Şu insanlık tarihini başlatanlara iyice gıcık olmaya başladım, sizin neyinizeydi insan? Bir arpa boyu yol almış mıyız sanki? Halen sömürgen, kemirgen yola devam ediyoruz. Yediden yetmişe ataların özellikleriyle donatılmış kodlarımız, zerre parçalamaya kıyamıyoruz. Gençlerin içlerindeki enerjinin nasıl kaynağını anlıyorum, söylemlerindeki acelecilik, kabalık anlaşılır belki çünkü ben de genç oldum, ama yaşlıların kabalığı, kendini bilmezliği, yaşam deneyimine rağmen hatta kendi hatalarını unutup insanları döneklikle, kaypaklıkla, namussuzlukla suçlamak hangi aklın ürünüdür?
Kimseye geçmişle yaşayın demiyorum, geçmişi gündeme getirmekten usandırdınız beni. Ne zaman bir ölüm olsa, ne zaman bir seçim olsa, ne zaman bir saldırı olsa başlıyoruz hakarete. Bu pervasızlığımız gösteriyor ki geçmişi halen anlayamamışız. Sahi siz- biz ülkede yaşanan trajedileri diş ağrısı mı sanıyoruz yoksa?
Ötekiler için her çağ korku çağıdır bunu ne zaman anlayacağız?
Hiç tanımadığımız insanların yaşamlarından bir parça alıp önünden ardından konuşmak neyin nesi? Şimdi aşağıda vereceğim 1. Örnek; Bazılarına göre oldukça ırkçı söylemler içerirken bazılarına göreyse vatanseverlikle açıklanabilir. Şimdi biz şairi mi yoksa şiiri mi beğeneceğiz? Karar sizin elbette.
Sekiz Yüz Elli Yedi
İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu; Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u!
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi, Türk’ün padişahı, bir gök yarılır gibi Girdi,
“Eğrikapı”dan kır atının üstünde Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın…
“Belde-i Tayyibe”yi fetheden padişahın Hak yerine getirdi en büyük niyazını; Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını. İşte o günden beri Türk’ün malı İstanbul, Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.
Nâzım Hikmet (Ümid, 13 Kanun-ı sani 1337/1921 *857; Miladi 1453, İstanbul’un fethi. Bütün Şiirleri, 4.Baskı YKY, İstanbul, 2008, s.1969.) Kaynakça göstermek zorundaydım zira birileri uydurduğumu söyleyebilir.
Şimdi bu satırları okuyunca yine kutuplaşmalar başlayacak. Başlasın, ama bu Nazım Hikmet gerçeğini değiştirmeyecek hiçbir zaman. Şimdi Nazım Hikmet’in diğer şiirlerini okumayacak mıyız? Onu Türkçülükle, faşistlikle mi suçlayacağız? Yoksa bu şiiri hangi ruh haliyle yazdığını mı anlamaya çalışacağız?
Hatırlarsınız, tanınmış Kürt sanatçı Şiwan Perver; Barış için elini taşın altına koydu ve sürgün edildiği ülkeden çıkıp geldi, Cumhurbaşkanıyla görüştü. O zaman da Şiwan’ı yerden yere vurduk, hakaretler savurduk. Oysa geçmişine bakmadık. O neden görüşmeyi kabul etti anlamaya çalışmadık. Yani neredeyse albümlerini yakma noktasına gelmiştik ki Şiwan yaşadığı ülkeye döndü.
Bizim önyargılarımız saymakla bitmezi, Kürtler dönektir, Ermeniler doğuştan korkaktır, Türkler barbardır. Solcular, iyidir, İslamcılar takiyyecidir. İnanın bu yargıçlık rollerinden sıkıldım. Yahu biz yargıç filan değiliz. Biz psikolog da değiliz. Tarihçi değiliz.
