AKP iktidarını tanımlarken ve siyasal rejimin hareket prensiplerini açıklarken sıklıkla başvurulan ‘siyasal İslam’ kavramı, istisnasız hemen tüm olaylara ve olgulara uyarlandığı için muğlaklaşmaya da başlamıştır. Devletin piyasa ilişkilerine müdahalesini, toplumsal artığın bölüşümünü, egemen sınıflar arasındaki ilişkilerin seyrini, temel kamu hizmetlerinin dönüşümünü, siyasilerin konuşmalarını ve benzeri pek çok kavramı açıklamakta başvurulan Siyasal İslam kavramı, artık taşıdığı bu ideolojik yükleri de kaldıramaz olmuştur(!)
Siyasal İslam’ın ideolojik deformasyonu ilk başta muhalifleri doğrudan ilgilendirmiyormuş gibi görünebilir ancak kavramın sınırlarının aşırı zorlanması, bir kapıyı kapatırken başka bir kapıyı açmaktadır. Toplumda sol alternatifsizlik duygusunun geçerlilik ve yaygınlık kazanması siyasetle organik ilişkisi bulunmayan kitlelerin dikkatini Siyasal İslam’a rakip gibi görünen başka bir alana çekmektedir: “Gerçek din bu değil…”
Siyasal İslam’a karşı kutsal kitabın literal yorumuna dayandığı iddia edilen veya sünnetlere/hadislere dayalı bir açıklama dizgesiyle oluşturulan “gerçek din bu değil” akımı, kendisini yerli bir kurtuluş teolojisi formuna büründürmeye çalışsa da başarılı olamamaktadır. Öte yandan bu gayretkeşliğin bir ürünü olarak Siyasal İslam’a karşı “hakiki” İslam diliyle konuşmak da giderek popüler hale gelmektedir. Meclis kürsüsünde, Komisyon toplantılarında, televizyon programlarında muhalefet partilerinden vekillerin sıkça telaffuz ettiği dinsel kalıplar ve referanslar yaygınlık kazanmaktadır: “Bu yaptığınız dinle bağdaşmaz” türünden serzenişlerdeki veya iktidarın eylemlerine karşı Veda Hutbesi’nden alıntılarla yapılan eleştirilerde olduğu gibi…
İşin aslı, bu dil, Siyasal İslam’ın karşısında farklı koordinatlara sahip bir ideolojik alan tarif etmediği gibi, Siyasal İslam’ın kendisini yeniden üretmesine de katkıda bulunmaktadır. Siyasal İslam’ın ve “gerçek din bu değil” akımının şekillendiği söylemsel formasyon alanı fizik ötesi sınırlarla çizildiği oranda yine dinsel ideolojinin alanını güçlendirmektedir. Michel Pêcheux’nün ‘söylemsel formasyon’ kavramından yola çıkarsak, söylemlerin ve söylemsel süreçlerin tümü tarihsel ve toplumsaldır; aynı zamanda ideolojik ilişkiler içerisinde biçimlenir.[1] Bu nedenle “gerçek din bu” ya da “gerçek din bu değil” tartışmasından ziyade, her iki İslami söylemsel formasyonun hangi koşullar altında şekillendiği sorusuna verilecek yanıtlar önemlidir.
Siyasal İslam’ın söylemsel formasyon niteliğini salt propaganda düzeyindeki eleştirellikten çıkarıp başka bir düzlemde ele alarak inceleme vakti gelmiştir. Çünkü 2010 yılındaki Anayasa Referandumu’ndan bu yana sistematik bir şekilde yargıyla birlikte devleti yeniden düzenleyen, OHAL döneminde bu düzenlemeyi hızlandıran, referandum görünümlü 16 Nisan plebisiti ile taçlandırarak Cumhurbaşkanlığı Sistemini getiren AKP sürekli aşama kaydederken ideolojik ‘sabiti’ kabul edilen siyasal İslam’ın aynı kaldığını düşünmek hatalı bir kavrayış olacaktır.
