Nutuk’u Okumak – 2

… İşte böylece efendiler
Aşk istediler verdim
Ateş istediler verdim
Ekmek istediler verdim
– Güldüler; yalan dediler, olmaz dediler –
Uğraştım sonunda en güzel boyalarla
Önümüze bir bütün harita çıkardım…
Turgut Uyar,
 

Bahriye Nazırı Rauf Bey ile İngiliz Amirali Galtrop (Calihrope, Mondros Mütarekesi’nin şartlarına karar verdiklerinde tarih 29 Ekim 1918’dir. Fakat “Harp sahaları birbirinden uzak olduğundan bazı anlaşmazlıklar çıkabileceği endişesiyle) … bütün cephelerde ateşin aynı anda kesilmesini sağlamak için mütareke tarihinin 30 Ekim 1918 günü öğle vakti olarak” (Orbay, 2004146) tespit edilmesine karar verilir. Her iki komutan da antlaşmanın ertesi gün yürürlüğe girmesi konusunda hemfikirdir. Böylece, 30 Ekim 1918 öğlen vakti itibariyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşında yenildiği resmen belgelenmiş, savaşın galibi İtilaf Devletleri’nin şartları koşulsuz kabul edilmiştir.

30 Ekim 1918 tarihi, aynı zamanda Milli Mücadele’nin de başlangıç tarihidir. Mütareke’nin imzalanmasından sadece bir hafta sonra, 5 Kasım 1818’de, işgale direnmek amacıyla Kars Milli İslam Şurası kurulmuş, Şura, 30 Kasım 1918’de 60 kişilik heyet ile toplanarak bir takım kararlar almıştır. Nitekim İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti de faaliyetlerine resmi olarak I Aralık 1918’de başlar. 6 Kasım 1918 günü gayri resmî olarak kurulan Cemiyet’in ilk çalışması, Rumların taşkınlıklarının önlenmesi için Vali Nurettin Paşa’yı aramaktır. Kurulduğu ilk dönemlerde Moralızâde Halit ve Nail beylerin yakılan yazıhanelerinde daha sonra Birinci Kordon’da ticarethane olarak tuttukları dairede çalışmalarına devamı eden cemiyet, işgal karşıtı tutumuyla Milli Mücadele’de oldukça önemli bir rol oynamıştır. Ertesi gün, 2 Aralıkta, Edirne’de Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniye’si kurulur. 7 Aralık’ta ise İstanbul’da oluşturulan Milli Kongre, işgallere karşı bir bildiri yayınlar. 3 Ocak 1919’da, Ardahan’da da işgale karşı bir kongre toplanır ve çalışmalarına başlar. 12 Şubat 1919’da ise benzer amaçlarla kurulan bir cemiyet, Trabzon’da faaliyetlerine başlamıştır. Bu girişimi 2 gün sonra Samsun’da çalışmalarına başlayan, Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti takip eder. Erzurum Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ise 3 Mart 1919’da kurulur (Başgül, 1993:7-12).

15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile Mili Mücadele’deki önemli bir psikolojik eşik de aşılmış olur. İşgalin ardından tüm yurtta işgallere karşı protesto mitingleri düzenlenmeye; direnişi örgütleyen gazeteler çıkarılmaya; çeteler fiili olarak Yunan güçleriyle çarpışmaya başlar.

