Darbelerin sene-i devriyelerinin “iyd-i millî” ya da günümüz Türkçesiyle “bayram” olarak kutlanmaları bir siyasal hayat geleneğimiz. Nişanyan eski Türkçede “bayram”ın sevinç, neşe, coşku gibi anlamlara geldiğini söylüyor. İlk milli bayram olan II. Meşrutiyet-in kabulü (23 Temmuz 1908) de “iyd-i millî” olarak tanımlanmıştı. “îd” ya da “iyd”, avdet kelimesinden türeyen geri dönmek anlamındaki kelimeler. Buradaki geri dönmekten kasıt kutlanan olayın takvimdeki karşılığının tekrarlanması, avdet etmesi anlamında bir “geri dönüş”.
İster “iyd” diyelim ister “bayram” ya da moda tabirle “anma günü” bir olayı toplumsal hafızaya, kolektif bilince kazımakla alakalı şeylerden bahsettiğimizi unutmayalım. Tüm dünyada ilk olarak dini iyd/bayram/anma günlerinin kutlanmaya başladığı tartışmasız bir gerçekse de ulus devletleşme süreci ile birlikte dini bayramlardan devşirilerek “icad” edilen ulusal bayram ve anma günlerinin de giderek önem kazandıkları bir gerçektir. Ve unutmamak gerekiyor ki bu bayramlar sadece o güne dair bir kutlamayı, sevinci, anmayı ima etmezler. Bunlar, belirli konulara dair resmî ideolojilerin oluşturulması, hegemonyaların inşası sürecinde de çok önemli işlevlere sahiptirler. Bu konuda özellikle benim editörlüğünü yaptığım ve Özgür Üniversite Yayınları’ndan çıkan Resmî Tarih Tartışmaları-10 Rejim ve Ritüelleri başlıklı kitapta yer alan Alaeddin Şenel ve Sibel Özbudun hocaların makalelerine göz atmanızı tavsiye ederim. Ayrıca Ahmet Kuyaş Hoca’nın NTV Tarih (Temmuz 2009 ve Mayıs 2012) dergisinde yayınlanan Talihin Döndüğü Tarih ve Döneme ve Duruma Göre Değişen Resmî Bayramlar yazılarının da mutlaka okunmasını salık veririm.
Bu yazıyı yazmaktaki amacım da yukarıda zikrettiğim çalışmalardaki tartışmalardan farklı değil. Geçtiğimiz gün bir Cumhur İttifakı gövde gösterisine çevrilen 15 Temmuz Bayramı ya da resmî adıyla Demokrasi ve Millî Birlik Günü’nün de böylesi bir işlevi olduğunun altını çizmek istiyorum: Dahası, darbe (ve/ya girişimlerinin) birer “iyd” olarak kutlanmalarının bir hegemonya, bir resmî ideoloji inşası, bir kolektif bilinç oluşturma çabası oldukları düşüncesine ilaveten, bu tür girişimlerin Türkiye siyasetinde bir “geleneğe” tekabül ettiklerini 1908’den, 1960’a ve en son olarak da 15 Temmuz’a bir süreklilik taşıdıklarını vurgulamak istiyorum. O kadar ki, 15 Temmuz’da Türkiye bir siyasal İslâmcı darbe girişimi ile karşı karşıya kalmasına rağmen bu darbe girişimine dair anma gününde darbenin İslâmcı yönünün neredeyse hiç dile getirilmediğini, resmî ideolojide bu İslâmcı darbenin “millî birlik” ve “demokrasi” kavramları arkasında görünmez hale getirildiğini -ki hegemonya inşasının tam da böyle bir şey olduğunu unutmamak gerekiyor- iddia ediyorum.
II. Meşrutiyet’in ilanı sürecinin bir darbe mi devrim mi olduğu özellikle meşrutiyetin 100. yılı anmalarında hayli tartışılmıştı. O dönemde Özgür Üniversite’de Resmî Tarih Tartışmaları serisi içerisinde biz de Resmî Tarih Tartışmaları 4, 1908 Darbe mi? Devrim mi? başlığı altında konuyu tartışmıştık. O yıl Bilgi Üniversitesi içerisinde Fikret Başkaya, Murat Belge, Ahmet Kuyaş, Mete Tuncay hocaların da katıldıkları bir konferansta konu tartışılmıştı. Ben de o toplantıda minik bir sunuş yapmıştım: 1908’in darbe kavramı ile de devrim kavramı ile de anılmasının (sosyal) bilimsel açılardan yanlış olacağını savunmuştum. Ancak 1908’in darbe olduğunu söyleyenlerin de (ha keza devrim olduğunu söyleyenlerin de) güçlü argümanları vardı. Elbette bu konudaki tek çalışma Özgür Üniversite Yayınları’ndan çıkan bu çalışma ve Bilgi Üniversitesi’ndeki o konferans değildi. O dönemde bu konu hayli tartışıldı.
