Sultanahmet’te Işığın Gücü: Halkın Direnişi ve İktidarın Karanlığı

Bir iktidarın çöküşü, bazen bir ışığın sönmesinde görünür hale gelir. Bazen de bir ışığın söndürülmek istenmesi, o çöküşün en net fotoğrafına dönüşür.

Sultanahmet Meydanı, yalnızca taş ve mermerden oluşan bir alan değil; zamanın ve hakikatin izlerini taşıyan bir bellektir. 7 Mayıs gecesi bu kadim meydan, bir mitingin ötesine geçerek tarihsel bir direnişe sahne oldu. CHP’nin düzenlediği büyük protesto, Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz tutuklanmasına karşı halkın ortak vicdanının yankısıydı. Yaklaşık 200 bin kişi, yalnızca bir siyasetçiyi değil, onun şahsında gasp edilen halk iradesini, çiğnenen hukuku ve yok sayılan adaleti savundu.

Ancak ne hazindir ki bu buluşmaya karşı iktidarın ilk tepkisi, karanlık oldu. Kelimenin tam anlamıyla…

Meydanın ve konuşma platformunun aydınlatılması için CHP tarafından getirilen jeneratörlerin alana yerleştirilmesi güvenlik güçleri tarafından engellendi. Emrin Valilikten ya da Saray’dan geldiği açıktı. Amaç sadece teknik bir güvenlik tedbiri değildi; bu bir siyasal tercihti. Kalabalığı ve kararlılığı görünmez kılmak, meydanı karartarak iradeyi bastırmak istediler. Tıpkı tarihte defalarca denendiği gibi…

Ama karanlık, sadece ışığın yokluğu değildir; karanlık, aynı zamanda hakikatin üzerini örtme arzusudur. Ve o gece, Sultanahmet’te 200 bin insan, o karanlığın altına gömülmeyi reddetti. Cep telefonlarının küçük ışıklarıyla, seslerinin yankısıyla, gözlerindeki kararlılıkla meydanı yeniden aydınlattılar. Çünkü bir halkın inancı, elektrik kesintisiyle sönmez. Çünkü aydınlık, önce içeride yanar.

Ekrem İmamoğlu’nun maruz kaldığı süreç, siyasi tarihimize kara bir leke olarak şimdiden kazındı. 19 Mart’ta, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, yetkisi dahilinde olmamasına rağmen İmamoğlu’nun üniversite diplomasını iptal etti. Bu hukuksuz karar, bir gün sonra, 20 Mart sabahı şafak vaktinde yüzlerce polisle yapılan ev baskınına zemin hazırladı. Ve ardından 23 Mart’ta, herhangi bir delil toplanmadan, sadece gizli tanık ifadelerine dayanarak tutuklandı.

Bu tutuklama, adli değil, siyasi bir eylemdir. Zira normal hukuk düzeninde önce deliller toplanır, suçlama yapılır, ardından yargılama başlar. Ancak burada önce tutuklandı, sonra delil arayışına çıkıldı. Gizli tanıkların “duydum”, “sanıyorum” gibi soyut ifadeleri dışında hiçbir maddi dayanağı olmayan yolsuzluk iddialarıyla bir siyasetçi susturulmak isteniyor. Bu, hukukun değil; korkunun, çaresizliğin ve baskının yöntemidir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve parti yönetimi, bu hukuksuzluğu ifşa etmek ve İmamoğlu’na sahip çıkmak için Türkiye’nin dört bir yanında mitingler düzenliyor. Sultanahmet mitingi de bu zincirin en güçlü halkalarından biri oldu.

Karanlık, iktidarın kaçış alanıdır. Görünmek istemeyenlerin, sorumluluk almaktan korkanların, halkın gözlerinin içine bakamayanların sığınağıdır. Sultanahmet’te yapılan karartma girişimi, sadece meydanı değil, aynı zamanda iktidarın ruh halini de gözler önüne serdi. Çünkü halktan kaçanlar, halka karşı yürür. Işıktan korkanlar, gölgelerin ardına sığınır.

Ve bu, sadece bir teknik karar ya da anlık bir önlem değildi. Bu, derinleşen siyasal aczin ve meşruiyet kaybının dışa vurumuydu. Ne kadar bastırmaya çalışsalar da meydan aydınlandı. Çünkü ışık, bazen bir projektörden değil, halkın gözlerinden yayılır.

Bu manzara, Gezi Parkı direnişi sırasında karartılan yayınları, karartılan ekranları hatırlattı. O günlerde de medya susturulmuştu ama insanlar birbirine sesiyle, sözüyle, ışığıyla ulaşmıştı. Şimdi de benzer bir karanlıkla karşı karşıyayız; ancak bu karanlık geçmişten farklı olarak birikmiş bir öfkeyi ve olgunlaşmış bir farkındalığı karşısında buldu.

Meydanı karartanlar, aslında kendilerini ifşa ettiler. Çünkü bazen ışığı söndürmek, hakikati görünür kılar. Ve o gece, hakikat, gözlerden değil; yüreklerden taştı.

Bu karartma, yalnızca bir mitinge değil; halkın bir araya gelme hakkına, düşünce ve ifade özgürlüğüne, demokrasiye yapılmış bir saldırıdır. Ancak her saldırı, bir karşı bilincin uyanışını da doğurur. Sultanahmet’teki o karanlık gece, aslında yeni bir aydınlığın habercisidir. Çünkü artık insanlar susmuyor, geri çekilmiyor. Gençler, kadınlar, emekçiler, öğrenciler artık yalnızca seyretmiyor, sahaya iniyor, sesini yükseltiyor.

Bu ülke, karanlıkla yönetilemeyecek kadar büyük, halkı ışığı sevecek kadar direngen. Karanlığa yaslananlar geçicidir; ışığın gücüne dayananlar kalıcı.

Ve bu ışık, halkın kendisidir.

Ve bu ışık, söndürülemez.

Hasan KAYA