Siyasal İslam, iktidar partisinin ve egemen sınıflar arasındaki ilişkilerin kavşak noktasında bulunduğu için maddi ve konjonktürel çıkarlar doğrultusunda ‘başkalaşıma’ uğramaktadır. Bir tarafta Türkiye’de sağ siyasetin modus operandi’si olarak “dini siyasete alet etme” kalıbı yer alırken, diğer tarafta da artık ‘resmi ideoloji’ haline gelmiş bulunan Siyasal İslam vardır. Yeni olan, Siyasal İslam’ın dünyevileşme örüntüsüdür.
Siyasal İslam’ın bir ‘siyasal din’e dönüşümünü Emilio Gentile’nin faşizm ve din arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında yer alan ampirik ve teorik bulgulardan hareketle değerlendirebiliriz.[2] Gentile, Mussolini İtalya’sında siyasetin kurumsallaşmasını incelerken, ‘siyasetin kutsallaştırılması’ olarak andığı sürecin nasıl olup da rejimin yapıtaşlarından birisi haline geldiğini tartışmaya açmıştır. Gentile’nin ideolojik düzeydeki ‘siyasal din’ tartışması Siyasal İslam’ın güncel durumunu incelerken perspektif sunabilir.
Türkiye’de “dinin siyasete alet edilmesi”, Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” eserinde de belirttiği üzere, emperyalist odakların ‘din istismarcılığını’ derinleştirmek ve yaygınlaştırmak suretiyle sınıfsal pozisyonlarını korumaya dönük bir amaca hizmet ediyordu.[3] Nitekim sağ demagojinin asli öğesi olan ‘din istismarcılığı’ bilhassa seçim dönemlerinde sağın rakipleriyle giriştiği polemiklerde solu kriminalleştirmesiyle sürdürüldü.
Siyasal İslam’ın son birkaç yılı, dinin geleneksel siyasallaşmasından öte, iktidar partisinin ve liderinin her yaptığının ‘dinselleştirildiği’, daha doğrusu, her siyasal eyleme kutsiyet atfedildiği, devletin yerleşik teamüllerinin dinsel bir içerik yüklenerek yeniden anlamlandırıldığı, siyasetin bizatihi ‘kutsallaştırıldığı’ bir dönem oldu.
Gentile’ye göre “siyasetin kutsallaştırılması” kavramıyla siyasete geleneksel dinsel kurumlardan farklı olarak özerk bir dinsel boyut eklenmesi kastedilmektedir. Bu söylemsel formasyon kutsallaştırılmış dünyevi bir varlığa duyulan inançla, müminler topluluğuna duyulan sadakatle, coşkulu bir eylemsellikle karakterize olur ve zafere giden yolda bireylerin yaşamlarını feda etmelerini ima eden kimi efsaneler, ayinler, semboller ve temsiller üzerinden şekillenir.[4] (Örnek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”, “soyu yüce” olarak bahseden ve toplatılan “Erdoğanname” kitabı hatırlanabilir.)
Siyaset gitgide daha da dinsel bir nitelik kazanmaya başlamaktadır; parlamento çatısı altında, devlet kurumlarında, gündelik yaşamda siyaset ‘siyasal din’ haline dönüşmektedir. ‘Siyasal din’, egemen sınıfsal güç merkezlerinin varlığına kutsiyet kazandırır, bireyi toplumsal yaşamın dinsel referanslarla tanımlandığı bir inanç sisteminin merkezinde konumlandırır, iyiyi ve kötüyü tayin eder, bireyi kutsallaştırılmış bir varlığa bağlar ve en nihayetinde birey o kutsal varlığa sadık kalmaya ve adanmışlığa zorlayan yeni bir toplumsal etikle uyumlu hale getirilmiş olur.