16 Mart 1919’da Denizli Belediye binası önünde toplanan halk, İzmir’in işgalini protesto eder. Benzer mitingler 17 Mart’ta Giresun’da, 18 Martta Erzurum’da, 19 Martta İstanbul Fatihte de gerçekleştirilir. 19 Mayıs I9i9’da Pazartesi günü, Fatin Belediye binası önünde 80 bin kişinin katıldığı bir gösteri yapılır. İstanbul’da dükkânlar, beş gün süre ile kepenklerini kapatır. 20 Mayıs 1919 Salı günü Üsküdar Doğancılar’da, 22 Mayıs 1919 Perşembe günü Kadıköy’de yapılır işgale karşı gösteriler. Doğancılar’da yapılan gösteride Şair Talat Bey, Ferruh Niyazi Bey, Sabahat Hanım, Muzaffer Bey, Necdet Hamdi Bey, Naciye ve Zeliha Hanımlar konuşma yapar. Konuşmalarda, “Yaşamak için ölmeye yemin ettik, yalnız İstanbul değil, köylüler de ayakta. Köylüler çarıklarını ıslatıyor, kepekli undan yol hazırlığı yapılıyor” denilir. Kadıköy’de yapılan gösteride Münevver Saime, Halide Edip ve Hayriye Melek Hanımlarla Fahrettin Hayri Bey konuşma yapar.

23 Mayıs 1919 Çarşamba günü Sultanahmet’te yapılan miting ise gerçekten göz doldurucudur: 200,000 kişinin katıldığı mitingde Şair Mehmet Emin Yurdakul Süleyman Sırrı ve Dr. Fahrettin Hayri Beylerin yanında Halide Edip Hanım da bir konuşma yapar. O gün sokaklarda elden ele dolaşan bildiride şu satırlar yer almaktadır: “Müslüman! Yedi asırlık bir saltanatın taksim olduğunu görüyorsun! Şu hicranlı günlerimizde birleşmeye, anlaşmaya her hususta ihtiyacın var. İşini, gücünü bırak, Cuma namazından sonra Sultanahmet’teki içtimaa koş! Kadın, erkek, çoluk, çocuk orada bulun! İmza Müslüman” (Adıvar, 2008:221).

25 Mayıs1919’da hükümet gösterileri yasaklar. 30 Mayıs 1919 Cuma günü, halk Sultanahmet Camii’nde toplanır; İzmir şehitleri için Mevlut okutulur. Mevlut gösteriye dönüşür. Öğretim üyesi İsmail       Hakkı Baltacıoğiu Milaslı İsmail Hakkı ve Hamdullah Suphi Beyler ve Şukufe Nihal Hanım da bu toplantıda birer konuşma yaparlar.

Anadolu tüm unsurlarıyla işgale karşı direnmektedir. İlhakları reddeder: Müslümanların yaşadığı yerlerin Osmanlı topraklarında kalması için çabalayan(müdafaa-i hukuk) cemiyetler, gazeteler, aracılığıyla başlayan, mitingler ve çetelerle devam eden bir direniştir bu; Tarık Zafer Tunaya’nın tespitiyle birbirinden ayrı, yüzlerce çoban ateşi yanmaktadır artık Anadolu’da[1]

22 Haziran 1919’da, büyük çoğunluğunu üst rütbeli muvazzaf askerlerin oluşturduğu bir grup da yayınladıkları bir tâmim ile işgallere karşı tepkisini gösterir. Amasya Tâmimi’nin kaleme alınmasında, 5 Mayıs’ta 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal belirleyici olmuştur. Mustafa Kemal, 12 Haziran’da Amasya’ya gelmiş, burada bir müdafaa-I hukuk cemiyetinin kurulmasına önayak olmuş: Amasya’ya geldiği gün yaptığı konuşmasında “Padişah ve hükümet İtilaf Devletlerinin elinde esir bir vaziyettedir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete çare bulmak için, Sizlerle işbirliği yapmaya geldim. Hep beraber azizi vatanımızı ve istiklalimizi kurtarmak için gayretimizle   çalışacağız” diyerek işgale karşı tutumunu ortaya koymuştur. Tamim, 22 Haziran’da yayınlanır ve 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 13. Kolordu Kumandan Vekil Miralay Cevdet Bey, 3. Kolordu Komutanı Miralay Refet Bey, 12. Kolordu Komutanı Miralay Selahattin Bey, 25. Kolordu Komutanı Miralay Ali Fuat Bey, 17. Kolordu Kumandan Vekili Miralay Bekir Sami Bey, 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa ve Edirne Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa gibi askerlerinde aralarında yer aldığı bir grup metni imzalar. Gerçi metnin imzalanması sürecinde bile kimi tedirginlikler ve eleştiriler göze çarpmıştır; lâkin henüz tarih 1919’dur ve Amasya Tamimi ile kurulan ama gerginlikleri de yine bu tamimin imzalandığı gün başlayan ilişkiler henüz çok yeni, sıkı ve sıcaktır[2]

