Nasıl bir yerel yönetim?-1

Giriş: Yeni bir yerel yönetim seçimleri sürecine girdik. Eski söylemler ve el yordamı ile yol almaya çalışan demokratik muhalefet, afaki seçim ittifakları ve daha çok belediye kazanma hesapları üzerinde yoğunlaşıyor. Merkezin yerel üzerindeki olağanüstü yetkisine, kayyum atamalara, görevden almalara, seçilmiş yöneticilerin hukuksuz yargılamalarına karşı adeta bir suskunluk ve tepkisizlik hüküm sürüyor. Başkanlık rejimi standartlarına göre devletin yeniden yapılandırıldığı bir dönemde yerel yönetimler sorunu, ideolojik, siyasal ve toplumsal düzeyde tartışılmalıdır.

Dünyanın en katı merkeziyetçi bürokratik ve militer devletlerinden biri olan Türkiye’de, Cumhuriyet dönemi boyunca yerel yönetime ilişkin politikalar, yerel olanı en sıkı biçimde merkeze bağlamak şeklinde olmuştur. Üniter devlet yapılanmasının bir gereği olarak yerellerde yetki ve sorumluklar, belediye meclisi ve belediye başkanının değil, doğrudan valinin ve kaymakamın denetimi altına girmiştir.

AB üyelik sürecinde yerel yönetimlerde bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, başkanlık rejimine geçişle birlikte yeniden 1930’lu yıllara dönülmüştür. Valiler ve kaymakamlar adeta başkanlık yetkileriyle donatılmıştır. Merkeze tanınan yetki, sorumluluk ve denetim ortadan kaldırılmadan yerellerde eşit ve özgür demokratik yönetimleri kurulamaz. Kendisine demokratik dönüşümü temel alan demokratik siyasetin belli başlı unsurları bu durumun bilincinde olarak gerekli eleştiri ve özeleştirileri yapmalıdır. Bu nedenlerle yeni rejim koşulularında yapılan ilk yerel yönetim seçimleri sürecinde sorunu yeniden gündeme getirmek istedim. “Nasıl bir yerel yönetim?” başlığı ile hazırladığım bu yazıyı Üç Bölüm halinde yayınlıyorum.

Model ve yöntem sorunu

Öncelikle bir kavram kargaşasına yol açmamak için model kavramı üzerine birkaç şey söylemeyi gerekli görüyoruz. Model Türkçede “baka baka benzetilmeye çalışılan konu” olarak tanımlanmakta ve özetle “biçim, örnek” olarak algılanmaktadır. Bu bakımdan bir modelin iyi, mükemmel olmasının yanında, tanımlanması aynı zamanda görme biçimleriyle de ilgilidir.

Türkiye dışarıdan/batıdan aldığı modelci tutum nedeniyle dünya şampiyonudur. Tanzimat’tan beri her şeyini batıdan almış ve halen almaya devam etmektedir. Daha da kötüsü bütün bu batı modelleri hep dış dayatmalar, batılıların dayatmaları sonucu alınmıştır. Bu bakımdan kendi siyasal ve toplumsal tarihi gerçeklerimizi dikkate almadan, bir tür kopyacılık olarak alınan modeller doğal olarak sıkça değiştirilmiş ya da orasıyla burasıyla oynanarak karikatürize edilmiş modeller haline dönüşmüştür.

Batıda burjuva demokratik devrimler sürecinde ortaya çıkmış ve her bir ülkede uzun yılların birikimleri ve tecrübeleri üzerine kurulmuş ve yine her bir ülkenin ekonomik, siyasal ve sosyal formasyonları üzerinde şekillenmiş modellerden yararlanmak kuşkusuz ki doğrudur. Bunlardan özellikle İsviçre modeli diğerlerinden daha farklı ve özgün biçimlenme olarak ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa deneyimlerinden de yararlanmak gereklidir. Bu sistemin yıkılmış olması, amaçlanan ile gerçekleşen şeyin çelişkilerinden kaynaklanmıştır, ama Sovyetler modelinden alınacak ve öğrenilecek çok şey vardır. Ve yine Yugoslavya modeli, üzerinde durulması gerekli olan önemli deneyimlerden biridir. Henüz kuruluş aşamasında olan Rojava da dikkate alınması gerekli olan yeni bir deniyimdir.

Ancak, konumuz gereği biz bu modellerin niteliklerini değil, esas olarak Türkiye için nasıl bir model olması gerektiğini, daha doğrusu kendi modelimizi (kendimize özgü bir modeli) ana hatlarıyla ortaya koymamız gerekiyor. Türkiye’de yerel yönetimler konusunda (diğer birçok konuda olduğu gibi) soruna sınıfsal açıdan yaklaşımlar pek yok. Özellikle AB tartışmaları ve uyum yasaları bağlamında her şey kişisel haklar bağlamında ele alınıyor. Model konusundaki vurgular ya üniter yapı ya da yerellik (son derece sınırlanmış kişisel ve kültürel haklar) üzerinden ele alınıyor. Aynı şekilde geçmişte gereksiz bir şekilde abartılan Fatsa ve daha mütevazi çalışmaları içeren Diyarbakır gibi bazı Türkiye deneyleri, mevcut statükolar içerisinde şematize edilmiş ve monolitik anlayışların yansımaları olarak, geleneksel yerel yönetim modellerinden temel bir farklılığı içermemiştir.

