
Toplumsal hafıza sorunlarıyla uÄŸraşırken “unutma” ve “hatırlama” üzerine karmaşık sorunlarla karşılaşırız.
Acıları ve acı veren şeyleri UNUTMAK gerekmez mi?
Rutinine dönmek için unutmak daha doğru değil mi?
Beri yanda, tarihsel haksızlıklar, sürgün ve soykırımlar, siyasal zulümler, iÅŸkenceler, cinayetler, adaletsizlikler karşısında ise her zaman “UNUTMAYACAÄžIZ” deriz.
Hatta unutmamaya söz veririz!
Acı veren sorunları UNUTARAK mı, yoksa HATIRLAYARAK mı aşabiliriz?
Canlı organizmaların yaşam refleksi ile toplumsal yaşamın reflekslerini benzeştirebiliriz.
Organizmamızın herhangi bir yerinde bir acı duymamız, CİDDİ bir sorunumuz olduÄŸu hakkında bizi uyarır. Bu yüzden ACI’yı hissetmek SAÄžLIKLI’dır…
Sorun ACI’nın gösterdiÄŸi SORUNU çözüp çözemediÄŸimizle ilgilidir.
İnsanlar genellikle acının kaynaklık ettiği sorunu çözmek yerine, acıyı hafifletmek, dayanılabilir kılmak için AĞRI KESİCİ kullanmaya meyillidir. Fakat AĞRI KESİCİ (unutmak, unutturmak) bir tedavi değildir; sadece duygularımızı manüple edilmesidir.
EÄŸer bir sorunu tedavi etme sürecine yardımı olacaksa AÄžRI KESİCİ kullanmak kolaylaÅŸtırıcı olabilir ama AÄžRI KESİCİ’ler tedavinin yerini alırsa iÅŸte bu bir sorundur.
Toplumsal organizmamızın aldığı yaralar için de aynı ÅŸey geçerlidir derim. MaraÅŸ, Hatay ve Adıyaman’ı yok eden DEPREMİN büyük acılar, trajediler ve sorunlar yaÅŸattığı, yaÅŸatmakta olduÄŸu aÅŸikar. Bu sorunlar, kısa ve uzun vadedi nasıl çözülecek?
Toplumsal acılar için de AÄžRIKESİCİLER’e baÅŸ vuruyoruz. Acının ÅŸiddeti belki bunu makul kılıyor. ÇoÄŸusu İNANÇLARA, UMUTLARA, TESELLİ SÖYLEMLERİNE dayanan bu aÄŸrı kesiciler, tıpkı organizmada kullanılan kimyasallar gibi sorunu çözmeye deÄŸil acı çekenlerı yatıştırmaya yarıyor.
Çok sayıda ve sürekli ağrı kesici kullanmak, sonuçta UYUŞTURUCU bağımlılığına, çözümsüzlüğü çözüm haline getirmenin bir yoluna dönüşebiliyor.
Oysa aslolan sorunu kaynağını çözmektir.
Depremlerin yarattığı tahribat, İNÅžAATÇI’lıkla, YARDIM’la övünen Türkiye’deki siyasi iktidarın rantçılıktan, yiyicilikten baÅŸka bir ÅŸey yapmadığını gösterdi. İnsanlara hükmetmek, öldürmek, zulmetmek için anında organize olan DEVLET’in, yardıma koÅŸmak için en ihtiyaç duyulan anlarda ne kadar isteksiz ve beceriksiz olduÄŸunu gösterdi. Böyle zamanlarda bile ne kadar çok ayrımcı, duyarsız, zalim olabilecekleri görüldü.
Dolayısıyla deprem felaketinin bir yanıyla doğal olsa da ağırlıklı olarak da SİYASAL sistemin sorgulanmasına yol açan acıları İslamo-faşizan iktidarın uykularını kaçırdı.
Kitleye uyuÅŸturucu bir tabana dayanan yeni AÄžRI KESİCİ’ler pompalandığını görüyoruz.