Amasya Tamimi, daha sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirecek ve ardından da Ankara’da açılacak Büyük Millet Meclisi’nde, Milli Mücadele’yi bir çatı altında toparlamaya çalışacak olan yönetici kadronun ilk faaliyeti olması açısından oldukça önemlidir. Bir başka deyişle, Amasya Tamimi, büyük çoğunluğu daha sonra Nutuk’ta eleştirilecek, yerilecek, hain ilan edilecek, kötülenecek, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanacak, kitapları toplatacak… kişilerin[3] ilk örgütlü hareketi olması açısından önem taşımaktadır. Tabir-i caizse, Nutuk’un temel malzemesinin, Amasya Tamimi’ni imzalayan Kişilerden oluştuğunu söylersek, Nutuk’un membaını bu kişilerden aldığım belirtirsek büyük bir yanlış yapılmış olmayız. Nutuk’un çok önemli bir bölümü, bu kişilerin nerelerde ne tür hatalar yaptıkları ve yetenek ve ufuklarının neden Mustafa Kemal’e erişemediğinin açıklamasından oluşmaktadır. Aynı şekilde, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (VCF) kurucularının birçoğunun da yine, Amasya Tamimi’ni imzalayan Kişilerden oluştuğunu söylemek mümkündür. Diğer bir deyişle, Amasya Tamimi, bir yandan Milli Mücadele’nin kurmay heyetini -Ali Fuat Paşa’nın tabiriyle eski apotrlarını- oluştururken, diğer yandan da, bu kurmay heyeti içerisindeki ittifakları, çekişmeleri, tasfiyeleri, eski apotrların yerine yenilerinin ikamesi sürecinin de başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

22 Haziran 1919’da Amasya Tamimini yayınlayan heyet, 10 Temmuz 1819’da, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın görev alanı içerisindeki Erzurum’da bir kongre toplamaya Karar verdiyse de, Kongre ancak 23 Temmuz’da toplanabilir. Bu kongrede oluşturan Heyet-i Temsiliye, kongrenin yürütme organı gibi çalışır.

Bölgesel nitelikteki Erzurum Kongresi’ni, yine Amasya Tamimi’nin imzacılarından 3. Kolordu Komutanı Miralay Refet Bey’in görev alanı içerisindeki Sivas’ta toplanan, Sivas Kongresi takip eder. 4 Eylül 1919’da toplanan kongre, Erzurum Kongresi’ni de kapsayan bir kongredir ve bu kongre sonrasında, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturulur.

