Sokrates, Bir Yöntem Olarak Bilgisizlik 

Sokrates, bilgisizlik tavrını bir yöntem olarak benimsemektedir. Onun “Eğer tek bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bilmediğimdir.” şeklindeki paradoksal ifadesi, kimsenin bir şey bilmediği bir durumda bilmediğini bilmenin bilgelik yolunun bir başlangıcı olduğunu ortaya koyar. Ona göre bilgelik insanın evreni değil, kendisini bilmesiyle başlar. Onun bilgisizlik tavrını, bilgelik yolunun bir başlangıcı ve bilgelik kazanmanın bir yöntemi olarak almanın daha isabetli bir değerlendirme olacağı kanaatindeyiz. Çünkü bilgisizlik durumu, ilelebet sahip çıkılacak bir durum değildir.

Delphi kahini Sokrates’i Atinalıların en bilgesi olarak tanımladığında, Sokrates, tüm Atinalılar arasında yalnızca kendisi hiçbir şey bilmediğini bildiği için bu unvana layık olduğu çıkarımında bulunmuştur. Çünkü o, sık sık bilgi temelli hazır bulunuşluğunu izah etmek üzere sık sık şu ifadeye yer verir: “Ne biliyorum ne de bildiğimi düşünüyorum.”[1] Bu nedenle Sokrates bir öğretmen olarak, arkadaşlarına da bilgisizliklerini keşfettirerek, onları daha bilge kılma misyonuna kendisini adamıştır. MacIntyre’ın tespitiyle “X’in dindarlık ve adalet gibi bir ahlâkî niteliğin adı olduğu yerde Sokrates kendisinin sorduğu “X, nedir?” sorusunu hemen hiçbir zaman yanıtlamadığı için Sokratik araştırmanın bütün ve tek hedefini, kendi bilgisizliğinin bilgisi çerçevesinde kendini bilmeyi sağlamak olarak saptayabiliriz. Öyle ki erdem bir kazanımdan ziyade bir amaç olsun.[2]

Peki, ölüm tehdidi altındayken bile bildiklerinin sağlamlığından kuşku duymayan ve bunların ahlâkî sonuçlarına katlanmaktan geri durmayan bir filozofun hikmeti bilmediği hususunda ısrar etmesinin hikmeti ne olabilir? Aslında Sokrates’te bilgisizlik, ısrar edilecek, üzerinde karar kılınacak bir durum değildir. Bilgisizlik, felsefi bir ölçüt, bir tavır olarak alınamaz. Aksi halde o zaman kendisinin sofistlerden farkını ortaya koyamazdı. Oysa Sokrates iyinin tanımı yapmıştır. Mutlak iyinin varlığını savunmuştur. Diyaloglarda, arkadaşlarının düşüncelerini yetkin kılmak için onlara tanımlara varıncaya kadar kılavuzluk etmiştir.

Sokrates, diyaloglarda yakın cins ve yakın ayrım üzerinden çoğu zaman tam bir iyi tanımına ulaşabilmektedir. Bu nedenle, sanki bu husustaki eksikliğini, yaptığı tanımların uzak cins ve varlığın ilk sebepleri ile ilgisini kuramamak olarak görmektedir. Takdir edileceği üzere, sofistler biz bir şeyi bilemeyiz derken, yakın nedenleri değil, uzak nedenleri ve ilk nedeni bilemeyiz diyorlardı. Çünkü klasik metafizikte bilim kesin ilkelerden kesin sonuçlara varma işlemine denilmektedir.

Sokrates, her ne kadar Delphoi Tapınağındaki Tanrı sözüne hayatı boyunca itibar etse de, insan ruhundaki erdemlere, insani hikmetten hareketle ulaştığını açıklıkla ifade etmiştir. Hal böyleyken, bu söze ısrarla referans vermesinin bir nedenini, toplum içinde gerçekleştirmek istediği misyona katkısı açısından siyasi ve uzlaşımsal bir tavır olarak da görebiliriz. Sokrates bu sözdeki ısrarıyla bir nevi meseleyi “Tanrı da bunu emrediyor” tarzında sunmaktadır. Hatırlanacağı zere, Sokrates’i ölümle yargılayan mahkemenin ithamlarından biri: “Devletin Tanrılarına inanmamak, bunların yerine yeni yeni Tanrılar koymak”[3] idi.

Sokrates, tanıdığı ve bilgilerine itibar ettiği şairlerden ve kâhinlerden farklı[4] olarak tamamen insani hikmetin sınırları içinde bir bilgelik yolu tutmasına rağmen, referansın bütünüyle Tanrı olduğu bilgelik geleneğine de düşüncelerinde bir açık kapı bırakması ahlâkın temellendirilmesi noktasında bir paradoks teşkil etmektedir. Kendisi bizzat Delphoi’ye gitmediği ve oradaki kahinle görüşmediği halde, kendi inisiyatifi dışında gerçekleşen bu olayla, kendi hakikatini Tanrı’nın sözüyle destekleme ihtiyacı duyduğunu söyleyebiliriz. O, “benim insani bilgim, Tanrısal bilgiyle de örtüşmektedir.”[5] tarzında bir yaklaşım sergilemektedir.

Onun düşüncesinde, “Tanrı böyle buyurduğu için insanlar ruhlarına dönmelidirler” tarzında bir önsel bilgiden hareket edilmek yerine, bir tümevarımsal bilgi formu olan diyalektik kullanılmaktadır. “Kendini tanı” buyruğunun önemi, insana “gerçekleştirdiğin eylemlerin referansı kendin olmalısın, bildiğini sağınlıkla bilmelisin, bilmediğinin farkında olmalısın” uyarısından kaynaklanmaktadır. Eylemlerimin kaynağı kendim isem, kötülük yapma mazeretim olamaz. Bu durumda elbette insan bilerek kötülük yapmaz.

 



[1] Platon, Sokrates’in Savunması, çev. Niyazi Berkes, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1946, 21b.

[2] Alasdair MacIntyre, Ethik’in Kısa Tarihi, çev. Hakkı Hünler & Solmaz Z. Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul 2001, s. 29.

[3] Platon, Sokrates’in Savunması, 24c.

[4] Platon, Sokrates’in Savunması, 20d-e.

[5] Sokrates otuzlu yaşlardayken arkadaşı Chaerephon, Delphi’deki Kahin’e gitti ve sordu: “Bir insan Sokrates’ten daha fazla hikmet sahibi olabilir mi?” O da o meşhur ve müphem cevabı verdi: “Hiç kimse Sokrates’ten daha bilge değildir.” Sokrates’in hayatında Kahin’in sözü bir dönüm noktası oldu. Sokrates, bu sözü, kendisinin “eşi benzeri olmayan bir insan” olduğu yönünde anlamak yerine, “her hangi bir kişinin olabileceği kadar bilgedir” tarzında anladı. Platon, Sokrates’in Savunması, 20e.