1909’da kabul edilen “iyd” hem ilk ulusal bayram olması hasebiyle hem de (II. Meşrutiyet’in ilanını nasıl tanımladığınıza göre değişmekle birlikte) ilk “darbe/devrim” kutlaması olması sebebiyle de önemlidir. 22 Haziran 1325 (5 Temmuz 1909) tarihinde Meclis-i Mebusan’a sunulan edilen “10 Temmuz tarihinin eyyamı resimiyeimilliyedenaddiyle her sene tarihi kürde icrayı âyin edilmesi hakkında Sadaretten irsal kılınan kanun lâyihası”[1] Mebusan Meclisi’nde okunur. O gün, Sadrazam Hüseyin Hilmi tarafından mebusan meclisinde okunan “Sadaret tezkiresini ve merbutu kanun lâyihası” şöyledir:
Meclisi Mebusan Riyaseti Celilesine Mebdei saadeti Osmaniyân olan 10 Temmuz tarihinin eyyamı resmiyeimilliyedenaddiyle, her sene tarihi mezkûre müsadif eyyamda resmen icrayı şehrâyîn edilmesini müş’ir olarak şûrayı Devlet Tanzimat Dairesinden kaleme alınan Mazbata ve kanun lâyihası Meclisi Mahsusu Vükelâca badettitkik Meclisi Umumîce tahtı tasdika alınmak üzere leffensavbısamilerinetesyir kılındı efendim.
İki gün sonra (24 Haziran/7 Temmuz) toplanan Meclis-i Mebusan’da “10 Temmuz tarihinin eyyamı resmiyeimilliyedenaddiyle her sene tarihi mezkûrde icrayı âyin edilmesi hakkında Sadaretten mevrut kanun lâyihasının encümene gönderilmeden müzakeresi karargir oldu ve layihai kanuniye okunarak aynen kabul edildi. Bedeli Askerî kanun lâyihasını heyeti umumiye si üzerinde cereyan eden müzakere neticesinde lâyihanın müzakeresinin bir müdde t tehirine karar verildi. Cemiyetler kanun lâyihasının müzakeresine devam olunarak, lâyihanın kanunlaşması kabul olundu, İnikada nihayet verildi.” İfadesi tutanaklara geçer.[2]
İlginçtir, nam-ı diğer, II Meşrutiyet Bayramıdevr-i cumhuriyette de kutlanmaya devam eder. Elbette yıllar geçtikçe Cumhuriyet’in kendi bayramları karşısında sönükleşir, unutulur gider ama yasal olarak bu bayram, 1935 yılına kadar bir “bayram”dır. 27 Mayıs 1935’de kabul edilen 2739 Sayılı Ulusal Bayram Ve Genel Tatiller Hakkında Kanunile bayram olmaktan çıkar.
