Yolsuzluk ve rüşvet kapitalist sistemden kaynaklanıyor

Yolsuzluk ve rüşvet denilince “kamudaki yolsuzluklar” akla geliyor. Çünkü Türkiye’nin yolsuzluk ve rüşvet sorunu esas olarak kamusal bir sorundur. Hukukçular yolsuzluğu “Kamu gücünün özel çıkarlar için kötüye kullanılması” şeklinde tanımlıyor. Kamu gücünü ellerinde tutanlar, maddi veya manevi bakımdan kişisel çıkar elde etmek için görevlerini kötüye kullanarak yolsuzluk yapıyor. Kamu görevlisini etkilemek için para veya mal gibi ekonomik araçlar geçerli olduğu için, yolsuzluklar gizli kapaklı, el altından yürütülüyor. Yolsuzluklarda, kimi zaman aile, akraba, arkadaşlık bağları; kimi zamanda toplumsal veya siyasal nüfuzun kullanılması etkili oluyor. Hukukçular ve siyasal bilimciler tarafından Türkiye’deki yolsuzluk olgusunun genel özellikleri şöyle sıralıyor:

1-Yolsuzluk, kişisel çıkarların toplumsal çıkarlara üstün tutulmasını ve haksız kazançlar sağlanmasına dayanır. Bu bağlamda yolsuzluk olayı esas olarak toplumun aldatılmasını ve hile yapılmasını gerektirir.

2-Yolsuzluk olgusu karşılıklı çıkarları ve sorumlulukları içerir. Bu nedenle olaya karışan kimseler girişimlerini gizleyebilmeleri için yönetsel yetkilerin ve yasal mazeretlerin arkasına sığınmaya çalışırlar.
3-Yolsuzluklar genellikle gizli olarak yapılır. Ancak yolsuzluğun toplum geneline yayıldığı ve olaya karışanların güçlü destekçilerinin bulunduğu durumlarda, başka bir deyişle siyasal iktidarların buna göz yumdukları durumlarda gizliliğe ihtiyaç duyulmayabilir.

4-Kamusal yetkiler, siyasal ve yönetsel işlevler için sınırsızca kullanılıyor. Siyasal iktidarlardan hesap sorma mekanizmaları olmadığı için, yolsuzluklar her iki halde, yani siyasal ve yönetsel düzeyde gerçekleşiyor.

Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanan kamusal yolsuzluk ve rüşvet sistemi Cumhuriyet döneminde devralındı. Kişisel çıkarlarını devletin çıkarlarıyla özdeşleştiren bürokratik ve askeri elitin öncülüğünde gerçekleşen cumhuriyet rejimi, devlet eliyle zengin yaratmaya dönüştü. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayan yolsuzluk olayları, günümüze kadar devam etti. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” özdeyişi Cumhuriyetin tek parti döneminde ortaya çıktı. Bürokrasinin merkeziyetçi ve hiyerarşik yapısı, yolsuzlukların ve rüşvetin kurumsallaşmasını sağladı. İktidara gelen her parti, kendi bürokratik kadrosunu oluşturarak parti çıkarlarını gözeten atamalar yaptı. Bürokratlar da iktidar partilerine hizmet etmeyi asli bir görev haline getirdiler. Bürokrasi siyasallaştıkça devlet katında yozlaşma hızlandı ve yolsuzluklar sistemin bir uzantısı olarak olağanlaştı.

12 Eylül 1980 askeri darbesi ile başlayan yeni dönemde yolsuzluklar ve rüşvet sistemleşerek Özal döneminden itibaren tüm iktidarların beslendiği siyasal ve toplumsal rant alanı oldu. Bu dönemin “Yatırım Teşvik Politikaları” ile teşvik primi adı altında, orta ve uzun vadeli kredilerden yararlandırma, vergi, resim ve harçlardan muaf tutma, gümrük, bina inşaat, ulaştırma, altyapı muafiyetleri, KDV erteleme vb. biçimlerde yatırımcılara devlet eliyle olağanüstü imkanlar sağlandı. İş takipçileri politikacı ve yüksek bürokratlar eliyle “hayali ihracat” ve “hayali yatırım” skandalları ortaya çıktı. 1986 yılında başlayan özelleştirme uygulamaları ile kamu malları talan edilerek parti yandaşlarına peşkeş çekildi. Özal’ın uygulamalarının devamı niteliğindeki AKP dönemi ise, rüşvet, yolsuzluk ve devlet ihaleleri ile zenginler yaratma ve zenginlikleri yandaşlar arasında paylaştırma bakımından bir rant iktidarı haline geldi.

Sonuç olarak yolsuzluklar kapitalist sistemin kendisinden, devletin ve hükümetlerin siyasal ve yönetsel yozlaşmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle yolsuzluklara ve rüşvete karşı mücadele devrimci ve demokratik dönüşüm mücadelesinin bir parçası olmalı ve sömürüye ve tahakküme dayalı kapitalist sistemin deşifre edilmesi için yapılan siyasal gerçekleri açıklama kampanyalarının ana ekseni yapılmalıdır.

Şaban İBA