Uğur Mumcu

Yüz yüze tanışmak kısmet olmadı. Ancak DYP-SHP (sonra CHP) ortak hükümeti döneminde Kürt İnfazlarının yoğunlaştığı yıllarda, ortak bir dostumuz aracılığıyla Habur Kapısının kapatılması ve bölgedeki katliam olayları üzerine bir buçuk saat kadar süren uzun bir konuşmamız olmuş, konuşmam ilgisini çektiği için, sonunda Ankara’ya gittiğimde yüz yüze detaylı  bir görüşme yapmayı kararlaştırmıştık.

Bir ay geçmemişti ki, Ankara’ya gitmek üzere yola çıktığım sırada alçakça katledildiğinin haberi patladı. Ne yazık ki Ankara’ya vardığımda, görüşme yerine bizi konuşturan ortak dostumuz Remzi İnanç’la cenazesine katılma dramını yaşadım.

O gün bu gündür her 24 Ocak’ta alçakça katli gündeme getirilir ve anılır. Böylesine alçakça ve vahşice cinayetleri her zaman lanetledim. Hele ki kaleminden başka hiçbir eylemi olmayan bir düşünce insanına böyle alçak bir sonu hatırlayanları lanetlemekten başka elden bir şey gelmemesi de ayrıca kahredici.

Ancak ne zamandır her 24 Ocak’ta onu, ölüm duygusallığı dışında, pek iyi tanımayan, günümüz genç kuşaklarına biraz anlatmak istiyor her seferinde erteliyordum. Kısmet bu güneymiş.

UĞUR MUMCU KİM?

1942 doğumlu, Kırşehir’in tanınan ailelerindendir. Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra aynı fakültede asistan olarak devam etti. Bir yandan da kendisi gibi “Kemalist Solcu” Doğan Avcıoğlu’nun yayımladığı “Devrim Dergisi”nde yazılar yazardı, sonradan katledildiği güne kadar Cumhuriyet’te yazdı.

Doğan Avcıoğlu ile, birlikte hepsi de “Kemalist Solcu” olan Uğur Alacakaptan, Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal gibi ünlü profesörlerden oluşan bir grup oluşturmuşlardı. Bir de İlhan Selçuk’un başını çektiği İstanbul Grupları vardı

Yalnız kendilerini Kemalist değil, “Atatürk Milliyetçisi” olarak tanımlıyorlardı.

Onlara göre, Mustafa Kemal esas olarak Sosyalist ve Türk milliyetçisi bir Cumhuriyetin temellerini atmış, ancak ömrü ve imkânları buna el vermediği için bu “devrim” yarıda kalmıştı. Mevcut ordu ise tamamen ABD güdümüne girdiğinden Atatürk’ün milliyetçi, solcu ve bağımsızlıkçı çizgisinden sapmıştı.

Fakat mevcut halkla bir ihtilal yapılamayacağına inandıkları için, ortak hedef ve amaçları Ordu içindeki Celil Gürkan, 1960 Milli Birlikçileri gibi yandaş generallerle birlikte bir sol askeri darbe yaparak özü Atatürkçü ve devrimci sol olan cumhuriyeti yeniden canlandırmaktı.

Bu nedenle mevcut komuta kademesi ile araları açıktı. Tam darbe hazırlıkları   sırasında mevcut komuta kademesi durumu haber alıp erken davranmış, 8 Mart’ta ordudaki subayları, 12 Mart Muhtırasından sonra da Uğur Mumcu ve yukarıda saydığımız diğer sivil darbecilerin hepsini tutuklayıp tasfiye etmiş, ortamı Adalet Parti, Demirel faşisti, CHP’deki milliyetçi kanat ve diğer sağ küsurat partiler için yağ-bal etmişti.

Bu tutuklamalar, “(Milliyetçi) Sol Kemalizm” ile, “evrensel sosyalizmi” birbirinden ayırt edemeyen devrimci sosyalistlerin gözünde birer kahraman yaptı.

KEMALİST SOL

İstenildiği kadar allanıp pullansa da “Kemalist Sol”; esas olarak hem Atatürkçülüğü hem Türk Milliyetçiliğini/Irkçılığını hem de Sosyalist olmayı ifade eder. Ne kadar inkâr edilirse edilsin, Laiklik, Cumhuriyet ve sosyalizmle allanıp pullanmaya çalışarak, ulusalcılık, ulusal sosyalistlik denmesinin başka bir dilde karşılığı Nasyonal Sosyalizmdir…

UĞUR MUMCU’NUN ÇİZGİSİ VE GÖRÜŞLERİ.

Daha Devrim Dergisi döneminden başlayarak Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan yazılarını ve kitaplarını okumaya çalıştım. Hepsi olmasa da basılmış kitaplarının tamamına yakınını okudum diyebilirim.

Kendisini her zaman M. Kemal’in bizzat sıraladığı CHP’nin 6 Oku’nun (Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Laik, Halkçı, Devletçi ve tabi Devrimci) yılmaz takipçisi olarak tanımlamıştır. Aslında bu altı prensibin toplamı da tam olarak tek parti döneminin bütün faşist baskıcı uygulamalarının kabulü anlamına geliyor. Kaldı ki, bu ilklerden laiklik ve devrimcilik prensipleri evrensel anlamlarının çok uzağında kullanılmıştır. Cumhuriyetin bütün uygulamalarıyla Türk-Sünni ittifakının vücut bulma halinden başka bir şeyi ifade etmez.