Yurt sathındaki bütün müdafaa-i hukuk ve reddi ilhak cemiyetlerini bir araya getirmeye çalışan Sivas Kongresi (ve bu kongrede oluşturulan cemiyet), dağınık, âdem-i merkezi, yerel ve otonom. örgütler tarafından sürdürülen Milli Mücadele’nin, merkezi ve bütünleşik bir güç haline getirilmesinde önemi) bir hamle olarak değerlendirilebilir. Mustafa Kemal’in Nutuk’unu okuduğu 1927 Kongresi’nde, partinin ilk kongresinin Sivas Kongresi olduğunu söylemesi de, bu açıdan bakıldığında oldukça manidardır: Sivas Kongresi, Mili  Mücadele’nin merkezileştirilmesinde önemli bir aşama iken, 1927 Kongresi de tek parti yönetiminin kurulmasında  önemli bir aşamadır; ayrıca her ikisinin de başında Mustafa Kemal yer almaktadır. Nur tuk, bir yandan, neden bazı kişilerin tasfiye edildiğini anlatırken, diğer yandan da Samsundan Amasya’ya, Amasya’dan Erzurum’a, Erzurum’dan Sivas’a, Sivas’tan Ankara’daki BMM’ye nasıl gelindiğini, sadece tarihsel değil, aynı zamanda siyasi bağlamda da açıklamaya çalışmakta; CHP’nin, Mili Mücadele’nin merkezi direniş örgütünden bir partiye nasıl dönüştüğünü izah etmeye/kurmaya/kurgulamaya çalışmaktadır. Bu açıdan, Nutuk’u, Amasya’dan Ankara’ya doğru çizilen fay hattını ve bu fay hattındaki kırılma noktalarını tanımlayan, bu fay hattındaki depremleri ve siyasi can kayıplarının nedenlerini anlatan bir metin olarak ele almak da mümkündür.

23 Nisan 1920’de, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Bey’in denetimindeki Ankara’da kurulan BMM de Milli Mücadele’nin merkezileştirilmesinde önemli bir adımdır. Hiç kuşkusuz, BMM’nin açılması sadece merkezileşme konusunda bir hamle olarak değerlendirilemez; Amasya Tamimi sonrasında bir araya gelen Milli Mücadele yöneticileri içerisindeki tasfiyeler de bu süreçten sonra hızlanacak, bununla birlikte BMM, İstanbul’un işgalinden sonra dağılan Meclis-i Mebusan üyelerini de içerisine alarak, kendisini tek ve hâkim siyasi bir güç olarak sunmayı başarabilecektir. BMM’nin açılmasını takip eden dönemde, İstanbul ve Ankara arasındaki rekabette avantaj ve güç Ankara’nın elinde temerküz etmeye başlayacak; siyaset Ankara’dan, daha da doğrusu Mustafa Kemal’in ve çevresi tarafından yönlendirilmeye başlanacaktır.

Cumhuriyetin ilanı -ve cumhuriyet kavramı etrafı üzerinde yürütülen tartışmalar- da tasfiye sürecinin hızlanmasında önemli bir merhaledir. Eski apotr’lar, Cumhuriyetin ilan ediliş biçimine sert tepki gösterir. Yönteme ilişkin tepki, Mustafa Kemal -ve çevresi- tarafından “cumhuriyetin kendisine yönelik bir tepki olarak algılanır ve apotr’ların gericiliğine yorulur. Eski apotr’lar, gerici ve cumhuriyet karşıtı olmadıklarını ispat için İsminde “terakkiperver”, “cumhuriyet” kelimelerinin geçtiği bir parti kurmaya hazırlanır. “Cumhuriyet” kavramı etrafında yürütülen tartışmalar o kadar sıcaktır ki, bu gelişme, yani cumhuriyet karşıtlığı ve gericilikle itham edilenlerin, isminde cumhuriyet ve ilerici kelimelerinin geçeceği bir parti kuracakları söylentileri, müstakbel muhalefet partisi kurulmadan tam da bir hafta önce, Halk Fırkası’nın da adını değiştirmesine ve “Cumhuriyet Halk Fırkası” ismini almasına yol açar: İsmini değiştiren Mustafa Kemal’in partisi, cumhuriyet kavramını muhaliflere bırakmamakta oldukça kararlıdır.[4] 17 Kasım 1924 günü kurulan TCF, sadece 199 gün siyasi yaşamına devam edebilir ve Şeyh Sait İsyanı ile ilişkisi (olduğu düşüncesi) nedeniyle 3 Haziran 1925[5] tarihinde İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile kapatılır.[6] Ardından gelen İzmir Suikastı             davası ile birlikte değerlendirildiğinde, muhaliflerin, Şeyh Sait İsyanı ve İzmir Suikastı ile ilişkileri nedeniyle tutuklanmaları, idam edilmeleri, Mustafa Kemal’in eski apotr’larım ve ittihatçı unsurları tasfiyesinin en dramatik siyasi aşamalarını oluşturmaktadır[7]

