Bir toplumu anlamanın yollarından biri, onun fabrikalarına ya da meclis salonlarına değil; sokaklarına, televizyonlarına, müziğine ve okullarına bakmaktır. Çünkü iktidar sadece silahlarla ya da yasalarla değil, kültürle de kurulur. Kimi zaman farkına bile varmadan hepimiz bu görünmez ağın içinde yaşarız. İşte tam da bu noktada, 20. yüzyılın en çok tartışılan düşünsel damarlarından biri devreye giriyor: Kültürel Marksizm.
Ekonomiden Kültüre Uzanan Bir Eleştiri
Marx ve Engels’in klasik düşüncesi, toplumsal yapının merkezine ekonomik üretim ilişkilerini koymuştu. Onlara göre kültür, bu yapının üstünde yükselen bir “üstyapıydı”. Ama zamanla bazı düşünürler şunu fark etti: İktidar yalnızca fabrika bacalarından değil, şarkılardan, televizyon ekranlarından, okul sıralarından da geçiyor.
İşte “kültürel Marksizm” dediğimiz yaklaşım, bu fark edişin ürünü. Kültürün, egemen sınıfların çıkarlarını “doğal” gibi gösteren bir araç olduğunu söyleyen bu eleştirel çizgi, 20. yüzyılın en etkili düşünce damarlarından birine dönüştü.
Frankfurt’tan Birmingham’a: Direnişin ve İktidarın Kültürü
1920’lerde Georg Lukács ve Ernst Bloch gibi isimler bu alanı teorik olarak kurmaya başladı. Gramsci ise bambaşka bir kapı araladı: İktidar sadece baskıyla değil, rıza üreterek de hükmediyordu. Eğitim, medya, din ve sanat bu rızanın üretim merkezleriydi.
Sonra sahneye Frankfurt Okulu çıktı. Adorno ve Horkheimer, televizyonun ve popüler kültürün insanları düşünmekten uzaklaştırdığını, eleştirel aklı felç ettiğini yazdı. “Kültür endüstrisi” dedikleri şey, aslında bugünün algoritmalarla şekillenen dijital dünyasının habercisiydi.
1960’larda İngiltere’de bu çizgi başka bir yöne evrildi. Birmingham Kültürel Çalışmalar Merkezi, dikkatini “elit” kültürden alıp popüler kültüre çevirdi. Stuart Hall, sıradan insanların giydiği kot pantolondan dinlediği müziğe kadar her şeyin siyasal bir anlam taşıdığını gösterdi. Çünkü egemenlik sadece yukarıdan değil, gündelik yaşamın içinden de işliyordu.
Alt Kültürler, İsyanlar ve Soğurulma
Punklar, skinheadler, siyah gençlik hareketleri… Hepsi birer isyan biçimiydi. Giyim kuşamla, müzikle, sokak diliyle egemen kültüre meydan okuyorlardı. Ama ironik olan şu: bu isyanların birçoğu kısa sürede tüketim kültürünün parçası haline geldi.
Yani kültür, bir yandan direniş alanı olabiliyor, bir yandan da sistem tarafından soğurulabiliyor. Bugün sosyal medyada gördüğümüz birçok “isyan estetiği”nin bir haftada modaya dönüşmesi bundan ibaret.
Eğitim: İktidarın Sessiz Alanı
Tüm bu tartışmaların eğitimle ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Aslında çok ilgisi var. Çünkü okul, ideolojinin en sessiz ama en etkili mekânlarından biri. Paulo Freire’nin dediği gibi, “Eğitim ya özgürleştirir ya da ehlileştirir.”
Eleştirel pedagojinin savunucuları —Freire, Giroux, Apple— eğitimin tarafsız olmadığını vurguladı. Okullar, sadece bilgi değil, düşünme biçimi öğretir. Müfredat, ders kitapları, öğretmen söylemleri… Hepsi bir ideolojik çerçevenin taşıyıcısıdır. Bu nedenle eleştirel düşünce, aslında bir mücadele aracıdır.
Dijital Çağın Yeni Cephesi
Bugün kültürün cephesi değişti. Televizyonun yerini sosyal medya aldı. Popüler kültür artık TikTok danslarında, algoritmaların seçtiği haber akışlarında şekilleniyor. Kültürel iktidar daha görünmez ama çok daha güçlü hale geldi.
Aynı zamanda, bu alan direnişin de mekânı: Kadın hareketlerinden çevre mücadelesine, gençlik direnişlerinden etnik hak mücadelelerine kadar birçok toplumsal hareket kültür üzerinden sesini yükseltiyor.
Basit Bir Soru: Kültür Kimin?
Kültürel Marksizm, her şeyden önce bir soru sorar:
“Kültür kimin için, kimin tarafından ve hangi amaçla üretiliyor?”
Bu soru, sınıfta da geçerli, televizyonda da, telefon ekranında da. Eleştirel düşünceyi susturmak isteyen iktidarlar, önce bu sorunun sorulmasını engellemeye çalışır. Çünkü bu soru, rıza üretiminin perdesini aralar.
Son Söz
Kültür bir savaş alanıdır ama bu savaş top sesleriyle değil, şarkılarla, dizilerle, müfredatla yürür. Eleştirel düşünce ise bu savaşın sessiz ama en güçlü silahıdır.
Kültür üzerine düşünmeden siyaseti anlamak mümkün değildir. Tıpkı Freire’nin dediği gibi:
“Eğitim dünyayı değiştirmez. Ama dünyayı değiştirecek insanları değiştirir.”
- Kültürün Sessiz Savaşı - 8 Ekim 2025
- Meclis Açılış Resepsiyonu: Muhalefetin “Muhalifliği” Sorgulanıyor - 2 Ekim 2025
- Demokrasi Susarken, Çıkarların Çağı Başlıyor - 25 Eylül 2025