Faşizm Üzerine Notlar (12)

Faşizm, “Üçüncü Yol” ve Kapitalizm

“Üçüncü Yol” ne kapitalizm ne de sosyalizm olmayan kendine has ekonomik, siyasal, ideolojik-kültürel belirleyici özellikleri olan bir üçüncü sistemin varlığını ya da olabilirliğini iddia eder; bazı ideoloji ve ülkeler de kendilerine böyle bir sistemin öncüsü/temsilcisi misyonunu addeder. Faşizm de bunlardan biridir. Burjuva faşizm literatüründe faşizmin “üçüncü yol”cu olup olmadığını yönelik ciddi bir tartışma yoktur. Var olan tartışma “üçüncü yol”cu fikir ve uygulamaların faşizmin belirleyici bir özelliği sayılıp sayılmayacağı konusundadır. “Üçüncü yol” anlayışının faşizmi belirleyen özelliklerden biri olduğunu iddia eden isimler literatürün geneli içinde azınlık durumundadır.

Bizim burada kastettiğimiz ekonomik, siyasal ve ideolojik alanların tümünü kapsayan bir “üçüncü yol” yaklaşımıdır. Dolayısıyla Sternhell gibi isimlerin ifade ettiği “üçüncü yol” değildir. Zira Sternhell faşizmi ideolojik düzlemde bir olgu olarak gördüğü ve buradan kalkarak tahlil etmeye çalıştığı için kastettiği “üçüncü yol”, faşizmin Marksist ve liberal ideolojilerden bağımsız kendi içinde tutarlı, yeni bir üçüncü ideolojik sistem olduğu anlamındadır. Nitekim Sternhell, faşizmin kar arayışı, özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerini koruduğunu ve fakat bu aynı kapitalist zemin üzerinde birey ile toplum arasındaki ilişkilerin doğasını değiştirmeye meylettiğini yazar.[1] Bu manada sadece faşizmi değil muhafazakâr ideolojiyi de aynı kefeye yerleştirmek mümkündür. Fakat bu tür bir “üçüncü yol” tanımıyla bu başlık altında ele alacağımız “üçüncü yol” anlayışı birbirinden farklıdır. Zira Sternhel’in “üçüncü yol” tanımı salt ideolojik bir içerik taşır ve bu tanım faşizmi’ kapitalizmin ve sosyalizmin dışındaki üçüncü bir sistem sayan bir içerik taşımaz. Dolayısıyla “üçüncü yol”un bu biçimdeki kullanımı şu anki tartışma alanımız dışında kalmaktadır. Eatwell açısından ise durum daha farklıdır: Eatwell’e göre de üçüncü yolculuk faşizmi tanımlayan en önemli ögelerden biridir. Faşizm uygulamada kapitalizm dışına çıkamamıştır ama gerçek faşistlerin üçüncü yol anlayışı içerik olarak kapitalizmin ve sosyalizmin dışında bir üçüncü sistemin inşası amacını ifade ediyordu. Eatwel şöyle diyor: “Farklı faşizm biçimleri, bazılarının “Üçüncü Yol” (ne kapitalizm ne de sosyalizm) olarak’ adlandırdıkları şeyi oluşturma çabaları olarak görülebilir” ne var ki faşist pratikte olanı Eatwell şöyle tanımlıyor: “ Faşistler tarafından -bn-) İşyerleriyle bu şekilde uğraşılması, tam istihdamın artmakta olduğu bir dönemde sermayenin kârlılığını artırmak için sessiz bir işgücü yaratma çabasıyla tam bir uyum göstermektedir (bu da iş sektörünün Nazi politikalarının çoğuna neden muhalefet etmediğini açıklamamıza yardımcı olmaktadır). Bu durum ayrıca Walter Benjamin gibi Marksistlerin neden faşist parti ve devletlerin “siyaseti estetikleştirdiklerini” iddia ettiklerini de açıklamaktadır. Bunun açık anlamı, işyerlerine sömürünün hüküm sürdüğü, söylemlerin ise sadece göstermelik olduğudur. Ancak hakiki faşistler (faşist eğilimli olan muhafazakârlar değil) aslında siyasal ve ekonomik bir devrim peşinde koşmaktaydılar.” Eatwell’e göre bu devrim “hem bölücü piyasa mekanizmalarından hem de verimsiz devlet planlamasından sakınmak için üçüncü yolcu üretim ilişkileri çerçevesinde …merkezi bir ekonomiyi gerektirmekteydi. Bu siyasal ekonomi biçimi otoritesini güçlü devletten (liderin temsil ettiği), itici gücünü ise fedakâr ve milliyetçi bir çalışma etiğini tüketimcilikle birleştiren sivil toplumdan almaktaydı.” [2]

