Faşizmin Anti Kapitalizmi ve Burjuva Literatürün Etik Yoksunluğu
Geçen bölümü ’…tüm bu veriler, faşizmle sermaye arasında karşılıklı çıkara ve sıkı iş birliğine dayalı ve savaş sonuna kadar süreğenlik taşıyan bir bağ olduğunu ortaya koymasına ve üstelikte bu veriler burjuva faşizm literatüründe dahi açık ve genel bir kabul görmesine karşın, burjuva literatür hangi argümanlarla faşizmle sermaye arasında belirleyici-nedensel bir ilişki olmadığını ileri sürebiliyor?” sorusuyla bitirmiştik, Oradan devam edelim. Faşizmle büyük sermaye arasındaki ilişkinin belirleyici görülmemesinin arkasında bir başka ve daha temel bir mutabakat var. Literatüre göre, bırakalım faşizmin sermaye ya da büyük sermaye ile ilişkilendirilmesini, faşizmi kapitalizmle de ilişkilendiremeyiz. Peki hangi veri ve argümanlara dayanarak faşizmin kapitalizmden farklı hatta ona karşıt bir rejim türü olduğu iddia edilmektedir? İki önemli argüman olduğunu söyleyebiliriz. İlki faşistlerin -daha çok da hareketin ilk dönemlerindeki- anti kapitalist söylemleridir. İkinci önemli argüman ise iktidardaki faşizmin “devletçi”, “planlı ekonomi”ye dayalı “otarşik” ekonomi politikalarıdır.
İlkinden başlayalım, Bir kez daha Mosse’den bu yana literatüre egemen olan, “faşizmi, kendisi hakkındaki sözlerinden kalkarak tahlil etme” yönteminin bir türevi ile karşı karşıyayız. Örneğin Man, şöyle diyor: “Sınıf kuramcılarının çoğu, “toplumsal taban” ve “nesnel işlevlere” odaklanarak, faşistlerin kendi inançlarını açıkça görmezden gelirler. Faşizme dışarıdan ve faşistler için pek de manası olmayan bir perspektiften bakarlar… “Materyalizmin” tümü gibi sınıf kuramlarını da reddeden faşistler, başka bir yere odaklanmışlardı… Eğer faşistler belli amaçları güttüklerine inanıyorlarsa bu inancın eylemleri bakımından sonuçları olmuştur, dolayısıyla da kolayca inkâr edilemezler.[1]” Ayrıntısını faşizm ve küçük burjuva ilişkisini ele alacağımız bölüme bırakarak, şimdilik şu kadarını söyleyelim ki, sınıf analizinin faşistlerin kendilerini nasıl gördükleri konusunu, inançlarını dışarıda bırakmak gibi bir zaaf taşıdığı iddiasının hiçbir geçerli temeli yoktur. Aksine faşistlerin kendilerine nasıl baktıkları sorusuna neden öyle baktıkları sorusuyla birlikte tutarlı biçimde açıklama şansını bizlere yalnızca sınıf tahlili sunabilir. Mosse’den bu yana literatüre egemen olan, “faşizmi, kendisi hakkındaki sözlerinden kalkarak tahlil etme” yönteminin literatürde yarattığı karmaşa bütün açıklığıyla önümüzde durmaktadır. Bize ancak yalnızca sözleri değil, söz ve eylem tutarlığı diyalektiğini esas alan, söz konusu tutarlılık ya da tutarsızlıkların belirleyici nesnel temellerini ortaya koyan bir yöntem faşizmin en tam ve tutarlı açıklamasını sunabilir.
