Bu hafta, hükümetle zincir marketler arasındaki gerilimi ve tabii ki 6 yaşındaki bir kız çocuğunu gelin yapan ahlaksız ilişkileri konuştuk. Peki ya geçen hafta? “Geçen hafta bu ülkede gündem neydi?” derken biraz zorlanıyoruz. Zihnimizi kurcalarsak elbette aklımıza bir şeyler geliyor. Ama zaman aralığı biraz daha geriye kaydırıldığında sessizlik kaçınılmaz. İnsanlar gelip geçici gündemlerin kontrolünde. Oysa, en azından bazen gündemi bir kenara bırakıp büyük resme bakmak, Türkiye ve dünyanın içinde bulunduğu açmazları konuşmamız gerek. Kaybolmamak için genel çerçevelerimiz, olaylar denizine atılmış çıpalarımız olmalı.
Gözlerimizi ufka doğru kıstığımızda gördüğümüz manzara korkunç: Siyaset kurumu üzerindeki halk denetiminin zayıfladığı, devlet erkinin kolaylıkla temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiği bir çağda yaşıyoruz. Öncelikli sorun şüphesiz ki demokrasi krizidir. Küresel dünya özgürlük ve refah momentinden hızla uzaklaştı. Yakın dünya siyasi tarihi popülist liderler, ekonomik kriz, salgın hastalıklar ve savaşlarla giderek daha sosyal eşitlikten uzaklaşan bir siyasi gündemi takip etmekte. Yozlaşma, değersizleşme, istisnanın kurul haline gelmesi yaşadığımız çağın temel sorunları. Uzun erimli kalkınma stratejileri yerine günü kurtarmayı amaçlayan vaatlerle politik hayat kendini devam ettiriyor. İdealden uzaklaşma, dava ve değerleri terk etme siyasi ahlakı aşındıran başlıca meseleler.
Türkiye’deki durumu dünyadaki bu temel gelişme ve eğilimlerle birlikte değerlendirmek gerek. Ülkemizdeki demokrasi krizi son yıllarda daha da kronikleşti. Krizin en görünen kısmı Cumhurbaşkanlığı makamının yetkileri ve seçilme biçimine yönelik tartışmanın yoğun bir şekilde devam etmesinde somutlaşmakta. Şurası açık, başkanlık sistemine geçişle birlikte demokrasimizdeki yapısal eksiklikler daha da görünür hale geldi. Ancak 2018 öncesi dönem bakımından da zaten Türkiye demokrasisinde parti içi demokrasi, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı gibi hususlar bakımından ciddi sorunlar yaşanmaktaydı. Başkanlık sistemi bu mevcut arızalı demokratik yapıyı daha tartışmalı bir kerteye doğru yeniden üretmiştir. Bu noktada, özellikle sistem tartışmaları bakımından şöyle bir hatırlatma yapılabilir: Başkanlık sistemiyle parlamenter sistem arasında aslında demokrasiye yaptıkları katkı bakımından ciddi bir farklılık yok. Yani Türkiye’deki demokrasi eksikliğinin esas kaynağı referandum sürecinde iktidar bloğunun iddia ettiği gibi parlamenter sistem olmadığı gibi, şu an içinden geçmekte olduğumuz konjonktürde muhalefet sözcülerinin sıklıkla dile getirdiği üzere başkanlık sistemi de değildir. Parlamenter sistemi daha demokratik bir şekilde işletmek mümkündü. Ama Türkiye geçmişte o fırsatı kaçırmıştır. Benzer durum bugünkü siyaset yapısı için de geçerlidir. Kuvvetler ayrılığını güçlendirmek koşuluyla başkanlık sistemi koşullarında tam demokrasinin inşası ihtimal dahilindedir. Sonuç olarak sistem tartışmaları elbette önemlidir. Ama parlamenter sistem veya başkanlık sistemi etiketi altında tartışmaya açtığımız sorunların asıl nedenleri konusunda daha siyasal sosyolojik bir ciddiyetle hareket etmek gerekir. Halk katılımını arttırmak ve demokratik kurumsallaşma önündeki engelleri kaldırmak Türkiye’nin esas gündemidir.
Demokrasi ve sistem krizi siyasetteki merkez-kaç eğilimi daha da yoğunlaştırmıştır. Siyasi parti sayısındaki ciddi artış, kararsız seçmen ve protesto oy oranlarının hemen her analizde oldukça yüksek çıkması, vatandaşın siyasetçi ve bürokratları güvenilmez bulması, siyaset kurumunun adının yolsuzlukla anılıyor olması siyasete olan güvensizlik ve yeni merkez arayışı eğilimlerinin birlikte devam ettiğini göstermekte.
Tabii içinden geçtiğimiz günleri sadece siyaset ve demokrasi değil, aynı zamanda bir devlet krizi olarak okumak da mümkündür. Liyakatteki bozulmaya bağlı olarak bürokratik kadroların kurumları etkin bir şekilde yönetememesi ve aşırı merkeziyetçi idari örgütlenme devleti felce uğratmış durumda. Ekonomiden eğitime, sağlıktan sosyal güvenliğe Türkiye’nin hiçbir önemli icraat alanında uzun vadeli kararlar alınamıyor. Devletin sorun çözme kapasitesindeki bu belirgin azalış Covid, ekonomik kriz ve uluslararası savaş konjonktürünün yarattığı ek yükler nedeniyle vatandaşla devlet arasındaki hizmet bağını ciddi ölçüde zaafa uğratmıştır. Parti devleti, hatta kişi devletinin irrasyonel karakteriyle çözüm bekleyen sorunların büyüklüğü arasındaki fark devlet krizini de daha derinleştirdi.
Sonuç olarak rahatlıkla diyebiliriz ki, Türkiye’de ve dünyada aynı anda iki kriz yaşanıyor: Demokrasi ve devlet krizi. Gelip geçen olayların ardındaki temel meseleler bunlar. Hem iktidar açısından hem de muhalefet bakımından temel başarı ölçütü bu krizlere yanıt verme kapasitesinin çapıyla ilgili olacaktır.
- Siyasi Depresyon - 18 Mayıs 2023
- Kentlerde Başıboş Köpek Sorunu - 24 Nisan 2023
- Müzakere Hukuku ve Yoldaşlık - 9 Mart 2023