1927 yılına gelindiğinde, Fırka Divanı’na ait olan milletvekili adaylarını belirleme yetkisinin, CHF Genel Başkanı’na devredilmesine ilişkin tüzük değişikliği ile milletvekillerinin tamamını kendi başına belirleme yetkisine kavuşarak, 1923’den bu yana başımı ağrıtan meclis içi muhalefeti de tasfiye edebileceği bir ortam yakalayan Mustafa Kemal, hem Şeyh Sait İsyanı, hem de İzmir Suikastı davaları yoluyla, Kazını (Karabekir), Ali Fuat (Cebesoy), Cafer Tayyar, Refet (Bele), Rauf (Orbay), Bekir Sami[8] (Kunduh) ve Mersini Cemal Beyler gibi eski apotrlarını tamamen siyasi hayatın dışına çıkartmış; Kazım Karabekir’in ifadesi ile “paşaların hesaplaşması” böylece sona ermiştir. Bu yıl, aynı zamanda, Mustafa Kemal’in 30 Haziran 1927’de emekli olduğu; Cumhurbaşkanlığı görev süresinin sona erdiği; 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a | Temmuz 1927’de nihayet dönerek ve Dolmabahçe Sarayı’na yerleştiği ve 1927 seçimleri sonuçlarına göre seçilen milletvekillerinin henüz meclis çalışmalarına başlamadıkları bir dönemde, Nutuk’unu okumaya başladığı; bir diğer ifade ile paşaların hesaplaşmasının biterek tek parti yönetiminin kurulmaya başladığının ilan eğildiği bir yıldır.

Nutuk’un okunduğu 1927 yılı, gerçekten de, Amasya Tamimi ile kader birliği yapan kurmay heyetinin çeşitli yol ve yöntemlerle tasfiyesinin sonuçlandığı bir yıldır: Nutuk, bu tasfiyenin, açıklamasını yapar ve neden “milli mücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları”nın, “milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına Kadar gelen tekâmulatında, kendi fikriyat ve ruhiyatının ihtidası hududu bittikçe” Mustafa Kemal’e “mukavemet ve muhalefete devam ettiklerini (Atatürk, 1970:16) açıklamaya yönelir. Tasfiye edilenler, Nutuk aracılığıyla “ötekiler,         hainler haline getirilir; hainler, Mustafa Kemal’in yanında yer almadıkları için haindir; Mustafa Kemal’in yanında yer almaktan, Milli Mücadele’nin bir aşamasında vazgeçmişler, ona muhalefet etmeye başlamışlardır; çünkü onun “milletin vicdanında ve istikbalinde ihdas ettiği”, “büyük tekâmül istidadım bir milli sır gibi” vicdanında saklayarak “peyderpey, bütün heyeti içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde” (Atatürk, 1970:16) olduğunu görememiş; bunu anlamaya kapasiteleri yetmemiştir.

Tasfiyelerin resmi nedeni, yukarıdaki alıntıda da belirtildiği gibi, muhaliflerin bir kişi olarak Mustafa Kemal’e karşı olmaları değil, “halktaki tekâmül istidadını, gelişim eğilimini” görememeleridir. Fakat işin ilginç yanı, Nutuk’ta da belirtildiği gibi, bu istidattan milletin de haberi yoktur; nitekim bu istidat, bir milli sır gibi saklanarak peyderpey, aşama aşama, heyeti içtimaiyeye, topluma tatbik ettirilecektir. Tersinden okursak, muhalefet, Mustafa Kemal’in milletin vicdanında gördüklerini göremediği için eksik, kötü ve kapasitesizdir; muhalifler bu istidatı görememektedir, çünkü bu sadece Mustafa Kemal’in görebildiği bir Millî sırdır. Millete olan, ama milletin de bilmediği bir sır olduğu için muhaliflerin görememesinin normal karşılanması gerekir ama sadece Mustafa Kemal’in gördüğü ve bir sır olduğuna karar verdiği “şey”i göremedikleri için onunla hemfikir olmayı reddetmeleri nedeniyle muhalifler, yine de suçludur. Göremedikleri için anlayamadıkları bu sır. Mustafa Kemal için sır değil, ayandır. Bu Milli sırrın neden sadece Mustafa Kemale göründüğü ise gerçekten tam anlamıyla bir muammadır.