Fakat burada önemli olan yalnızca bir yöntemsel sorunun varlığı değil aynı zamanda akademik etik ile ilgili bir sorunun da varlığıdır. İki nedenle böyledir, zira ilk olarak, faşizmin anti kapitalist söylemin hareketin ilk oluşum döneminde dikkat çekici düzeydeyken zaman içende hayli azalmış ve iktidar döneminde ise ç ok nadiren hatırlanan nostaljik bir argüman haline dönüşmüş olması gerçeği bu analizlerde açık biçimde es geçilir; bu tavrın basit bir dikkatsizlik ya da özensizlik olması olası değildir; açık ve bilinçli bir tercih söz konusudur. Eğer bir söylem hareketin başlangıcında egemenken hareket güç kazandıkça güç kaybetmiş ve iktidar olunca da rafa kaldırılmış ve nadiren hazırlanılır olmuşsa; bu sürecin neden böyle geliştiğine dair tutarlı bir analiz ihtiyacı doğmuş demektir. Bunu yapmadan ve sadece faşizmin ilk döneminde hatırı sayılın rol üstlenmiş bir söylemin hareketin temel karakterini belirlediğini iddia etmek, ancak akademik etik açısından bir değerlendirme konusu olabilir. Anti kapitalist söylemin bu gerileyen seyri ve ayrıca bazı ülkelerdeki faşist hareket örneklerinde anti kapitalist söylemin başlangıçtan itibaren çok daha silik olması anti kapitalizmin faşizmin temel belirleyicileri arasında olmadığının yeterince açık göstergesidir. Bu durum, “peki faşistler özellikle de bazı ülke ve dönemlerde neden yoğun biçimde anti kapitalist söylemi kullandılar?” sorusunun yanıtlanması ihtiyacını elbette ortadan kaldırmaz; ama faşizmin anti kapitalist söyleminin kapitalizm karşıtlığına ilişkin anlamlı bir kanıt olmadığını bize net biçimde gösterir. Anti kapitalist söylemin faşist hareket tarihindeki kaynağı ve işgal ettiği yer tahlil edilmeye çalışıldığında İtalyan ve Alman faşizminin ortaya çıkış koşullarının bu söylemin şekillenmesinde önemli olduğunu görüyoruz. İlk olarak her iki ülke de kapitalizmin iktisadi, siyasi (temsil krizi), ideolojik (inandırıcılık) anlamda kriz yaşadığı sosyalist, komünist ve işçi hareketinin uzun süre koruyamasa da bazı bölgelerde ve fabrikalarda iktidarı ele geçirecek kadar güç kazandığı bir dönemdir bu. Faşizm, kapitalist sistemin yönetme gücünü kaybederken politik işçi hareketinin de- bölünmüşlüğüyle de ilgili olarak- iktidarı bütünsel ve kalıcı biçimde ele alabilecek güçten yoksun olduğu bir konjonktürde filizlenmiş ve güçlenmiştir. Muktedirliksizliğin egemen olduğu böyle bir konjonktürde faşizm kendisini iki muktedir olmayı başaramayan karşısında, her ikisini de eleştiren ama aynı zamanda her ikisinden de bir şeyler alan muktedir bir üçüncü yol olarak sunarak alternatif bir güç olabilirdi. Ayrıca özellikle İtalya’da olmak üzere bir dizi ülkede bir dizi eski sosyalistin faşist hareketin oluşumunda ve liderliğinde oynağı etkin rolün de -ilk nedene göre daha tali olmak üzere- bu söylemin benimsenmesinde önemli bir rolü vardır. Bu iki ülkede faşist hareket başarı kazandıkça faşizmin bu ülkelerde kullandığı söylemler diğer ülkelerde de kopyalanılır olmuştur. Peki bu söylemin arkasında böyle bir süreç olması bu söylemin gerçeklikten uzak salt demagojik bir özelliğe sahip olduğuna dair yeterli bir kanıt mıdır? Elbette hayır. Bu çerçeve de üç önemli unsuru daha vurgulamamız gerekir. İlkinden yukarıda söz ettik zaman içinde bu söylemin azalması ve giderek iyice silikleşmesi anti kapitalizm söyleminin faşizm açısından merkezi bir yer tutmadığına dair önemli bir veridir. İkinci unsura ise faşizmin lügatindeki anti kapitalizmin