Ahlaki belirsizlik, ahlaki kesinliğe ulaşma güçlüğü yaşamamızla ilgilidir. İlkin bu, ahlaki olguların nasıl oldukları hakkında doğrudan, deneyime dayalı bilgiye sahip olamamaktan kaynaklanabilir. Olay bize anlatılmaktadır ve müdahil olan kişiler olayın nasıl olduğu hakkında farklı açıklamalar yapıyor olabilirler. Konu örneğin taciz ise tacize uğrayanın beyanı, duygusal ifadeleri uzmanlar tarafından değerlendirilir. Uzmanların deneyimlerine bağlı bir biçimde hakikatin ne olduğu hakkında bilimsel bilgiyle desteklenmiş bir tahmin oluşur. Fakat yine de bu epistemolojik bakımdan bir tahmindir. Mahkeme böyle bir tahmin ile yargılayabilir; hatta yargıç nihayetinde vicdani kanaatiyle dahi karar verebilir.
Diyelim ki kötü niyet yok, kimse kimseye bir komplo kurmuyor ve yalan söylemiyor. Olayın özneleri olan kişiler o olayı farklı anlamlandırıyor ve deneyimliyorlar. Birine göre bir yardım jesti olan bir dokunma, diğerine göre taciz olabilir. Peki bu durumda o biricik olayın mahiyetinin aslında ne olduğunu nasıl söyleyebiliriz? İşte burada değerler, etik kodlar devreye girer. Değerlerden bağımsız olarak ahlaki olgulardan söz edemeyiz. Bir ahlaki olguyu ahlaki yapan şey olgularla değerlerin ilişkisidir. Durumun sınırlarını çizen, olayı ahlaken tanımlamamızı sağlayan normatif çerçeveye müracaat etmek zorundayız. Tam da bu noktada niyetlerin de, sonuçların da pek önemi kalmıyor, zira edimin kendisinin ahlaken yanlışlığı yeterli oluyor.
Ahlaki şüphecilik iki şekilde ortaya çıkar: Ya ahlaki olgular hakkındaki bilgimiz yetersizdir veya o olguları anlamlandırmamızı ve değerlendirmemizi sağlayan kavram ve değerlerle ilgili bir belirsizlik vardır ortada. Elimizde ahlaki olarak doğru ve yanlış olan hakkında karar vermek için bir profesyonel etik kodu değil de, birden fazla kuram varsa, hangi norm koyucu kuramın diğerlerinden daha geçerli olduğuna karar vermek de başlı başına bir mesele haline gelebilir. Yani neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermeyi sağlayan kuramsal yöntemi seçmede kararsızlık yaşanabilir. Elbette şüphecilik sadece bir noktaya kadar sağlıklıdır, çünkü söz konusu durumu tekrar düşünmeyi, çeşitli bakış açılarından sınamayı sağlar. Ahlaki şüphecilik saygı duyulması gereken bir konumdur, çünkü bir hakikat arayışıdır aslında. Eğer ahlaki belirsizlik bizi felç ediyor, kilitliyor ve hayatımızı sürdüremez hale getiriyorsa kesinlikle aşılması gereken bir sorundur.
Bununla birlikte, ahlaki şüphecilik ahlaki nihilizmden farklı bir şeydir: Ahlaki olguların varlığını kabul etmek ama olayın tam olarak ne olduğunu bilmede sorun yaşandığını söylemekle, ahlaki olgunun varlığını yadsımak ayrı şeylerdir. Ahlaki nihilizm belirsizlikle uğraşmaz, onun asıl derdi ahlakı yadsımaktır; ahlaken doğru veya yanlış değerler olmadığını öne sürer. Düşününki tutarlı bir nihilistsiniz, ne evinizi yakan bir kundakçıya ne de arabanızı çalan bir hırsıza edecek bir çift lafınız kalır. Çocuk tacizcilerini, tecavüzcüleri de mahkum edemezsiniz. Saldırganlara yaptığının yanlış olduğunu anlatacak bir argümanınız yoktur. Oysa ki hayatta ahlaken mahkum etmek istediğimiz bir sürü durum vardır. Tecavüze uğrayan bir insan ne yapalım bu doğa gereği oluyor, buna doğru veya yanlış diyemeyiz diye mi düşünecek?
Bir nihilist, saldırganlara yaptıklarının yasalarca suç kabul edildiğini ve ceza alacaklarını söyleyebilir elbette. Fakat, burada da bir sorun vardır; zira, hukuk da ahlak normlarına dayanır. Hukuki doğalcılık yasaların adaletini ya Tanrı’dan ya da insan doğasından devşirdiği ahlak normlarıyla ilişkilendirir. Hukuki pozitivizmde ise zamana ve yere göre değişen, insanların üzerinde uzlaştığı ahlaki normlara bağlı olarak yapılır yasalar. Dolayısıyla, bir nihilistin ahlak yerine hukuka başvurma şansı da yoktur.
Ahlaki olguların varlığı reddedildiğinde ortada sadece çıplak olgular kalır. Nihilizm olguları ahlaki değerlere başvurarak değerlendirmeyi bir ahlakçılık sayar. O der ki, bir erkek doğası varsa, bu doğanın gereği olarak kadına karşı şiddeti, tacizi ve tecavüzü de yanlış sayamayız. Bu aşamada ahlaki nihilistin savunduğu konumun kadınları erkek doğasından korunmak için örtünmeye teşvik eden kökten dinci yaklaşımlara ne kadar benzediğini de fark edebiliriz. Biri ninem ahlakını aşan bir ultra modernlik adına; diğeri de statik, ilahi bir varlık tarafından yaratıldığına inanılan erkek doğası uğruna, kadının insan haklarını reddetmekte tereddüt etmemektedir. Geriye kalan tek şey kim ne kadar çok zarar gördü hesabıdır ki, ben buna faydacılık değil, ahlaki nihilizmin gerisindeki basit tüccar zihniyeti deme eğilimindeyim.
Ahlaki nihilizmin ahlaki bir sorunu çözme gücü yoktur; pratik olarak tutarsız bir konumdur.
- Otomatik Portakal ve Belirlenimcilik - 6 Kasım 2020
- Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyeti - 1 Kasım 2020
- Duygular ve Sözler - 10 Ekim 2020