Yusuf Aslan

Sevgili arkadaşlar bugün anılarıma yoldaşım Yusuf Aslan’la devam edeceğim. Şüphesiz Yusuf’la da ilgili çok fazla anım var ama ben bugün sizlerle sadece birisini paylaşacağım.

Yusuf ODTÜ eylemlerin en aktif olan yoldaşlarımızdan birisiydi. El-Feth eğitim kaplarına da ilk gidenlerdendi. Biz bir grup arkadaş dönüşte Diyarbakır’da yakalandığımızda Yusuf yakalanmamıştı. Altında Jawa marka bir motosiklet deli dana gibi Türkiye’yidolaşıyor, dışardaki bağlantıları geliştirmek için çaba harcıyordu. Cezaevinde bazen tartışmalar bitmiyor, Yusuf da gece bizimle yatıyor öteki gün tartışmalara devam ediyorduk.

Daha sonraki süreçte THKO’nun tüm eylemlerinde yer aldı. Dağdaki gerilla grubuna katılmak için motosikletle gelirlerken, Sarkışla’da çatışma çıkar ve Yusuf yaralanır. Deniz kaçmayı başarır. Uzun süre karların üstünde soğuk havada yatan Yusuf hastaneye kaldırılır ve ölümün eşiğinden döner.

Tedavi olup Mamak Askeri Cezaevi’ne geldiğinde, Deniz’le ayrılmaz bir ikili olmuşlardı, birlikte volta atar, Deniz’in tüm mavralarına ortak olurdu.

FAREDEN KORKAN YUSUF!
Toplu halde ön hücrelerde kaldığımız bir dönem. Havalandırmaya ikişer ikişer çıkarılıyoruz. Herkesin yarım saat hakkı var. Elbet bazılarımız serbest gezerken, diğerlerinin hücrede olması , kimi kez nefis mavra olanakları yaratıyordu.

Hapishane olur da fare eksik olur mu? Elbette bizde de vardı. Adını “Abdürrezzak” koyduğumuz bir fındık faresi, kimi zaman yemeklerin kokusuna dayanamaz gündüz de ortaya çıkardı. Eğer korüdorda kimse yoksa, yıldırım hızıyla o hücreden ötekine koşturur kendisine girecek bir delik arardı. Bu koşuşturmaların birisinde Abdürrezzak, Yusuf’un hücresine dalar. Manzara korkunç! Yusuf ranzanın üstüne çıkmış çığlık atmaktadır.

Anlaşılıyor ki, Yusuf fareden deli gibi korkmaktadır. Zavallı bu korkusunu belli etmemek için şimdiye kadar çok çaba harcamış ama Abdürrezzak hücresini ziyaret edince her şeyi unutup korkusunu açığa vurmak zorunda kalmıştı.

Başta Deniz olmak üzere mavra ekibi için tarihi bir andı bu. Ne pahasına olursa olsun fare yakalanacak ve Yusuf’tan mavralarının intikamı korkunç bir şekilde alınacaktı. Artık günün tek konusu fare avıydı. Herkes bu konudaki tüm hünerini ortaya döküyor, çeşitli fare tuzakları hazırlanıyordu. tüm konuşmalar fare üstüneydi.

Üstelik şimdiye kadar mavra savaşında hep Yusuf’un yanında yer almış savaşçılar da, kendisine ihanet! edip, cephe değiştirmişlerdi. Bu konuda tek ihanet etmeyen ve hücresinde bağırarak: ” Yazıktır hayvana , bırakın gitsin. Biz işkencenin her türüne karşı değil miyiz? O hayvancağızın da canı var,” diye Yusuf’a arka çikan tek şahıs Hemşerim Ahmet’di.

Fakat bu sadakatın nedeni de kısa zamanda anlaşıldı. Abdürrezzak canını kurtarmak için şaşkınlıkla bu kez de Hemşerim
Ahmet’in hücresine girmişti. Atılan çığlıklardan anlıyoruz ki, Hemşerim de en az Yusuf kadar fareden korkuyordu. Yusuf’u desteklemesi bahane, o da kendi canının telaşındadır. Bu durum ortaya çıkanca, geriye kalanlar daha da heyecanlanıyoruz. Abdürrezzak efendinin yakalanması artık bizim için farz oldu.

Her hücrede teknolojinin! tüm imkânları kullanılarak tuzaklar hazırlanıyor. Kimileri terliğini yatağının altına koşymuş yatıyor. Kimileri bulduğu bir kutunun içine ekmek kırıntıları , kutunun üstüne bir ağırlık koymuş, ucunda ipe bağlı bir kale, ipin ucunu serçe parmağına bağlamış, geceleri bile böyle uyuyanlar var. En küçük bir tıkırtıda herkes tetikte. Yusuf’la , Hemşerim ise ” Tek yürek, Tek yumruk” olmuş en küçük bir ses duyar duymaz gürültü patırtıya başlıyorlar. Akılları sıra fareyi korkutup kaçmasını sağlayacaklar. Sonunda Yusuf’a en büyük ihaneti! en iyi arkadaşı yapıyor. Mavralara genellikle aktif katılmayan Dede(Hüseyin) hücresinden sesleniyor:

” Al işte, sonunda seni ele geçirdim Abdürrezzak efendi…”

Ciddi misin Dede. Hepimiz ayaklanıyoruz. Korüdorda havalandırma hakkını kullanan koşuyor Dede’nin hücresinin önüne.
” Aman Dede, kutunun üstüne ağır bir şey koy, canlı yakalayalım şu hayvanı.”