Ne zaman tanınmış biri öldüyse hemen iki kutup olur başlarız övgüye da yergiye. Biz ölü seviyoruz, Ermeniyi, Kürdü, yani anlayacağınız ne kadar ötekileştirdiğimiz varsa yaşarken değil ölünce seviyoruz. Eleştiri de ise sınırımız yok. Ne haddimizeyse anlamış değilim. Hatta sadece Türkiye ile kalmayız, dünyaya uzanırız;sözgelimi Nietzsche, için de sayısız kutuplaşma vardır. Hatta bunların çoğunluğu Nietzsche’yi okuma zahmetine bile katlanmamış Yalom’un yazdığı “Nietzsche Ağladığında” romanını okuyarak Nietzsche üzerine ahkam kesmekten geri kalmamışlardır. Şu sözleri çok duydum, “Niçe ağladığında romanını okudum, Niçe güzel yazmış.” Kimilerine göre faşist, kimilerine göreyse eşsiz bir filozof ve bilgedir. Din, kültür, ahlak, kadınlar üzerine beynini patlatırcasına çalışmaları olmuştur. Sistemin bütün kurallarını yerle bir etmiş, Tanrıyı öldürmüştür. Şimdi soruyorum; kendine aydınım, farklıyım, kültürlüyüm diyen kaç kişi Nietzsche kadar cesur yaşamıştır yaşamaya çalışmaktadır hayatını? Baş ağrınız var diye, bir kadına giderken yanınıza kırbaç aldınız diye, birkaç aforizma ezberlediniz diye Niçe sanmayın kendinizi, gülünç oluyorsunuz.
Salvador Dali de bir dehaydı ama faşist diye dehalığını görmezden mi geleceğiz? Heidegger bir dönem nasyonal sosyalist işçi partisini destekledi diye filozof değil mi diyeceğiz? Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyette halklara eşit koşullarda yaşama hakkı tanınmadı diye Cumhuriyeti yok mu sayacağız? Atatürk heykellerini yıkınca eşit koşullarda yer mi almış olacak halklar?
Daha örnekleri çoğaltabilirim, başka bahara kalsın…
Gelelim Aram Güleryan’a. Aram abi 90 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ama binlerce Ermeni gibi Aram Güzelyan olarak yaşamadı, yaşatmadık. Ara dedik. Hatta Türk olduğunu duymak isteyenlerimiz olmadı mı? Kimse kusura bakmasın, bizler halen kendi adıyla yaşayamayan, Türklük maskesiyle yaşayan binlerce insanın farkında bile değiliz. At gözlüğümüzü çıkarma zahmetine katlanmayacak kadar kibirliyiz, solcuyuz, sosyalistiz, Kemalist’iz, İslamcıyız. İşte bu izmler yüzünden kendi gerçeğimizi görmekten o kadar uzağız yani.
Hemen hepimiz tarihi bizimle başladı sanıyoruz. Bu insanlar adlarıyla yaşamaya korkarken biz ne yapıyorduk? Neden kendi isimleriyle, kültürleriyle, ezgileriyle yaşayamadılar? Bence Aram Güzelyan travmalarla dolu bir yaşam sürmüş ve ahlarla, acılarla toprağa kucaklamıştır. Şimdi bize düşen, “vay efendim neden saraya gitti?” “Neden Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafını çekti” “Neden cumartesi analarını çekmedi?” gibi teranelerle uğraşacağımıza o kişinin yaşamına bir bütün olarak bakalım ve ahlarından, acılarından ders çıkaralım. Bize mi soracaktı ne yapacağını? Ayrıca şunu da belirtmeliyim; hiçbir cumartesi anası neden fotoğrafımız çekilmedi diye dertlenmez ama anaların yanında boy gösteren bazı kurum temsilcileri kişiler isterdi fotoğrafları çekilsin.
Sahi Aram Güzelyan bizim kadar zeki değil miydi? Şimdi 80 yıllık sanatını, cesaretini yok mu sayacağız yoksa anlamaya mı çalışacağız?
Biz yok sayıcıyız!
Bir insanın başarısından çok başarısızlığını konuşuyorsak gerçekten bizde sorun var demektir. Sürekli dürüstlükten, ahlaktan, onurlu olmaktan söz ediyorsak bizde sorun var demektir. Sürekli insanlara ayar çekiyorsak bizde sorun var demektir. Ve unutmayalım ki yeri geldiğinde hangimiz ahlaksızlık, namussuzluk yapmadığını iddia edebilir? Hangimiz kıskançlık yapmadığını iddia edebilir? Hangimiz karıncayı incitmediğini iddia edebilir?
Benim için sanatçılar bu ülkenin gözünün nurudur, yüz akıdır. Bu ülkenin etnik zenginliği sanatın, edebiyatın besin kaynağıdır. Yani kendim de dahil diyeceğim şu ki; Bırakalım başkasının efendisi olmayı, kendimizin efendisi olalım olabilirsek tabii.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023