Örneğin; Depremlerin Allahın insanları herhangi bir nedenle cezalandırması, uyarması olduğu yönündeki geleneksel teolojik anlatı değiştirildi; yeni bİr UYDURMA (ağrı kesici, uyuşturucu) sürüldü piyasaya:
“Depremde hayatını kaybeden herkes ÅžEHİT’miÅŸ.”
ŞEHİTLİK; İslam inancında herkese ulaşılması nasip olmayan çok büyük bir mertebe olduğuna göre artık ölenlerle ilgili çok fazla üzülmeye gerek kalmıyor! Hatta Allah en sevgili kullarını böyle münasip görüp yanına almışsa sevinmek bile gerekir.
Bir çok depremzedenin bu uyuşturucuyu satın aldığını görüyorum. Büyük bir huzurla, kullenmişlikle yakınlarının nasıl ŞEHİT olduklarını anlatıyorlardı. Bu insanların MELEK olup gittiklerine dair söylem de aynısıdır.
Böylece ölüm acısını dindirmek için kulanılan bu ağrı kesici, faleketin bu boyutlarda yaşanmasının SİYASAL nedenlerini sorgulamayı bırakmalarını, çözümüne yönelmelerini de ortadan kaldırıyor.
Ne var ki şu anda ortada ikisi de DİN fetvacılarından kaynaklanan birbrine zıt iki DEPREM yorumu aynı zamanda yürülükte oluyor. Deprem yoldan saptıkları için Allahın ilahi bir uyarısı ve cezalandırması mı yoksa sevdiği kullarını yanına alması, onların şehit olması mı? Şehitseler neden İŞKENCE EDEREK, yakınlarını evsiz-barksız, ser-sefil bırakarak yapıyor bunu?
1755’de Portekiz’de meydana gelen büyük deprem Lizbon kentinin neredeyse tamamen yıkılmasına yol açmıştı. Depremden kurtulan binalar hemen sonrasında okyanustan gelen devasa tsunami dalgalarına ve bir kısmı da günlerce süren yangınlara teslim oldu…
Bu görülmemiÅŸ yıkım kiliselerin, tapınakların da yerle bir olmasına yol açmıştı. Dindarlığıyla övünen halk Tanrı’nın bu felaketi neden kendilerine verdiÄŸini sorgulamaya baÅŸladı. Avrupa’nın ayrdınlanma çağının ünlü filozofları bu olayları Tanrıyla açıklama yerine BİLİM ile AKIL ile açıklamak gereken pozitif felsefelere yöneldiler.
Üç ÅŸehrin adeta yok olmasına neden olan MaraÅŸ-Hatay depreminin din bezirganlığıyla saltanat eden bir iktidar döneminde ve inanan, inanmayan, Sünni-Alevi, Türk-Kürt-Arap, İslama göre yaÅŸayan veya yaÅŸamayan ayrımı yapmadan herkesi vurması TANRININ CEZALANDIRması söylemini dayanaksız kılıyor. Tanrının adaletli olduÄŸu safsatasını da yerle bir ediyor…
O halde sorunların BİLİMSEL tanımı, AKILCI çözümleri ZİHNİYET DEĞİŞİKLİĞİ’ni gerektiriyor. Bu zihniyet deÄŸiÅŸikliÄŸinin; sorgulamanın -en azından kendi siyasal takipçileri açısından- önünü kesmek için ortaya atılan her türlü sentetik aÄŸrı kesicilere, uyuÅŸturuculara itibar etmemek; acımızı sorunların RADİKAL ÇÖZÜMLERİ için gerekli bir uyarıcı olarak kabul etmek en iyi yoldur derim.
- Ağrı Kesiciler ve Uyuşturular - 12 Mart 2023
- Yardım Ekipleri Ayrılırken - 14 Şubat 2023
- Ukrayna işgali, Tarihin Aynası - 26 Şubat 2022