Sternhell, Eatwell, Grıffın gibi üçüncü yolculuğu faşizmin belirleyici tanımsal özelliği sayanlara yönelik bizzat burjuva literatürü içinden yaygın ve doğru bir eleştiri yöneltilir. Bu eleştiri özetle faşizm dışında da “üçüncü yol”culuk iddiasında bulunun akımlar bulunduğunu ve bu nedenle “üçüncü yol”cu olmasının faşizmin belirleyici özelliklerinden biri olarak saymanın açıklayıcı olmaktan çok karışıklık yaratacağı doğrultusundadır. Bu eleştiri “doğru” bir eleştiridir ama çok daha önemli iki hususu es geçer. İlk olarak “üçüncü yol”culuğun hem ideolojik söylem olarak hem de bir tür devlet müdahaleciliği ve karma ekonomi uygulaması olarak bizatihi kapitalizme dair bir olgu olduğunu ve ikinci olarak, bunun o dönemin faşizminde önemli bir argüman olmakla birlikte faşizmin ille de üçüncü yol anlayışı ile birlikte var olmak zorunda olmadığını[1]. Önce faşizmin belirleyici özelliği olarak kabul etmeseler bile faşizmin “üçüncü yol”cu olduğu genel kabulü üzerinde duracağım.

Faşizm “Üçüncü Yolcu”mu?

