kelimelerle doluyor.
Dil sadeleştirmesi, bu nedenle yalnızca kelime arınması değil; aynı zamanda bir halkın kendi kendine yeterli düşünebilme kapasitesini korumasıdır.
Dilimizi Sadeleştirerek Köklerimize Dönelim
Dil sadeleştirmesi, estetik bir kaygıdan öte bir varoluş meselesidir. Türkçe’yi İngilizce ve Arapça istilasından, Kürtçe’yi Türkçeleşmeden, İngilizceleştirmeden ve Arapçalaşmadan korumak; halkların kendi zihinlerini özgürleştirmesinin ön koşuludur.
Unutulmamalı:
Dil sadeleştirilirse, düşünce berraklaşır.
Düşünce berraklaşırsa, halk özgürleşir.
Halk özgürleşirse, kültürler yaşayabilir.
Bu yüzden, dil sadeleştirmesi yalnızca bir tercih değil, bir zorunluluktur.
- Dillerin Çığlığı: Kültürel Bağımsızlık İçin Dil Sadeleştirmesi - 29 Nisan 2025
- Sokrates’in Cini Neydi? - 18 Nisan 2025
- Din Özgürlüğünün Sınırları: İnanç, İhlal ve Ahlaki Tutarsızlık - 14 Nisan 2025