” Hiç korkmayın, çok iyi kapana girdi, elimden kimse alamaz onu,” diyor Dede.

Yusuf’la, Hemşerim inanmıyorlar elbette. Garibanlar hücrede olmasalar savaşıp fareyi kurtaracaklar belki de. Ama kilit altındalar, elleri kolları bağlı. Tek umutları fare yakalanmadığı halde, kendileriyle dalga geçiyor olmamız. Ama sesler Dede’nin hücresinden geliyor. O zaman dalga geçilmediği kesin.

Bu kez Abdürrezzak’ın serbest bırakılması için Dede’ye yalvarıyorlar. Bu da sökmeyince tatlı, çay haklarını rüşvet olarak öneriyorlar. Yine kabul edilmiyor. Sonunda henüz sağ olan Abdürrezzak kuyruğundan bir iple bağlanarak Yusuf’un hücresinin önüne götürülüyor.

Bu kez yalvarma sırası Deniz’de:
” Ne olur benim havalandırmaya çıkmamı bekleyin, bu derin zevkten mahrum etmeyin beni…”

Kimsenin bekleyecek hali yok. Havalandırma sırasını kullanan Yusuf’un hücresinin önünde sallandırıyor ipe bağlı fareyi. Yusuf garibanı ranzanın tırmanabileceği en üst noktasına tırmanmış bas bas bağırıyor. Hemşerim de aynı vaziyette.

Birkaç saatlik işkence! faslından sonra Abdürrezzak’ın naaşı yok ediliyor. Ama iş bu kadarla kalmadı.

Mavra ekibinin ricasını kıramayan Mete pamuktan çok güzel bir fare yapıp boyadı. Çok yaklaşılmazsa pamuk fareyi aslından ayırdetmek olanaksızdı. Elbette Yusuf’la , Hemşerimin bu sanat eserinden haberi olmadı. Sonra bağrışmalar başladı:
” Kaçıyor…Tuttunuz mu? Üstüne basmayın, ezilir hayvancağız. Terliği niye attın , hani sağ yakalayacaktık. Öldü zavallı hayvan.”Herkes rolünü öyle güzel oynuyor ki, bizimkiler yine inandı. Pamuktan fare kuyruğundan iple bağlanıyor. Yusuf’un hücresinin önüne gidip fareyi sallandırıyorum. Garibim Yusuf yine çığlık çığlığa. Sonunda dayanamayıp yumuşuyorum:
” Bak Yusuf bu gerçek fare değil, pamuktan yaptık.”
” Olsun pamuktan da olsa, ne görmeye, ne de dokunmaya cesaret edebilirim. Götür o laneti buradan.” Daha fazla işkenceyi yüreğim kaldırmıyor. Diğerlerinin itirazına rağmen, pamuktan fareyi parçalayıp rahatlatıyorum Yusufçuğu.

GEREKLİ BİR AÇIKLAMA: 6 Mayıslarda yurt dışında çıkardığımız gazetede genellikle ben yazardım. En son yazdığım 6 Mayıs yazısının değişik olmasını arzulamıştım. Bu kez yukardaki mavrayı yazdım. Elbette bilinçli ve düşünerek yazdığım bir yazıydı. Aklım sıra putlaştırılmaya çalışılan yoldaşlarımın unutturulan bir yanını tüm canlılığı ile anlatmak istemiştim. Onlar her şeyden önce insandı. Hem de çok insan. Seven, sevilen, korkan, üzülen, ağlayan, gencecik yaşta ölümlerine çeyrek kala mavra yapabilecek kadar cesur insanlardı. Hele Yusuf, fareden deli gibi korkan Yusuf, elleriyle boğazını sıkıp, dilini dışarı çıkararak ” Bakın işte, beni astıklarında görünümüm böyle olacak,” diye bakmaya yüreğimin kaldırmadığı şakalar yapan bir insandı.
Bir çok kez tutuklanmıştı. Bir tutuklanışında polisler bıyıklarını yolunca, ikinci tutuklanışında, polislere aynı zevki tattırmamak için nezarethanede bıyıklarını kendi yolmuştu. İdam sehpasına dimdik giden, bıyıklarını kendisi yolacak kadar cesur olan Yusuf fareden korkacak kadar insandı!…

Ben bu yazıyı isimsiz olarak(adet böyleydi) yazdıktan sonra gazeteye öyle eleştiriler gönderildi ki, şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. ” Bu yazıyı yazan, proletaryaya ve halkın davasına ihanet eden birisiydi, bu yazıyı yazan ‘ kahramanlarımızı’ küçük düşürerek yoldaşlarımıza hakaret ediyordu vs. vs…” Şimdi bu ihaneti(!) özgürce ve hiç bir sansüre tabi tutmadan yaparak sevgili yoldaşlarıma karşı görevimi en iyi şekilde yerine getirdiğime inanıyorum.

Onun idam sehpasındaki son sözleri ise şöyleydi:
” BEN HALKIMIN BAĞIMSIZLIĞI VE MUTLULUĞU İÇİN ŞEREFİMLE BİR DEFA ÖLÜYORUM. SİZLER, BİZİ ASANLAR ŞEREFSİZLİĞİNİZLE HERGÜN ÖLECEKSİNİZ! BİZ HALKIMIZIN HİZMETİNDEYİZ. SİZLER AMERİKA’NIN HİZMETİNDESİNİZ. YAŞASIN DEVRİMCİLER;KAHROLSUN FAŞİZM.”

Atilla KESKİN
Latest posts by Atilla KESKİN (see all)