Eğer faşizmin Marksizmin/sosyalizmin bir türü olduğu iddia edilmiyor ve fakat kapitalizmle de ilişkilendirilemeyeceği söyleniyorsa; bu yaklaşım doğal olarak faşizmin, her ikisinden bir şeyler almakla birlikte kapitalizm ve sosyalizmden bağımsız yepyeni üçüncü bir sistemsel seçenek olarak değerlendirildiği anlamına gelir. Bu yaklaşım burjuva literatürde egemendir ama tümü içinde biz Passmore’nin iddialarını ele almaya çalışacağız. Zira onun bu konudaki yaklaşımları literatürün derli toplu bir araya getirilmiş, halidir. Kapitalizmin faşizm döneminde hiçbir engelle karşılaşmamak bir yana daha da gelişkin bir hal aldığı iddialarını kabul eden Passmore, bu durumun faşizmin kapitalizmle barışıklığını göstermeyeceğini belirterek [3] “Zira kapitalizm öyle bir şeydir ki, özel mülkiyetin yasaklanmadığı her yerde gelişmesini sürdürür. Büyük işletmeler ilkede karşı oldukları rejimlere uyum sağlamakta muazzam bir yetenek göstermiş oldukları için faşizmi kapitalist bir rejim olarak nitelemek fazla ileri gitmek olacaktır” demektedir. Evet kapitalizme karşıt bir rejim belirli bir süreliğine ve bu kesimler karşısında kuvvetli iktisadi ve siyasi tedbir ve kısıtlamalarla özel mülkiyet ve piyasa ekonomisine kısmen yer verebilir ama belirttiğimiz gibi şirketlerin ya çok büyümesine izin vermez ya da bizzat bu şirketler devlet tarafından sıkı biçimde kontrol altında tutulur. Oysa Nazizm döneminde bu büyük şirketlerin sıkı devlet kontrolünde olması bir yana ekonominin belirleyici kurumları tekellerin kontrolüne bırakılmıştır. Passmore acaba özel mülkiyeti kaldırmayan faşizmin piyasa ekonomisini ortadan kaldırdığını mı iddia ediyor? Zira böyle bir iddia yoksa özel mülkiyet ve piyasa ikilisinin bir aradalığı ve egemenliği zaten bize kapitalist sistemin tarifini verir.[2] Passmore, acaba devletin piyasaya müdahale etmesinin yaygınlaşmasını ve bazı kamulaştırılmalara gidilmesini sadece faşizme özgü ve dolayısıyla kapitalizme aykırı bir durum olarak mı tariflemektedir? Bu durumda faşizm olmadığı kesin olan sosyal devlet, refah devleti, devlet kapitalizmi vb. olarak anılan bir dizi dönemin de kapitalizmin dışında ve hatta kapitalizm karşıtı sayılması gerekir. Üstelik bu dönemler faşizm dönemlerine göre çok daha fazlasıyla piyasaya ve özel mülkiyet haklarına müdahale etmişlerdir. Dahası iki dünya savaşından sonra geç kapitalistleşen ve geç ulus devletleşen ülkelerdeki kapitalist gelişme -karma ekonomi de denilen- özel mülkiyet ve piyasayı temel almakla birlikte yaygın devlet müdahalesi ve korumacı önlemlerle elele yürümüştür. Bu yaklaşımla kapitalizmin doğuşundan dört beş yüzyıl sonra hala dünya ekonomisi içinde kapitalist ekonominin küçük bir adacıktan ibaret olduğu gibi bir sonuca ulaşılması gerekecektir. Ayrıca ve yukarıda aktardığımız gibi, faşizm dönemindeki pek çok kamulaştırma, kapitalizmin en liberal uygulamalarında ve dönemlerinde de rastladığımız türden “zararların kamulaştırılması ve karların özelleştirilmesi” anlayışının bir benzeridir. Zarar edenlerin kamulaştırılıp kar eder hale getirildikten sonra yeniden özel sektöre devredilmesi yöntemi temel biçimdir. Sonuç olarak Passmore’ye göre, faşizmi iktidar öncesinde giderek artan biçimde destekleyen, iktidar döneminde ise tümüyle arkasında duran bir büyük işletmeler gerçeği var ve bu büyük işletmeler, faşizm döneminde olağan rejimlerde elde edemeyecekleri imtiyazları elde ediyorlar ve olağan dışı bir büyüme yaşıyorlar. Ama ironik biçimde bu rejim kapitalizme karşıt. Bu mantığa göre büyük sermaye, kapitalizme, yani kendi varlık nedenine karşıt bir güçle hiçbir ciddi çatışma içine girmeksizin -bazı tekil gerilim ve çatışmalar hariç- büyük ölçüde uyumlu ve çok kazançlı bir ilişki sürdürüyor. Bu durumda beklenen en azından bu sürecin belirli bir noktasında büyük sermayenin kendi varlık nedeni olan kapitalizme hasımlık besleyen bu güçle açık ya da örtülü ama ciddi bir çatışma içinde olmasıdır. Passmore’nin bu savı bize aslında burjuva literatürün temel iddiaları arasında bulunan sermaye ve faşizmin çatışmalı ilişkisine ilişkin iddiaların güçsüz temelini ortaya koymaktadır ve bir önemi varsa da buradadır. Zira sermayenin ve büyük sermayenin kendi çıkarlarına olan her türlü rejimle, otoriter ya da faşist olmasına bakmaksızın son derece uyumlu bir ilişki içinde olabildiğini ve ona atfedilen ve zaten en baştan sınırlı ve şarta bağlı olan demokratiklik payesinin tekelci kapitalizm aşamasıyla birlikte çok daha yüzeysel, sınırlı ve silik bir gölgeye dönüştüğünü göstermektedir.  Michel”in de açıkça vurguladığı gibi “Sanayiciler Hitlerle bağlarını koparmayı İtalya’da Mussolini’yle olduğu gibi- ancak askeri yenilginin sonunda düşüneceklerdir” zira “genel durum sanayici ve bankerlerin hoşnut olduğu bir durumdu”[3]

“Üçüncü Yol” üçüncü bir sistem mi yoksa kapitalizme dair mi?