Kanunun ilk maddesi, Cumhuriyet’in tek ulusal bayramının “…Cumhuriyetin ilân edildiği 29 ilk teşrin günü” olduğunu ve Türkiye’nin “…içinde ve dışında Devlet adına yalnız o gün tören yapıl[acağını]. Bayram[ın] 28 ilk teşrin öğleden sonra başlamak üzere 29 ve 30 günleri devam ede[ceğini]” hükme bağlar. Ayrıca kanunun 4. Maddesi, “25 haziran 1325 tarihli” kanunun -yani II meşrutiyeti bir bayram olarak kabul eden kanunun- kaldırıldığını da hükme bağlar.[3]
27 Mayıs Darbesi ardından, 1935’de kabul edilen bu kanun 2739 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanunun 2nci maddesinin (C) fıkrasının tasdikine dair geçici kanun ile tadil edilir. O tarihte bu kanunun görüşüleceği ne bir meclis ne cumhurbaşkanı ne de aslında gerçek anlamda bir bakanlar kurulu vardır. “Memlekete demokrasi getiren” (!!!) Cemal Aga “devlet başkanı” sıfatıyla Millî Birlik Komitesi Başkanlığına Bakanla hitaben “Bakanlar Kurulunca Millî Birlik Komitesine arzı 11.7.1960 tarihinde kararlaştırılan «2739» sayılı Ulusal bayram ve genel tatiller hakkındaki Kanununun 2 nci maddesinin (C) fıkrasının tadiline dair geçici kanun tasarısı» gerekçesi ile birlikte ilişik olarak sunulmuştur. Gereğinin ifasını arz ve rica ederim.” yazar. Kanunun gerekçesini de kendisi yazacaktır ve ona göre;
Anayasa ile teminat altına konulmuş hak ve hürriyetleri keyfi kanunlar ve hukuk dışı kararlarla çiğnemek suretiyle milletimizi kendi şahsi irade ve arzularına zorla boyun eğdirmek yoluna sapan ve seçimle iş başına geldiğini unutarak, yetkileri dışına çıkan meşruiyetini kaybetmiş Demokrat Parti iktidarının her türlü şiddet hareketlerine karşı vatan sevgisi ile dolu göğüslerini geven münevver Türk gençliğinin ve onun bu haklı dâvasını destekliyerek 27 Mayıs 1960 günü milleti kurtarıp memlekette huzur, sükûn ve kardeşlik havasını iade ve Millî Birliği tesis eden Şanlı Ordumuzun bu asil ve olgun hareketlerini her yıl, 19 Mayıs Gençlik Bayramını yani Atatürk’ün inkılâp hareketlerinin başlangıcı gününü takibeden hafta içinde 27 Mayısta Milletçe kutlanmak ve bu eşsiz olayı yeni nesillere devretmek; bundan sonra da millet hak ve hürriyetlerine tecavüze yelteneceklere akibetlerini hatırlatmak maksadı ile ve bu suretle sakıt ve sabık iktidarın aldığı hürriyeti yok, edici tedbirlerle 1 Mayıs 1960 gününü karartarak zulüm günü haline getirmiş olması dolayısiyle bugünü kurtuluşa götüren 27 Mayısın taşıdığı millî değer karşısında da, 2739 sayılı Ulusal bayramlar ve genel tatillerkanunn 2 nci maddesinin (C) fıkrasındaki Bahar Bayramı kaldırılarak yerine 27 Mayıs «Millî Birlik ve Hürriyet Bayramı» fıkrasının konulması; uygun görülmüş ve bu maksatla ilişik geçici kanun tasarısı hazırlanmıştır.
İlginçtir, Cemal Aga’nın kaldırılmasına karar verdiği bayram –Bahar Bayramı– mayıs ayının birinci gününü Bahar Bayramı olarak kutlamayı öngören kanun maddesiydi (2739 sayılı kanun 2. Madde C fıkrası) Tarihe dikkat etmişsinizdir. Bahar Bayramı olarak kutlanan zırvalık da zaten tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs’ı Emek Ve Dayanışma Bayramlarını unutturmak için kutlanan, kutlanıyormuş gibi yapılan bir bayramdı: Yazının en başında bayramların kolektif bilinç oluşturmak resmî ideoloji inşa etmek için oluşturulduklarını yazmıştım. 1960’da kabul edilen 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı’nın da, bu yasanın kaldırdığı Bahar Bayramı’nın da bayramların birer hegemonya inşası olduklarına dair Türkiye siyasetinden verilebilecek en nadide örnekler olduklarının altını çizmek isterim. Tıpkı 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı’nın da bizzat 12 Eylül Darbesi’nden sonra kabul edilen 17.03.1981 Tarih, 2429 Sayılı Ulusal Bayram Ve Genel Tatiller Hakkında Kanun[4]ile kaldırılması ve 2016 yılının 29 Ekim’ine gelindiğinde de bu kanunda yapılan değişiklikle 15 Temmuz’un da[5] bir “bayram” olarak kabul edilmesi gibi.
Orhan Veli ile başlamıştım onunla bitireyim izninizle sahi “Bunca yılın Halimesini/halkını hanginiz bilir, [onlar] kadar, memnun etmesini?”