Bu bağlamda son yıllarda sıkça tekrarlanan “çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı” vb. bir yapılandırmaya dayalı demokratikleşme söylemi, kökleşmiş Tanzimat kafasıyla AB standartlarıyla ele alınmakta ve aslında ilkesel olan bu kavramlar, ulusal ve sınıfsal olmaktan çok kişisel haklar bağlamında algılanmaktadır. Bunlar sınıfsal özünden soyutlandığında burjuva kavramlar haline gelmekte ve dolayısıyla devletin merkezi bürokratik ve askeri yönetim geleneklerini bile aşamamaktadır.

Son yıllarda popüler bir söylemle sıkça tekrarlanan “çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı” vb bir yapılandırmaya dayalı demokratikleşme söylemi, kökleşmiş Tanzimat kafasıyla AB standartlarıyla ele alınmakta ve aslında ilkesel olan bu kavramlar, ulusal ve sınıfsal olmaktan çok kişisel haklar bağlamında algılanmaktadır. Cumhuriyete geçiş süreciyle birlikte kurulan üniter devlet yapısının daha da güçlendirildiği günümüzde herkesin anlamak istediği gibi yorumlamaktan çekinmediği bu cazip kavramlar, sınıfsal özünden soyutlandığında burjuva kavramlar haline gelmekte ve dolayısıyla devletin merkezi bürokratik ve askeri yönetim geleneklerini bile aşamamaktadır. Aslında bütün bunların olduğu bir siyasal ve toplumsal yapı bizim de amaçladığımız devrimci ve demokratik dönüşüm hedefine uygun düşmektedir. Ancak, bu hedefe ulaşmak için mevcut statükoların ortadan kaldırılacağı radikal değişim/dönüşüm süreçleri gerekmektedir. Bu nedenlerle öncelikle bir yerel yönetim modeli oluşturmak için izlenecek yöntem özetle şu unsurları içermelidir:

a)Programatik düzeyde tanımlanan sosyalizm hedefine yönelik stratejik yönelime uygun ve bugünden gerçekleştirilebilecek bir yerel yönetim tasarımı olması.
b)Yeni bir toplum projesini içeren bu sorunun Paris Komününden Ekim Devrimi’ne ve oradan günümüze kadar olan tarihsel deneylerin bir özümlemesi olarak ele alınması.
c)Türkiye’nin ekonomik ve sosyal formasyonu dikkate alınarak devrimci dönüşümün gerekleri ve dinamiklerinden hareket edilmesi.
d)Yerel Meclisler/Konseyler vb. biçimler, devletin bürokratik, militer ve otoriter merkezi geleneklerinin aşımı olarak ele alınması.
e)Yerel yönetim modeli her şeyden önce ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal temelde gerçekleşmesi amaçlanan devrimci demokratik dönüşüm sürecinin bir parçası olarak ele alınması. f)Kürt illerindeki durum Kürt sorununun siyasal ve demokratik çözümü doğrultusunda ve kendi özgülünde ele alınması.

Nasıl bir sosyalist devlet, sosyalist toplum ve sosyalist demokrasi istiyorsak, bugünden onun kurulabilirliği temelinde adım adım gerçekleştirmek zorundayız. Yaşanılan sosyalizm deneyleri bize göstermiştir ki, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla kalıcılaşması, toplumsal olarak içselleştirilmesi, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilinç ve inisiyatiflerinin gelişmesine bağlıdır. Bu unsurlar gerçekleştirilemediği için kurumsal ve toplumsal deformasyon başlangıçta iyi niyetle kurulan reel sosyalist rejimlerin yıkılışıyla sonuçlanmıştır.

Dünya ve ülke deneylerinin ışığında yeni bir anlayışla ve sorunun temel argümanlarını ortaya koyarak bir yerel yönetim modeli anlayışının ortaya konulması önem kazanmaktadır. Bu sorunda söz konusu olan eski devletin yıkılması ve yerine yeni bir devletin konulması, daha doğrusu nasıl, hangi biçimde bir devletin amaçlandığıdır. Bu hem içerik ve hem de şekil acısından yeni sosyalist düzenin oluşumunda hayati bir sorun oluşturmakta ve bunun hedefiyle yola çıkan bir partinin/örgütün mücadele amacının bütününü oluşturmaktadır. Bu da, devrim ve sosyalizm amacına yönelik somut hedefleri içeren programatik belirlemelerden, başka bir ifade ile gelecek toplum projesiyle örtüşmek zorundadır.

Demek ki, bir yerel yönetim sorunu, devlet, devrim ve demokrasi bağlamından ayrı olarak ele alınamaz. Sorunun teorik ve siyasal boyutunun en önemli yanı, burjuva devlet biçimleri ve demokrasinin niteliğinin kavranılması ve sosyalist demokrasi amacının tanımlanmasıyla ilgili kısmıdır. Merkez ile yerel arasındaki ilişkinin niteliği ise, hem burjuva demokrasisi ve hem de sosyalist demokrasi bağlamında önemlidir. Burjuva devletin bürokratik ve merkezi karakteri ve yerel yönetimlere müdahalesinin nedenleri ile aynı şekilde sosyalist bir yönetimde benzer müdahale biçimleri bu bağlam içinde sorgulanabilir. Yerelin, yerinden demokrasinin niteliği, önemi ve yeni toplumsal projemizdeki yeri de benimseyeceğimiz modelin ana hatlarını oluşturmaktadır.

Şaban İBA