1972’de Erzurum’da yerelde yayınlanan “DEVRİM” gazetesinde günlük köşe yazıları yazardım.
30 Mart 1972 günü Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de katledilince büyük bir öfke duydum ve 31 Mart’ta köşe yazımda “DEVRİMCİ KATLİAMI” başlıklı bir yazı yazdım.
12 Mart döneminin dehşetli günleriydi…
Birkaç gün sonra işin kokusu çıktı. Gazetenin sahibi Avukat Dündar Özden, telaşla beni çağırarak yazı hakkında Basın savcılığı tarafından soruşturma açıldığını, adamların çok kızdıklarını ama kendisinin araya girip benim “henüz çocuk!” olduğumu vb. söyleyerek işi yatıştırdığını anlattı.
Bana da hem övgü hem de nasihat etti.
“Bak” dedi “Recep, ‘taş’ desen üzerinde sayfalarca yazı yazacak kabiliyetin var. Niye illa siyaset yazıyorsun. Çiçeklerin üzerine yaz, böceklerin üzerine yaz, edebiyat yaz, şiir yaz…”
O günden sonra gazeteye “siyasi” yazı yazmamı da yasakladı.
Üç-beş gün sonra da kapımıza ilk kez polis geldi. Evde annem vardı, haliyle çok telaşlandılar ‘neyin nesi’ diye? Meğerse ifade vermem için savcılığa çağrılıyormuşum; karakol polisi bunu tebliğ etmeye gelmiş. Tabi tebligat yaptığı kişinin koca bir adam değil de daha bıyığı sakalı bile çıkmamış bir lise talebesi olduğunu görünce çok şaşırdı. 15 Yaşındaydım…
İfade günü evde bir heyecan vardı. Annem benim temiz tertipli görünmem için sağımı solumu düzeltip kontrol etti. Hayır dualar ederek yolculadı.
Basın Savcısı kır saçlı yaşlıca bir adamdı. Gözlüklerinin üzerinden dik dik bakarak sordu:
“Evladım!” dedi “Kim bu, yazdıkları yazının altına senin imzanı atıyor!?”
“Hiç kimse..” diye cevap verdim: “Kendi yazdıklarımın altına kendim imza atıyorum!”
Tuzaklı soru boşa düşünce başka bir şey sormadı, “Hıı..” deyip ifademi imzalatıp gönderdi.
Sonradan bu yazı hakkında TCK 142. madde “Komünizm propagandası yapmak” ve TCK 159. “Devletin, hükümetin, ordunun, adliyenin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif etmek” suçlamarından dava açıldı.
Sonraki maceralara girmeyeceğim. Bu dava, ben Diyarbekir’deyken de Erzurum’da devam etti. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi dosyaları birleştirmeyi kabul etmemişti. Beni Erzurum’daki duruşmaya götürmek için Diyarbekir Cezaevinden aldılar ve tam 17. yaş günümü 16 Şubat 1973 gecesini ayaklarımdan sandalyeye zincirli olarak Diyarbakır Yenişehir Karakolu’nda geçirdim.
Ertesi gün yanıma iri yarı bir polis katarak Elazığ üzerinden otobüsle Erzurum’a gönderdiler. Gece yarısı zemheri yşayan kente indik. Refakatçı polis Erzurum’u tanımıyordu, Emniyet binasının nerede olduğunu da bilmiyordu.
“-Sen biliyor musun, beni götürebilir misin?” diye sordu, “Evet…” dedim. Yolda bana kelepçe takmamıştı. Yine takmadı, elimi sıkı sıkıya tutarak paltosunun cebine soktu. “Kaçmazsın değil mi?” diye şaka yollu tembihledi.
Mahkemeye çıkana kadar 3-4 gün Gürcü Kapı karakolunun nezarethanesinde kaldım. Haber yollayınca Eren abim beni ziyarete geldi. Aile Erzurum’u terk etmiş, bir tek o kalmış… O da İzmit’e diğer abimlerin yanına gitmeye hazırlanıyormuş.
Kedim “Beyaz”ı sordum, sahipsiz kalınca azımış, bazen geliyormuş eve…
Mahkemede sorgumu verdim, yazdıklarımı savundum. Kızıldere’de yaşananın bir katliam olduğunu, devrimcilerin yok edilmeye çalışıldığını söyledim.
Sonradan Diyarbekir’deki davadan farklı olarak bu davadan da bir yildan fazla ceza verildiği tebliğ edildi bana. Yaş küçüklüğünden dolayı epey düşmüş… falan… ama zaten 1974 Affi ile bu cezalar da silindi…
45 yıldır memlekette değişen nedir? Devrimciler, demokratlar, sosyalistler, özgürlük ve demokrasi isteyenler yine katlediliyorlar. Sürülüyorlar, sistemin dışına atılıyorlar.
1975 – 80 arası 5 binden fazla genç öldürüldü. 1980 sonrası, hapishane ve işkencelerde yüzlerce insan öldü veya sakat kaldı. 1990 yıllardan sonra gerilla mücadelesi sırasında 35 bin genç hayatını kaybetti… Bugün de yıkım, kırım halen tüm şiddetiyle sürüyor..
Ölenlerin yanı sıra daha onbinlercesi hapishanelerde, sürgünlerde yaşadı. Daha belki bir o kadarı da ne okullarına devam etme, ne kariyer ve meslek yapma imkanı bulamadılar. Onların önü kesilince diğerleri bütün köşebaşlarını tuttular. Bir tarafın ezilmesi üzerine kurdular saltanatlarını.
TC Başkanı olacak adam halen “Komünistlere Üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz” diyor. Acaba komünistler 40 yıldır Üniversitelerde okuyabilselerdi sen “Başkan!” olabilir miydin, diye sormak gerek…
Bugün Türkiye’de toplumun, yönetimin bu yoz-yobaz gericiliğine baktığımızda, geçtiğimiz yarım asır içinde yaşanan katliamların; ülkenin en seçkin, en duyarlı, pırıl pırıl gençlerinin biçilmesinin büyük payı olduğunu teslim etmek gerek.
Bu toplumdan bir şeyler artık “çok daha zor” çıkıyorsa, toplumu çöle çeviren bu budamaların etkilerini de hesaplamak gerekiyor.
Kaybedilen bu kuşaklar yaşasaydı acaba toplum yine böyle mi olurdu?
- Ağrı Kesiciler ve Uyuşturular - 12 Mart 2023
- Yardım Ekipleri Ayrılırken - 14 Şubat 2023
- Ukrayna işgali, Tarihin Aynası - 26 Şubat 2022