“…bütün söz vermelerin tarihçesi…”
İki gece önce çok emin olduğum bir sadakatsizliğin gerçekliğini sorgulamak zorunda kaldım, sonra gerçekliğini bildiğim bir sadakatsizlikten emin olamadım.
“çok mu takılıyorsunuz acaba bu sadakat konusuna” dedi birileri…
Karşılıklı eşit şartların ve açıklığın olduğu bir iletişimde zaten “aldatma” ve “sadakatsizlik” söz konusu olamaz diye düşündüm… Ayrıca sadakat sadece çiftler arası bedensel tapulanma dışında, ilişkilerin özüne dair bir şey olmalı diye de düşündüm… Kafama sağlık böyle boş düşünerek geçiriyorum geceleri… Hep bir boş atıp, dolu tutma çabaları zihnimde…
İşte biri kalkıp “çok mu takılıyorsunuz acaba bu sadakat konusuna” deyince haliyle akla “sadakatsizlik” düştü…
Eş-ülke-iş- arkadaşlık gibi konularda yapılabilir bir şey sadakatsizlik.
Sadakatsizliğe dair şöyle bir şey yazılabilir;
Bireysel altyapısı sağlam, kişiliği oturmuş insanlar sadık değil, seçim yapan kişilerdir. Sadakat bağımlılıktır. Zayıflıktır. Sadakatsizlik ise her ne kadar zıttı olsa da, aslen daha büyük bir ruhsal zayıflığı gösterir. Kuvveti değil. Ama konu bu kadar net ve basit değil elbette. Bireysel anlamıyla kişilerin sadakatsizliklerinin elbet bin bir türlü sebebi var ancak benim kafamı kurcalayan daha az genel bir şey sanırım.
Sadece benim tadım kaçsın diye sustum elbette…
Bu duruma herkesin yaklaşımı farklıdır ama benim için arkadaşlıkların, dostlukların ve ilişkilerin bir numaralı kuralıdır bu durum… Ve bir kere bozuldu mu, kaynayan kemik hiç bir zaman eskisi gibi olamaz benim bünyemde… Yani olmuyor.
Ayrıca bu cinsiyetler arası bir sorun değildir. İlişki ve iletişimler de bir sorundur. Bu terazinin her kefesinde sallanmış biri olarak diyecek birkaç şeyim var “sadakat” ile ilgili…
“Sadakat, dış basınç ve ortam sıcaklığına bağlı bir şey değildir, ölçülmez biçilmez. Sadakat bir tek sevilene, sevene değil insanı kendi yapan ne ise ona duyulur.”
Ne şık oldu değil mi? Oysa sadakatsizlik şık değildir. Her köşesi başkasına batan kırık bir şeydir.
Kendisine “Dünya Barışı’nın” yanında yer ayrılmalıdır. Zira eşdeğer derecede imkânsızlığa doğru koşmakta olan bütün rakiplerini iki boy arayla geçmektedir, gün geçtikçe özgürleşen insan hayvanı bununla birlikte dürtülerini de özgür bırakır, iş budur ki hayvani dürtüleri daha ağır basan erkek grubu için sadakat çok zora, yer yer işgüzarlığa girer. Zira sadakat bir yemindir ve çok az eş için böyle bir yemin değerlidir ya da çok az erkek böyle bir yemine muktedir. Sebebi yanlış eş seçimi, yanlış hareketler vb. çeşitli yanlışlıklar olabilir. Ya da kişinin aymazlığı, doymazlığıdır…
Burada bahsi geçtiği üzere sadakat sadece erkeklerde zordur anlaşılmasın, kadınların planlı beyinleri çok daha tehlikelidir, zira bir erkeğin yaptığına bir anlık dürtü denebilirken, bir kadının yaptığına kontrollü dürtü denilebilmektedir.
Peki, kontrollü dürtü ile anlık dürtü yer değiştirebilir mi? Her zaman.
O vakit.
Sadakat günümüzün tutması en zor yeminlerinden biridir.
Evlilik, sevgililik, arkadaşlık, yoldaşlık, dostluk ilişkilerinde karşılıklı ya da karşılıksız bir şekilde insanların birbirlerinden bekledikleri şeydir sadakat…
Burada karşılıklı ve karşılıksız kısmı önem arz ediyor kanımca…
Karşılıklı kısmında, ben sadıksam sen de sadık olacaksın fikri hâkimken, karşılıksız kısmında sen bana sadık kalacaksın ben her daim hercai kalacakken deniyor.
Bir de inanması güç bir türü var ki, o da; sen istediğini yap aşkım, dostum, yoldaşım, kocam; ben her daim sadığım sana der. Hemen hemen bütün anneler, anne oldukları günden itibaren yaparlar bunu… Bende yapmıştım bilirim… Sahaya uzak düşmüyor konu.
Kanımca sadakat birçok insan için “iki kaçamak arasındaki zaman dilimi”dir günümüzde.