TÜRKLÜKTEN BAŞKA HER ŞEYE DÜŞMAN

Mumcu, kendini hep “Atatürk Milliyetçisiyim” diye tanıttı. Bu niteliğiyle Türk Milliyetçiliği dışında, başta Kürtler olmak üzere, her görüş ve etnik unsura karşı ve düşmandı.

Hemen her yazısının sonunda ve içinde bir yerlere mutlaka Kürt karşıtı bir cümle yerleştirmiştir.

Telefon konuşmamız sırasında diplomatik bir dille bu Anti-Kürt takıntısını ima ettiğimde;

-“Hayııır! Beni yanlış anlıyorsunuz. Ben Kürtlere karşı veya düşman değilim. Kürt Hareketlerinin emperyalistler tarafından kullanıldığı, onlara yaradığı için karşıyım. Yoksa benim eniştem de bir Kürt’tür, Türkiye’nin ünlü bir hukukçusudur. Hiç bir sorunumuz olmamıştır” Anlamında ifadeler kullandı.

Tabi o anda bu tartışmayı uzatmak istemediğim için fazla üstelemedim ancak kendi dayanamadı ve sanki büyük bir sır, bir buluş yapmış gibi ekledi;

“-Bakın mesela bu günlerde PKK ile ilgili bir araştırma yapıyorum. Apo’nun Kürt olmadığını, Elazığ’dan gelme Ermeni asıllı bir aileden olduğunu tespit ettim” dedi.

Bununla PKK Hareketinin bir Ermeni hareketi olduğunu, Kürtlerin bu plana alet olduğunu ifade etmek istedi.

Dayanamadım ve sordum;

“Sayın Mumcu, siz ne kadar Türksünüz? Kim bu Anadolu ve Mezopotamya’da ırksal ve etnik kökenini saflığını ispat edebilir? M. Kemal ne kadar Türk’tü? Kırşehir Anadolu’nun ve Hitit devletinin tam da merkezi… Buradan kaç kavim geçti sayabilir misiniz? Bir etnisiteye mensubiyet tamamen bir hissetme olayıdır. Bir tarihten bu yana bu tür kimlikler daha çok kültürel kimliklerdir. Apo’un Ermeni kökenli olması bu anlamda bir şey ifade etmez. Kendini Türk olarak tanımlayan binlerce Ermeni, Kürt, Arap, Pontus’lu, Boşnak ya da Sırp var. Mesela Ecevit de Kürt asıllıdır. Ondan daha Türk olan birini tanıyor musunuz? M. Kemal için neler söylendi, söyleniyor… Bunlar neyi değiştirdi? O, hala bu ülkenin lideri ve “En Büyük Türk”ü değil mi?” Gibi sözler söyleyince,

O bakımdan haklısınız”, gibi birkaç sözle geçiştirdi. Nihayetinde Ankara’da görüşüp detaylı konuşmak üzere kapattık.

Ne yazık ki o görüşmemiz mümkün olamadı. Çok yazık oldu.

YOLSUKLUKLARA TAKMIŞTI

Hiçbir zaman sistemi veya düzeni değiştirmeyi düşünmedi. Meslek hayatının çoğunu Demirel Ailesinin Mobilya ve öteki yolsuzluklarıyla uğraşmakla geçirdi.

Ona göre eğer bu yolsuzluklar olmasa, devlet çarkı dürüst insanların elinde olsa ve devletten çapullama, tırtıklama vs. olmasa bu cumhuriyet gibisi yoktu.

Kendisine;

“Altı ok”un içinde neden demokrasi yok” diye sorduklarında;

“Demokrasi zaten Cumhuriyetimizin içindedir” derdi.

Oysa hukukçuydu ve cumhuriyetle demokrasinin aynı şey olmadığını bal gibi biliyordu. Ama onun için iki kutsal vardı ve o iki kutsalına laf söylemeye asla dili varmazdı. Biri Atatürk Milliyetçiliği diğeri Atatürk’ün Cumhuriyeti… Ona ve Yekta Güngör Özden gibi yoldaşlarına göre Peygamber Atatürk, Kutsal Kitap ise Nutuk’tu. Türklerin başka şeye ihtiyacı yoktu.

KEŞKE ÖLDÜRÜLMESEYDİ

Hayatı boyunca gereksiz işlerle uğraştı. Geriye baktığınızda kalıcı tek satırı; analitik, rasyonel ve tarihe yönelik tek kitabı yok. Hep günlük polis ve adliye işlerle uğraştı. Her gün kendisine polis ve savcılıklardan paslananlarla anlamsız yolsuzluk raporları, rafa kaldırılmış dosyalar gönderilir o da bu paslanan bilgileri araştırmacı gazetecilik şaheserleri olarak yayınlardı. Birkaç gün sonra da gündemden düşer heder oldu…

Ama her şeye rağmen hiçbir zaman ırkçılığa varan patolojik “Atatürk Milliyetçiliği” ve özellikle Kürt Düşmanlığı çizgisinden en ufak bir sapması olmadı. Bu arada bu şaşmaz açık yürekliğini de her zaman takdir etmişimdir

Keşke o alçaklar onu adice katletmeseydi de bu günleri görseydi. Şimdi 78 yaşında olacaktı. Türkiye’nin hala aynı Kürt Patinajında teker döndürdüğünü, Kürtlerin dünyada oturduğu gündemi, Kobani’yi, Irak Kürdistan federasyonunu görüp gazetedeki köşesinden hüzünle izleseydi.

Her şeye rağmen böyle alçakça bir sonu hak etmemişti.

Mustafa GÜNEŞ
Latest posts by Mustafa GÜNEŞ (see all)