içeriğini çözümleyerek ulaşabiliriz. Tam da faşistlerin söylemlerini ciddiye alarak ve onların sözlerini bir bütünsellik ve tutarlılık eleğinden geçirerek yapabiliriz bunu. Faşizmin anti kapitalizmi yine onların söylemlerine baktığımızda mülkiyete ve serbest piyasaya karşıtlık anlamına -yani kavramın gerçek anlamında bir anti kapitalizme- işaret etmez. Onların söylemindeki anti kapitalizm finans sektörüne/tefeciliğe karşılıktan öte bir içeriğe sahip değildir. Bu karşıtlık da pratikte tüm finans kesimine ve tefeciliğe karşıtlıktan uzaklaşıp gerçeklikte genelde yabancı düşmanlığı özelde anti semitizme indirgenir. Finans sektörü yabancı sömürüsü ve Yahudi tahakkümüyle bir ve aynı anlamı kazanır faşistlerin söyleminde. Öte yandan bu anti kapitalizmin içeriksel anlamda gerçeklikle temas halinde olan iki önemli yanı daha vardır. Birincisi, bu tür bir anti kapitalizmin bizzat toplumun küçük burjuva kesimlerinin beklentileriyle örtüşmekte olmasıdır. Bu anlamda faşist söylemdeki anti kapitalizm kavramın gerçek anlamında bir anti kapitalizme değil fakat dükkancı ya da küçük çiftlik sahibi “küçük burjuvaların anti kapitalizmi”ne denk düşer. Bu geleneksel küçük burjuvalar mülkiyet ve piyasadan yanadır ama aynı zamanda piyasa dalgalanmaları ve yüksek faizler onların en büyük derdidir. Mülkiyeti ve piyasayı koruyan ama faizleri ve piyasa dalgalanmalarını kontrol altında tutan, her daim istikrarın sağlayıcısı güçlü- otoriter devlet, bu nedenle bu kesimlerin en temel siyasi talepleridir. Ne var ki bu “anti kapitalizm olmayan anti kapitalizme” bile faşist iktidar koşullarında rastlamak mümkün değildir. İkincisi ise bu anti kapitalizm, ironik biçimde proleter ulus-zengin sömürücü ulus ikilemi yaratarak ve -gerçekte zengin ve sömürücü tarafta yer almalarına karşın- kendilerini proleter ulus ilan ederek, kapitalizmi (dolayısıyla anti kapitalizmi) büyük ölçüde dışsallaştırmaktadır. Bu dışsallaştırma sayesinde anti kapitalizm içe yönelik değil dışa yönelik bir tavır alışa dönüştürülmektedir. Guerin bunu “Milliyetçiliğe dönüşen anti kapitalizm” ve “Antisemitizme dönüşen antikapitalizm” alt başlığı altında güçlü biçimde göz önüne serer[2]. Biz bu iki alt başlığa ek olarak 2 nolu dipnottaki alıntılarda açık biçimde kendini dışa vuran bir başka faşizan özelliği de ekleyerek “Emperyalist saldırganlığa dönüşen antikapitalizm” başlığını da eklemek gerektiğini düşünüyoruz.
Görüldüğü gibi bizde bu bölümde faşistleri ve söylemlerini ciddiye ayarak analiz yaptık fakat tutarlılık, bütünsellik ve süreklilik eleğinden geçirmek suretiyle faşistlerin anti kapitalizm söyleminin somut içeriğini dışarı çıkarmak için yaptık bunu. Bilimsel yöntem elbette onların söylemini ciddiye alır ama bu ciddiye almak o söylemin muhtevası konusunda bize kendiliğinden bir bilgi vermez. Anti kapitalizmi neden ve nasıl, hangi içerikle kullanmışlardır? Bu kavrama verdikleri anlam ile kavramın gerçek anlamı arasında bir açı farkı var mıdır? Varsa bunun somut siyasi, ideolojik ve sınıfsal karşılığı nedir sorularına yanıt vermeye çalıştık. Karşımıza çıkan bu kavramın onların anlam dünyalarındaki en belirleyici karşılıklarının yabancı düşmanlığı-antisemitizm, milliyetçilik ve emperyalist saldırganlık hedeflerine hizmete koşulan bir anti tefecilikten öte bir anlam taşımadığı gerçeğidir. Bu tablo onların anti tefecilik anlayışlarının da genel ve tutarlı bir tutum olmaktan ziyade mevcut sınıf dengelerine ve konjonktürel siyasi amaçlara -yani şarta- bağlı bir tutum olduğunu göstermektedir