Ayrıca sevgililik ya da evlilik müessesesindeki sadakat pek ilginç bir kavramdır…
İnsanlar hayatları boyunca bir kişiyle birlikte olacaklarına dair hem kendilerine hem de karşısındakilere sessiz ya da sesli bir yemin ederler. Sonra efendim bunların bir kısmı kısa süre sonra ayrılıp özgürlüklerini ilan ederler… Bir kısmı ayrılmadan başkalarıyla birlikte olurlar, bir kısmı uzun seneler yeminlerini bozmamak için uğraşıp durur ve sonunda “yaşlandık, hayatımızı yaşayamadık yahu” diyerek kaçıp giderler, bir kısmı da yeminlerini asla bozmayıp aynı evin içinde birbirlerine hayatı dar ederek yaşadıkları sıkıntının acısını birbirlerinden çıkarırlar. Yani ben totalde bu derece ümitsizim sadakatle ilgili… Ama hakikaten çok isterdim eline el değmemiş bir ilişki…
Yukarıda yazdığıma göre zaten sadakatin imkânsızlığının farkındayım ben… Ama yine iyi niyetle belki bir kısmı insanda hayatta bundan nasibini almadan, ömür boyu mutluluk içinde yaşıyordur demek istiyorum. Ben pek rastlamadım bu sonuncusuna ama “asla” aldatmadım diyen ve aslında aldatan çok insana rastladım…
Sadık olmayı, sadık kalmayı seçersin ya da seçmezsin. Karşındaki de eğer sadakat göstermiyorsa en fazla yaptığı tercihi sorgulayabilirsin. Yani bir insana kendini sevdirebilirsin belki ama sana sadık kalması için, senin yapabileceğin hiç bi’şey yoktur aslında. Bu sadece onunla ilgili bir şeydir.
Sadakatte tek ölçü vardır aslında… Sadakat hayallerine ve yoluna sadık olan insanda bulunan bir değerdir… Yani kendisine ihanet eden bir insan sizi her türlü satar.
Ayrıca Nietzsche`nin dediği gibi, aslında “sadakat ”bir erdem değildir… Sadakat birinin sürekli seni seçmesidir, diğer her şeye rağmen seni seçiyorsa sadakat olabilir bu yönelişin adı… Peki, eğer bir istek varsa ve orda öylece duruyorken sen sadece sadık olabilmek adına kendini tutuyorsan, nasıl sadık olduğun aldatmacası ile yaşayabilirsin ki?
Yaşamın her alanında “yalanın” yaşama dair en büyük hakaret olduğunu düşünen biri olarak, sanırım ben en çok buna tahammül edemiyorum. Söylemek ve yalan söylemiyorum demek bu aldatmak değil demek, keşke sadakatsizliğin ince sızısını bünyeden alabiliyor olsaydı… Ne güzel olurdu. Bu sadece ihanet edildiğini hissedenin bir de değersiz hissetmesine neden olur… İnsanı ilişkisine dair karar vermek zorunda bırakır… Ve bazen insan gitmeyi hiç istemediği bir yerden gider… İşte o çok da önemli olmayan, gereksiz yere çok önemsenen sadakat yüzünden… Çünkü aslında bilir ki önemli olmayan sadakat değildir. Önemli olmayan kendisidir.
Yani biraz sadakat hiçte fena olmazdı… Çünkü sadakat sınırı bir kez geçilir… Ondan sonra herşey mümkündür… Aynı şiddet gibi… Ki ilişkilerde sadakat konusu da bir şekilde şiddet uygulamaktır…
Yani bir sadakat hiç fena olmazdı…
En azından biraz seks düşkünü olan, abaza ya da dillere destan bir kazanova olmasa bile açgözlü, zihnini, vaktini, dikkatini, bazen de karakterini karşı cinsten tonla mahlûkla meşgul olarak heba edecek insanların hayatını kurtarmak açısından ilaç gibi bir şey olurdu. Hem de ortalığa daha az zarar verirlerdi. Çoluğa çocuğa, evdeki anlamamazlıktan gelen kadına, âşık olana, diğerine, ötekine, berikine daha az zarar verirlerdi.
Benim gözümde kim ne derse desin, ne boyutta olursa olsun ilişkinin en elzem noktasıdır sadakat.
Tabi ben hep kendi ilişki anlayışımı anlatıyorum başkasına göre ilişki seks temelli olabilir, çok eşlilik bazıları için normal olabilir, birden çok kişiyle duygusal yakınlaşma olabilir, olabilir de olabilir… Sonu yok elbette insanların ve onların aklındaki ideal ilişki türünün.
Bana göre ise sadakat insanın kendi içindeki ilişki tasvirinde bulunması elzem olan, günün birinde gerçekleşebilecek muhtemel bir ilişkiyi özel kılan müthiş odaklanmanın baş aktörüdür, sadece bir kişiyle o şekilde uyuşabilmek, paylaşabilmek, iletişim kurabilmektir. Denk gelen şanslıdır…
Eğer siz o özel vasfı sadece ve sadece bir kişiye atfedemiyor o özel iletişim, sevgi kanalını tek bir kişiye adayamıyor, belleğinizin en güzel kısmını o kişiyle yaşayacaklarınıza ayıramıyor, seksi sadece o kişiyleyken anlamlı diğer durumlarda anlamsız, tanımsız bir mekanik aktivite olarak görmüyorsanız kusura bakmayın ama benim gözümde “ilişki” yaşamıyorsunuzdur. İlişkiniz yalan üzerine kuruludur…
Ve bahsi geçen sadakat elbette kendi değerlerindir.
Bir başkasına duymuş olduğun vicdan azabın değildir.
Ancak vicdanla ölçmesek de değerini, ederini bazen vefa ile ölçmek mümkündür. Çünkü he sadakatsizlik içinde vefasızlık taşır…
“gün gelir ihanet eden sadakat ister.”
Ağdalı kelimelere sarılıp, gerçeği onların ardına saklamak çok kolaydır.
Oysa;
“kaynağını gerçek bir tutkudan almayan sadakat ne kadar da bıktırıcı.” dır der Milan Kundera – l’ignorance
Bu arada son olarak bir not ekleyeyim erkeğin sadakat sorununa dair… Aslında bir erkeğin annesiyle ilişkisine ufacık bakmak yerinde olacaktır… Çoğu zaman kaçmalarının, kaçamamalarının, öz güvenlerinin, güvensizliklerinin, baskıya tahammülsüzlüklerinin sebebi oradadır.
Son söz: duyguları doğru yere koyarsak insanları da hak ettikleri yere yerleştiririz.
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019