[1] Konu ile ilgili olarak ayrıca Bkz, (Dündar, 2007:23-27).

[2] Pekdemir (1999:110) Amasya Tamimi’nin imzalandığı bu süreci şu kelimelerle ele alır: “…bu kararlar tereyağından kıl çeker gibi alınmıyordu… Mustafa Kemal’in itibarı, tamam, vardı ama madalyonun bir de öteki yüzü vardı: Fevzi (Çakmak) Paşa İstanbul’da Harbiye Nazırıydı ve Mustafa Kemal Paşa’ya güvenmiyordu. Kazım (Karabekir) ve Refet (Bele) Paşalar da ona fazla güvenmeyerek kendilerini ikinci adam yerinde görmek istiyorlardı. Nutuk’tan anlaşıldığı kadarıyla, Amasya Tamimi’ne Rauf Bey, yüzü tutmadığı için imza atmak zorunda kal- muş… Her şey olup biterken Mustafa Kemal’in tek gerçek yardımcısı durumunda olan Albay İsmet (İnönü) Bey bile her zamanki aşırı temkinliliğinden olacak harekete belli bir noktada katılmıştı. Mustafa Kemal Anadolu’ya geçerken “Yeni evlendim, beni biraz rahat bırak’ diye isteksizlik, göstermişti… Ama belki de bu yakıştırmalar, bu hikâyede ‘en kararlı olan Mustafa Kemal idi sonucunun çıkarılması için yapılmıştı; kim bilir?”

[3] Nutuk’ta, Kazım Karabekir’den birçok kereler bahsedilir. İnkılaba muhalif bir kişi portresiyle sunulur. Rauf Bey de Nutuk’un en çok sözü edilen kişilerinden birisidir. O da Kazım Karabekir gibi inkılap karşıtı bir Kişi olarak sunulur. 13. Ordu Komutan Vekili Cevdet Bey Nutuk’ta, Ali Galip hadisesinde kendisinden bekleneni yapamaması ve Damat Ferit Paşa hükümetiyle ilişkilerin kesilmesine karar verildiğinde bir takım tenkillerde bulunması nedeniyle eleştirilmekledir. Miralay Refet Bele’ye de Nutuk’ta yer verilir ve Bele “hafif hareketler” yapmakla eleştirilir. Ali Rıza Paşa Hükümeti’nde Harbiye Nazırlığı görevi de üstlenen Mersinli Cemal Paşa da Nutuk’ta Milli Mücadele’ye zorluk çıkaran bir “safdil” olarak tanımlanmaktadır. Selahattin Bey’in suçu ise Mustafa Kemal’den habersiz görevini bırakarak İstanbul’a dönmesi ve birtakım kararsız hareketlerde bulunmasıdır. Mustafa Kemal, Ali Fuat’ı en çok Kuvayı Seyyareye olan desteği nedeni ile eleştirmektedir. Cafer Tayyar Bey de kendisine verilen emirleri yerine getirmediği ve Yunanlılara esir düştüğü için Nutuk’ta eleştirilmiştir. Nutuk’ta Mustafa Kemal’in olumsuz, olumlu anlamda bahsettiği kişilerin listesi için Bkz. (Uzun, 2005; 294-314).