Az yukarıda faşizmin “üçüncü yol”cu olarak nitelenmesine faşizm dışında da “üçüncü yol”culuk olduğu gerekçesiyle karşı çıkışlar olduğunu, bu karşı çıkışların gerekçesinin ‘doğru’ olmakla birlikte çok daha belirleyici bir gerekçeyi es geçtiği içinde eksikli ve yanlış olduğunu belirtmiştik. Es geçilen belirleyici gerekçe ise “üçüncü yol”culuğun hem ideolojik söylem olarak hem de bir tür devlet müdahaleciliği ve karma ekonomi uygulaması olarak bizatihi kapitalizme dair bir olgu olduğudur. “Üçüncü Yol” culuk her zaman bu adla anılmasa da işin içeriği bakımından özellikle de 1. Dünya Savaşından 1990’lara kadar tüm kapitalizm coğrafyasının egemen ideolojik meşrulaştırıcı söylemlerinin başlıcalarındandır.

Kapitalizmde özellikle de ciddi kriz dönemlerinde devletin rolünün ve içe kapanmacı eğilimlerin artması kapitalizm tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ama özellikle 1.ve 2. Savaş dönemlerinden 1990’lara kadar uzanan kapitalizm tarihi açısından bakıldığında ise bu iki özelliğin bütün kapitalist ülkeleri belirleyen ortak ve süreğen bir özellik haline geldiğini görmekteyiz. Bu geylişmenin birbiriyle bağlantılı birçok nedeni söz konusudur. Kabaca sıralarsak: Emperyalist hegemonya krizi ve savaşlar, sosyalizmin bir dizi ülkede iktidar oluşu ve işçi sınıfının örgütlü gücü, 1929 krizinin yarattığı ağır sorunları aşmak için gelişmiş kapitalist ülkelerde sosyal devlet ya da refah devleti, daha az gelişmiş kapitalizmlerde ithal ikamecilik ya da karma ekonomi adı verilen Keyneysen anti kriz politikalarına yönelinmesi, bu aynı süreçte geç kapitalistleşme ve uluslaşma yaşayan, sermaye birikimi ve sınıfı zayıf olan ülkelerde devletin sermaye birikiminin altyapısını ve bazı sermaye kesimlerine “tekelci” kayırmalar sağlayarak güçlü bir sermaye sınıfını yaratmak amacıyla özel ve belirleyici bir rol oynaması anlamındadır.

Ama hepsinden önemlisi özel mülkiyet ve serbest piyasa ekonomisinin yarattığı eşitsizlik ve bunalımlar karşısında kapitalizmin sosyalizm karşısında bir ekonomik model olarak savunma hali yaşadığı bir dönemdir söz konusu olan. Bu tarihsel aralıkta anti komünist mücadelenin iki önemli argümanından biri kapitalizmin artık eski (vahşi) kapitalizm olmadığı, sosyalizmin iyi yanlarının içerildiği bir sosyal kapitalizm haline geldiğiydi. Yeni kapitalistleşen ve uluslaşan çoğu eski sömürge ya da yarı sömürge olan ülkelerde ise yeni ve geri kapitalizmlerine yönelik meşrulaştırma -bu ülkelerin çoğunda kapitalizm ile sömürgecilik/emperyalizm özdeş görüldüğü ve eşit bir nefretle anıldığı için -kendi sistemlerinin kapitalizm ve sosyalizm değil de üçüncü bir yol olduğu argümanı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Bu sosyalizmle rekabette savunmacı bir ideolojik stratejiydi. Kapitalist dünyanın daha ofansif meşrulaştırıcı argümanı ise -manidar biçimde yine kapitalizmin ekonomik üstünlüğü üzerinden değil-en azından ileri kapitalist ülkelerin bir bölümü açısından gerçek olan ve sosyalizminse zayıf karnını oluşturan siyasal demokrasi üzerinden geliştirildi. “Özgür Dünya” ve “Demir Perde Diktatörlükleri”. Sosyalist deneyimler içsel zaaflarını aşamayıp tek tek tasfiyeye uğrayınca ve peşi sıra neo liberal hegemonya pekiştirilince  ancak o zaman kapitalizm kendini kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin üstünlüğü üzerinden güvenle ve açıkça savunur hale geldi; liberal demokrasinin yanına hatta başına kapitalizmin ve serbest piyasanın üstünlüğü ve alternatifsizliği de eklendi. Bu ikinci bahar döneminin yarattığı özgüven ise 2008 kriziyle birlikte sona erdi