Faşistlerin söylemini ciddiye alarak onları anti kapitalist ilan etme yöntemi ile ilgili kısmı bitirirken yeniden şu akademik etik meselesine döneceğiz. Burjuva faşizm literatürünün, sınıf analizcilerinin faşistlerin söylem ve inançlarını ciddiye almadığı eleştirisinin içinin boş olduğunu bizzat sınıf analizcisi Guerin’in örnekleriyle ve kendi yaklaşımımızla gösterdik. Daha çok örnek vermek de fazlasıyla olanaklıdır. Bu iddia başlı başına bir etik problemidir. Ama çok daha önemli ve ironik olanı sınıf analizcilerine bu suçlamayı yönelten burjuva literatürün tam da bu alanda büyük bir etik zaafla malul olmasıdır. Zira faşistlerin ve özelliklede lider(leri)’nin sadece anti kapitalistliklerine örnek gösterilen sözleri yoktur aksine kapitalizme karşı olmadıklarını ve savunduklarını gösteren bir çok açıklamaları da mevcuttur. Ne var ki ve ne yazık ki, faşistlerin sözlerini ciddiye almayı çok önemseyen burjuva literatür bu türden sözler karşısında ya suskundur ya da yine ironik biçimde sınıf analizcilerini eleştiri konusu yaptıkları bir saptamaya sığınmakta bu açıklamaları demagojik ya da pragmatizm saymaktadır. Bu tür açıklamalara çok örnek verebiliriz ama en azından şimdilik iki alıntıyla bu kısmı sonlandıralım.
23 Mart 1933’te Hitler ilk Reichstag konuşmasında şöyle demiştir “Hükümet Alman milletinin iktisadi çıkarlarının müdafaasını ilke olarak, devletçe organize edilen bir iktisadi bürokrasisinin dolambacından geçmek yerine, özel mülkiyeti tanıyarak özel girişimin en kuvvetli teşviki yoluyla gerçekleştirilecektir.”[3]
Mussolini şöyle diyor. “Savaş, demokrasi yüzyılını sona erdirmiştir. Demokratik eşitlikçilik ölmek üzeredir, yeni aristokrasiler doğmaktadır ve devrim bu tepki içindedir… Sosyalizm harabe üzerine harabe yığmaktadır; kapitalizmin daha dinamik ve tarihsel olduğu ortaya çıkacaktır.”[4]
Gelecek yazımızda faşizmin devletçiliği, planlamacılığı ve otarşik anlayışı nedeniyle anti kapitalist sayılması konusuyla devam edeceğiz.
[1] Man, Michel, Faşistler, İletişim Yay., 2.Baskı 2020. s: 41-42
[2] Guerin Daniel, a.g.e. s: 90-94. Guerin, İtalyan faşist bakan Rocco’dan aktarıyor “İtalyan proletaryasının çektiği acıların sebebi patronların cimriliğinden ya da açgözlülüğünden çok, İtalyan milletinin rakip milletlere nazaran aşağı bir durumda olmasıdır.” Bu yüzden de İtalyan kitlelerinin kaderini düzeltmek için yapılacak ilk iş “proleter millet”in uluslararası alandaki durumunu düzeltmektir. Guerin , Almanya nın sol tandanslı faşist liderlerinden‘ Gregor Strausser’den aktarıyor “ Alman sanayinin ve Alman ekonomisinin uluslararası mali sermayenin ellerinde olması, her türlü sosyal kurtuluş yolunun tıkanması, sosyalist bir Almanya rüyalarının suya düşmesi demektir…Biz(ler)… Versailles Barış Antlaşması’nda somutlaşan kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele bayrağını açıyoruz… Alman sosyalizmi ancak Almanya hür ve serbest olduğunda mümkün olabilecek ve ayakta kalabilecektir.”
[3] Frankel, Ernst “İkili Devlet- Diktatörlük Teorisine Katkı” İletişim yayınları, 2020, s:21
[4] G.Vaccarina, “Mussolini devant sese Biographies”, Revue d’Histoire de la Deuxieme Guerre Mondiale, Nisan 1957’den aktaran, Michel, a.g.e., s 32
- Faşizm Üzerine Notlar (9) - 26 Şubat 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (8) - 10 Şubat 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (7) - 25 Ocak 2025