[4] Halk Fırkası 10.11.1924 tarihinde ismini Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirir. Bkz. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 16.11.1924 “tarih, 490.1.0.0, Fon Kodu, 1.1.1. Yer No’lu Belge. 10.11.1935 yılındaki kongrede ise parti adını Cumhuriyet Halk Partisi              olarak değiştirecektir.

[5] İcra Vekiller Heyeti’nin 03.06.1341 tarihli toplantısında Terakkiper- ver Cumhuriyet Fırkası’nın seddine karar verilmesi  ile ilgili         olarak ayrıca Bkz.: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 03.06.1925 Tarih, 30.18.1.1, Fon    Kodu, 14.32.19 Yer No’lu belge. Ayrıca Bkz (Kaynar vd. 2006: 51-52).

[6] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ile ilgili olarak Bkz.: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 30.11.1925 Tarih, 490.100. Fon Kodu, 344.1459.5 Yer No’lu Belge. Partinin kuruluşunun ardından, Cumhuriyet Halk Fırkası milletvekillerinden Ali Fuat Cebesoy (Ankara mebusu), Cafer Tayyar Paşa (Edime mebusu), Sabit Bey (Erzincan mebusu). Halet Bey (Erzurum mebusu), Münir Bey (Erzurum mebusu);

Rüştü Paşa (Erzurum mebusu), Halil Bey (Ertuğrul mebusu), İhsan Bey (Ergani mebusu) Hüseyin Rauf Bey (İstanbul mebusu), Abdülhak Adnan Bey (İstanbul mebusu), Arif Bey (Eskişehir mebusu), Ahmet Şükrü Bey (İzmit mebusu), Osman Nuri Bey (Bursa mebusu), Necati Bey (Bursa mebusu), Feridun Fikri Bey (Dersin mebusu), Halis Turgut Bey (Sivas mebusu), Ahmet Muhtar Bey (Trabzon mebusu), Rahmi Bey (Trabzon mebusu), Hoca Kamil Efendi (Karahisarısahip mebusu),

Hulusi Bey (Karasi mebusu), Halit Bey (Kastamonu mebusu), Ziya Bey (Gümüşhane mebusu), Besim Bey (Mersin mebusu), Abidin Bey (Manisa mebusu), İsmail Canbolat Bey (İstanbul mebusu), Bekir Sami Bey (Sivas mebusu), Kazım Karabekir (İstanbul mebusu), Refet Paşa (İstanbul mebusu) ve Faik Bey (Ordu mebusu) istifa ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na geçer.

[7] Daha fazla bilgi için Bkz, (Avcı, 1994), (Kocahanoğlu,2003). Kazım Karabekir’in konu (le ilgili eleştirileri ile ilgili olarak ayrıca Bkz.; (Karabekir, 1998)

[8] Kısa bir dönem 17. Kolordu Vekilliği yapan ve o dönemde Amasya ‘Tamimine imza koyan kişi Bekir Sami Kunduh değil, Bakir Sami Günsav’dır. Günsav, Bursa’yı Yunanlara teslim etmekle suçlanarak Temmuz 1920’de görevden alınır. Hakkında BMM’de verilen gensorunun ardından, Kasım 1920’de Antalya ve Muğla yöresi komutanlığına atanır. Sonradan kendi isteğiyle Kuzey Kafkasya askeri temsilciliğine getirilir. Temmuz 1922’de açığa alındıktan sonra hiçbir görev üstlenmeyen Günsav, 1934 yılında vefat eder. Bekir Sami Kunduh ise 1856’da Osetya’da doğar, Paris’teki Siyasal Bilgiler tahsilinin ardından Mili Mücadele içerisinde yer alır. Kunduh, Tokat Milletvekilliği sırasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucuları arasında yer alır. İzmir Suikastı Davası’nda yargılanarak beraat eder ve 1933 yılında vefat eder.

Mete Kaan KAYNAR