Bugünün Rusya’sını anlamak

Bugün Rusya’dan söz edeceksek eğer, öncelikle netlik kadar belirsizliklerden, durum kadar süreçlerden, merkez kadar merkezkaç etkilerden de bahsedecek olduğumuzu vurgulamak zorundayız. Bağımlı bir çevre ülkesi olmak ile emperyalistleşmek arasında, sosyalizmden kapitalizme doğru belirleyici adımlar atmakla birlikte bu geçişi tastamam kılamamak arasında olan ama ibrenin de açık biçimde ikinciler lehine olduğu bir ülke ile karşı karşıya olduğumuzu hatırımızda tutmak zorgudayız. İbre kesinlikle kapitalizm ve emperyalizmden yana ama süreç hala fluluklarla, kırılganlıklarla ve risklerle dolu. Rusya hakkındaki kafa karışıklığının hatırı sayılır bir bölümü, son bir kaç on yıldaki hızlı altüst oluşların zihnimizde yarattığı bükülme ve kırılmalarla ilgili… Ama aynı zamanda kabul etmek gerekir ki; Rusya’nın, oturmuş bir sistemden ziyade, riskli bir geçiş toplumu portresine sahip olması, bu kafa karışıklığında önemli bir başka etken…

Kapitalist restorasyon: Meğerse o kadar kolay değilmiş…

SSCB’ de Gorbaçov’un “prestroyka” ve “glasnost” politikalarıyla başlayan ve Yeltsin’in açık kapitalist restorasyoncu çizgisiyle doruğuna ulaşan ve hep topu bir kaç yıla sığan yıkım süreci herkeste şaşkınlık yaratmıştı ve tabi ki sosyalistlerin çok büyük bölümünde büyük bir hayal kırıklığı da… Kapitalist restorasyon olasılığı i hep vardı ama bunun bu kadar hızla gerçekleşmesi ve özellikle toplumun restorasyon sürecine -aktif bir katılım göstermese de- son derece tepkisiz kalması, bu hayal kırıklığınınım temel kaynağıydı. 70 yıl içinde büyük güçlük ve çabalarla inşa edilen sanayi, tarımsal kolektivizasyon, ücretsiz eğitim, sağlık ve konut hakkı, iş güvencesi bir iki yıl içinde buharlaştı, yağmaya uğradı ve pek çoğu eski Komünist partisi üyesi türedi zenginlikler, toplumsal zenginliği kendine mal ettiler ve geniş kitleler sadece izledi. Pek yakın zamana kadar kapitalizm taraftarları açısından en büyük sevinç sosyalistler için ise derin yürek burukluğu yaratan bu tabloya ilişkin hem şaşkınlık ve hem de yanıt bulmakta zorluk, sevinen ve üzülen her iki taraf için de devam ediyordu.

Ama bugün çok daha iyi anlıyoruz ki Yeltsin’in kısa sürede istifa etmek zorunda hissetmesi ve ardından Putin ile başlayan süreç SSCB’nin mirası üzerine kapitalist sistemi restore etme çabalarının hiç de kolay ve pürüzsüz olmadığını bizlere tanıtlayan bir süreçtir. Bu restorasyon sürecine ayak sürüyen dizi nesnel ve öznel karşı direnç odağı bulunmaktadır. Yeltsin’i tasfiye eden ve Putin’i iktidara taşıyan da restorasyon karşıtı direnç odaklarının de facto ittifakıdır. Burada bazıları içerik olarak birbirine ters, düzey ve etki güçleri açısından ise epeyce farklı direnç odaklarından söz ediyoruz. Bu direnç noktalarının bir kısmı iş güvenliği, eğitim, sağlık, konut hakkı, tatil imkanı vb. gibi sosyalizme dairdir; kısaca söyleyecek olursak Yeltsin’in yağmacı restorasyon stratejisinin yarattığı derin gelir uçurumu ve fakirleşmenin geniş yığınlarda yarattığı geçmişe özlem tepkisiyle ilgilidir, yine ülke içinde mafyalaşmanın ve etnik çatışmaların yarattığı güvensizlik ortamı ve zaman içinde hayli kaynaşmış bir birliğe doğru önemli mesafeler kat eden SSCB bünyesindeki dağılma evresinin yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel olumsuzluklar bu direnç noktalarından bir diğeridir ve bir zamanların iki süper gücünden biri olan SSCB’nin giderek bağımlı bir çevre ülke durumuyla ve hatta yok olma tehditliyle yüzsüze kalması ayrı bir karşı direnç nedenidir ve son olarak devletin belirleyiciliğinin ve devlet planlamasının alışkanlarının köklü gücü ve bir bölümü burjuvalaşsa da büyük bir bölümü hala eski konum ve gücünü korumak çabasında olan geçmiş bürokratik yönetim tarzının yarattığı, geniş seçkinler kesiminin yeni sürece karşı direnci de önemli bir başka karşı odak oluşturmaktadır…. Tüm bu ortak çıkar ve direnç noktaları alt sınıfları, bürokrasiyi, SSCB yurtseverliğini yeniden inşa etmeyi ve-ya Rus milliyetçiliğini inşa etmeyi isteyen çevreleri, çevreleşmek değil emperyalistleşmek vizyonuna sahip bürokratlaları ve oligarkları, Putin’in etrafında birleştirmiş gözükmektedir.