“Üçüncü Yol” kavramı ideolojik anlamda kapitalizm ve sosyalizmden farklı  bir ara sistem tahayyülünü ifade eder. Pratikte ise devlet ve özel sektör arasında denge kuran bir karma ekonomi olarak karşılığını bulur. Ne var ki gerçekte bu ayrı ve kendine has bir sistemin değil bir geçiş süreci durumunun ya da Keynesyen bir anti kriz politikasının yürürlükte olduğunun göstergesidir. Belirttiğimiz gibi bu deneyimlerin bir kısmı otoriter iktidar biçimleriyle bir kısmı da daha demokratik yöntemlerle birlikte var olabilirler. Fakat bunların hiçbiri kapitalizmin ve sosyalizmin dışında ve onlara alternatif olan bir üçüncü sistemin varlığı anlamına gelmez.[4] Öyle olsaydı biz herhalde bugün kapitalizm ve sosyalizmin yanı sıra üçüncü bir evrensel sistemin varlığından haberdar olurduk. Kendini “Üçüncü Yol” olarak adlandıran akım ve ülkelerin tümü kapitalizmi aşmak bir yana onu geliştirmiş ya da tazeleyerek krizden çıkarmışlardır. Sonuç olarak “Üçüncü Yol” başlığı altında bir araya getirilebilecek tüm örnekler devletin ekonomideki rolünün önemli olduğu kriz karşıtı kapitalist birikim stratejilerin uygulanıyor olmasını veya feodalizmden kapitalizme geçiş süreci gibi olağanüstü durumların varlığını işaret eder. Faşizm de kapitalizmin ve serbest piyasanın ekonomik, siyasi, ideolojik tüm alanlarda yaşadığı bir krizin türevi olan olağanüstü bir rejim olarak kendini meşrulaştıran” üçüncü yol”cu söylemlere ve devletin verili krizi aşmak ve kapitalizmi gerici bir temelde restore etmek doğrultusunda özel bir rol oynadığı “üçüncü yol”cu uygulamalara sahiptir; ama açık biçimde kapitalizme dair bir olağanüstü rejim olarak.


[1]Örneğin günümüzde faşizm ortada ciddi bir komünist tehdidin olmadığı bir dönemde yükseliş içindedir ne kapitalizm ve ne komünizm argümanının eski karşılığı ortada yoktur. Gerçi kapitalizmin genlerine işlemiş olan komünizm korkusu ve karşıtlığı faşist hareketlerin belirleyici özelliklerinden biri olmaya devam etmektedir ve muhtemelen etmeye de devam edecektir. Ne var ki kapitalizm, hatta neo liberalizm eleştirisi ve dolayısıyla “üçüncü yol” söylemi en azından şu ana kadar faşizan hareketlerin gündeminde anlamlı bir yer oluşturmamaktadır. Azgın bir neo liberalizm, içe kapanma, göçmen ve yabancı karşıtlığı (ırkçılık) şu anki faşizan dalganın öne çıkan en belirgin özellikleridir.

[2] Literatürün ilginç yanlarından biri de kapitalizmi özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerinin hakim karakterde olmasıyla değil sanki liberal siyasal değerlerin hakimiyetiyle eşitliyormuş izlenimi uyandırmasıdır.

[3] Michel, a.g.e., s:62

[4] “Üçüncü Yol” kavramının sosyalizme dair olarak hiç kullanılmaması manidardır. Oysa sosyalist deneyimler içinde de özel mülkiyet ve serbest piyasanın devlet müdahalesi ve içe kapanma ‘kendi kendine yeterli ekonomi) ile bir arada bulunması sık rastlanan bir durumdur. Sosyalizm literatürde bu ikili yapı bir üçüncü ara sistem gibi görülmez; genel olarak “geçiş toplumu” veya geçiş toplumu kavramının daha özelleştirilmiş biçimleri olan “demokratik devrim”, “kapitalist olmayan kalkınma yolu” vb. gibi tanımlar kullanılır. Bu durumun kendisi de “üçüncü yol”un genel değil kapitalist dünyaya ait  bir kavram olduğuna ilişkin anlamlı bir veri sayılabilir.

 

Mahmut ÜSTÜN