Gentile, “siyasetin kutsallaştırılması”yla birlikte bireyin kendisini seçilmiş bir topluluğun üyesi olarak ve siyasal eylemlerini ise ilahi bir vazifeyi gerçekleştiriyormuş gibi düşünmeye başladığını belirtir. Bu da bir tür ‘siyasal komünyon’ törenidir; komünyon ayini aracılığıyla üyeler seçilmiş topluluğa katılır. Mitolojik ve sembolik bir kutsal tarih anlatısı üzerinden kurumsallaştırılmış bir tapınma mimarisi inşa edilir. (Örnek olarak “Erdoğan’a itaat farz, karşı çıkmak haramdır” diyen ve görevden alınan rektör hatırlanabilir.)
Siyasal İslam ideolojisi yukarıda tarif edilen ‘siyasal din’ formu somutluğunda belirginleşmektedir. Artık yalnızca kutsal kitaptan alınmış referanslarla örülü bir dünya görüşü yoktur; bunun yanısıra başkanlık sisteminin sınıfsal monist yapısına özgü hiyerarşiyi de içeren, bütünsellik iddiasına sahip ve kendisini sürekli koşullara göre güncelleyen bir maddi ideolojik yapı da bulunmaktadır. Bu sayede Siyasal İslam, siyasetin işleyen maddi mekanizmaları üzerinden tersinir biçimde bir nevi ‘dünyevileşmektedir’.
Siyasetin bu türden ‘kutsallaştırılması’ ile geleneksel dinlerin siyasallaştırılması bir ve aynı şey değildir ancak bu kutsallaştırılmış siyasetin geleneksel dinle hiç bir bakışımlılığı olmadığı anlamına gelmez. Öyle ki, siyasal dinler sıklıkla geleneksel dinin unsurlarını kapsayarak dönüştürür ve içerirler. Siyasal din ile geleneksel dinin çelişmesi ve çatışması, siyasal dinin doğaüstü kutsal varlığı reddetmesi gerekmez ve de beklenmez. Bu nedenle Siyasal İslam’a “gerçek din bu değil” söylemiyle meydan okumanın, bu söylem üzerinden argüman seti üretmenin kutsallaştırılmış siyasetin hegemonya alanı üzerinde hiçbir belirleyiciliği bulunmamaktadır. Çünkü tıpkı ideolojiler gibi söylemlerin etki alanını da köken aldıkları maddi üretim süreçleri belirlemektedir.
‘Siyasal din’e karşı muhalefet, diskurunu din dışı bir alandan kurmak zorundadır. İktidarın dinsel bir örüntü ve görüntü kisvesi altında aslında düpedüz dünyevi ilişkilerle hareket ettiği bir momentte, muhalefetin meşguliyet ve mücadele alanında da yoksulluk, geçim sıkıntısı, işsizlik gibi emekçi sınıfların ortak ve ‘dünyevi’ sorunlarının yer alması gerektiği apaçıktır. Ve daha da önemlisi, bu dünyevi sorunlara Veda Hutbesi’nden, hadislerden alıntılar yaparak değil maddi somut ve çözümler içeren ‘dünyevi’ yanıtlar verilmelidir.
Bu yazıNIN ilk kez yayınlandığı sayfanın linki: https://devletvesiniflar.blogspot.com/2018/11/emilio-gentile-uzerinden-siyasal-islam.html
[1] Bkz. Michel Pêcheux, Language Semantics and Ideology, çev. H. C. Nagpal, Palgrave, 1983.
[2] Emilio Gentile, “Siyasetin Kutsallaştırılması”, çev. İsmail Ilgar, Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları içinde, (der. Constantin Iordachi), İletişim Yayınları, 2015. Emilio Gentile, “Fascism as Political Religion”, Journal of Contemporary History, 25: 2/3, 1990.
[3] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni Birinci Kitap, Tekin Yayınevi, 1976, sf. 564-565.
[4] Gentile, “Siyasetin Kutsallaştırılması”, sf. 419-421.
- Madencilik Sektörünün Dinamikleri: İlksel Birikim, İhracat ve Ekstraktivizm - 26 Eylül 2023
- “Yeni Sanayi Devrimi”: Üretken Sermayenin “Yeniden” Mekânsallaşması - 2 Eylül 2023
- Kapitalist Devlette Organize Suçun İşlevleri – Kansu Yıldırım - 23 Ağustos 2023