“Putinizm” “Yeltsinizm”e karşı…

Bilim kavramlar aracılığıyla yapılır; hatta bilim yapmak kavram üretmektir de denilebilir. Kavramlar önemlidir ve kavram üretmek de ciddi bir iş, emek ve birikim gerektirir ama her şeyden önce anlamak ve açıklamak konusunda samimi bir çabanın varlığını şart kılar. Bu hatırlatmaları her alanda yaşanan “kavram” enflasyonunu ile bilimsel kavramlaştırma arasındaki farkı vurgulamak amacıyla özellikle yapmak ihtiyacı duyuyorum. Zira bu enflasyonun nedeni bilimsel kaygıdan ziyade kavram üretme hevesi ama daha da tehlikelisi anlamak ve açıklamak yerine anlaşılmaz kılmak, kararmak amaçlı sınıfsal ideolojik saikler… Kavramlar bir benzetme değildir, belli açılardan birbirine benzeyen şeyleri tasnifleme çabası değildir. Kavramlar bir ilişkisellik, bütünsellik, nedensellik ve yeniden üretilebilirdik bağının varlığını bize göstermek durumundadır. Bu nedenle Bonapartizm, Sezarizm, Popülizm vb. kavramların belli açıdan ona benzeyen başka durumlara, sırf bu belli benzerlikler nedeniyle, teşmil edilmesini doğru bulmadığım gibi; bu tavrın pek çok durumlda açıkça karartma amaçlı olduğunu da düşünmekteyim.

Bütün bu ön kayıtlardan sonra “Yeltsinizm” ve “Putinizm” in yeni ve çok spesifik bir süreci, bu süreci ilişkin iki farklı çizgiyi, ön sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinin iki farklı tarzını tanımlamakta kullanılabilecek kavramsal değerlere sahip olabileceğini düşündüğümü vurgulamak istiyorum. “Yeltsinizm”, dış yönlendirmelere ve taklitlere dayalı ve geçiş sürecinin Rusya’nın bağımlı bir çevre ülke haline gelişiyle sonuçlanmasına yol açacak, aceleci, talancı ve piyasacı bir tarz olarak tarif edilebilir. “Yeltsinizm” daha çok sosyalizmin toplumsal temel ve ideolojik meşruiyet açısından zayıf temellere sahip olduğu, güç ve iddia bakımından zaten bağımlı çevre ülke olma potansiyellerine sahip ön sosyalist ülkelerde belli bir başarı şansı olabilecek bir tarz olarak görülüyor. “Putinizm” in ise, sosyalizmin daha güçlü toplumsal bağlara sahip olduğu, ideolojik ve kültürel anlamda topluma daha fazla nüfuz ettiği, üst yapıda kapitalizmin gerekleriyle tezat biçimde kendine has tarz ve geleneğe sahip güçlü bir yönetici elit tabakanın oluştuğu ve çok önemli olarak hegemonik gücü ve iddiası olan ön sosyalist toplumlardaki geçiş sürecini simgeleyen, daha karmaşık ve çelişkili bir geçiş tarzını temsil ettiğini söylemek mümkün gibi.

Bu verilerden hareketle Putin’in Yeltsin çizgisinin ve etnik ayrımcılık savunucularının dışında kalan tüm kesimleri kapsayarak, Rusya’nın yarı sömürgeleşmesi, ve Batı’nın eski SSCB bölgesi üzerinde tahakküm kurması tehditlerine karşı güçlü ve emperyal bir Rusya vizyonuna sahip yeni bir kapitalistleşme stratejisini yürürlüğe koyduğu ve bugün Rusya’daki asıl siyasal kavganın bu iki geçiş stratejisi üzerinde yükseldiği söylenebilir. Tabi ki bu saptamaların doğruluğunu sürecin toplamı gösterecek ama bugüne kadar ki sürecin bize bu yönde önemli işaretler sunduğu da kesin… Kesin olan çok daha temel gerçek ise “Yeltsinizm” ve “Putinizm’in sosyalizmden kapitalizme geçiş gibi çok özel bir tarihsel, sınıfsal ve siyasal fenomeni temsil ediyor oluşlarıdır. Gelecek yazımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Mahmut ÜSTÜN