İktidar Üniversitelere Zarar Vermeye Devam Ediyor!

Yukardaki başlık bazı kişilere aşırı sert ve taraflı gözükebilir. Bence değil. Bazı konular vardır, onlarla ilgili ölçütler öncelikle siyaset dışıdır. O ölçütlere göre tutum belirlenir, değerlendirme yapılır. Örneğin ifade özgürlüğü günümüz demokrasi anlayışının ayrılmaz bir parçasıdır, onu savunduğunuz zaman iktidarı eleştirmiş oluyorsanız, bu sağlam temeli olan, dolayısıyla gerekli bir tutumdur. Üniversitelerinizin gelişmesini, ilerlemesini, uluslararası düzeyde olmasını istiyorsanız, akademik özgürlüğü ve yönetsel özerkliği savunmanız ön koşuldur.

Akademik özgürlüğün olmadığı bir toplumda da üniversiteler belirli bir gelişme gösterebilir, ama bu istisnai bir durum olup geçicidir ve/veya sadece belirli bilim dalları ile sınırlıdır. Örneğin öncelikle sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji, iktisat gibi dallar tıkanır ve gelişemez.

Otoriter rejimlerin açmazı şuradadır: Üniversiteler üzerindeki denetimlerini artırdıkça, üniversiteleri kısırlaştırırlar ve kaçınılmaz biçimde ülkelerine zarar verirler. AKP iktidarının yüksek öğretimle ilgili birçok adımı bunu kanıtlamaktadır.

Askeri darbe döneminde 1981’de kurulmuş olan YÖK düzeni zaten üniversiteleri siyasal iktidarın denetimine ve güdümüne sokmuştu. 1990’larda YÖK’ten kurtulma beklentileri hayli güçlenmişti, maalesef DYP-CHP koalisyonu bu konudaki ümitleri boşa çıkardı. AKP ise başörtüsü konusunu istismar etmek dışında gerçek bir üniversite inancına ve bilincine zaten sahip değildi.

Sadece son yıllarda iktidarın yaptıklarına bakalım: FETÖ ayaklanmasını ve bir bildiriyi bahane ederek binlerce parlak akademisyeni üniversiteden uzaklaştırmak, hukuk çerçevesinde hiçbir suçu bulunmayan insanların görevlerine dönmelerini engellemek, Şehir Üniversitesi’ni sadece siyasi tercihle ve o tercihe ekonomik kılıf uydurarak kapatmak ve tüm akademik kadrosunu işten çıkartmak, nihayet en korkunç bir yaklaşımla, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Boğaziçi’nin kurumsal kimliğini ve akademik iddiasını tahrip etmek (Boğaziçi’ni Boğaziçi olmaktan çıkartma ) girişimi.

Bunlara son günlerde eklenen örnek YÖK’ün üniversite giriş sınavlarına ilişkin kararı. Bu kararın eleştirisine geçmeden önce kararı net biçimde ortaya koyalım: 1) Tıp, mühendislik, eczacılık, diş hekimliği, mimarlık gibi alanlarda bir değişiklik yok, bu alanlarda geçmiş yıllarda uygulanan sınırlamalar sürüyor. 2) Birinci grup dışında kalan alanlarda ise geçen yıllarda uygulanan sınırlar ( ön lisans öğrenimi için Temel Yeterlik Sınavında en az 150 puan almak, lisans öğrenimi için de Alan Yeterlik Sınavında en az 180 puan almak) kaldırılmış oluyor. Bunun anlamı açık : Sınav başarısı çok daha düşük olan öğrenciler de lisans ve önlisans programlarına başvurabilecekler.

Şu husus da çok net, yüksek puanlarla iddialı programlara girmek isteyen öğrenciler için değişen bir şey yok, çünkü düşük performans gösterenler zaten gerçekten rakip olma şansına sahip değil. Esas sorun nerede? Birinci saptama şu: Bu öğrenciler aslında geçmiş yıllarda boş kalan kontenjanlara yönelecekler. Peki bu boş kalan kontenjanların özellikleri nedir ? 1) Mezun olduğunuz zaman iş bulma şansı çok düşük olan alanlar. 2) Öğretim kadrosu aşırı zayıf olan bölümler. 3) Belirli vakıf üniversitelerinin belirli programları.

İkinci saptama: Liseyi bitirdiği halde, son derece zayıf olan öğrencileri üniversiteye almak onlara ne sağlayacak? Karşılaştıkları zorluk karşısında bir süre sonra bırakma olasılıkları yüksek. Bırakmayıp bitirseler bile, iş bulma olasılığı düşük olan mezunlar olarak işsiz kitlesine eklenmeleri olasılığı yüksek. Nihayet şöyle bir gerçek de var, sınıflarda son derece düşük puanlarla gelen öğrencilerin varlığı öğretimin niteliğini aşağı çekme riskini yaratacak.

Sayılan nedenlerle iktidarın aldığı karar son derece yanlıştır. Bunu söylemek için iktidara karşı olmaya ihtiyaç yoktur, sadece üniversite konularıyla biraz ilgilenmiş olmak ve sorunlara nesnel bakmak yeterlidir. Peki iktidar bu kararı neden aldı? En önemli neden, üniversiteye giremeyen lise mezunlarına ve ailelerine umut dağıtmak. Ama bu umut kalıcı bir sonuç yaratmayacak. Nasıl ki , en ufak illere yetersiz kadrolarla üniversite açmış olmak, ailelere ve gençlere kısa süreli umut verdiyse ve fakat iş yaşamında herhangi bir rekabet gücü sağlamaya yetmediyse. Bazı vakıf üniversitelerine talep ve gelir artışı sağlamak amacı da güdülmüş olabilir, ama boş kalan kontenjanların önemli bölümü devlet üniversitelerindedir. Yapılan değişiklik bir seçim yatırımıdır ve propaganda malzemesi olarak kullanılacaktır. YÖK başkanının ileri sürdüğü gerekçeler ise hayli yüzeyseldir. Bir yandan rekabetin artacağını söylüyor, öbür yandan gençlerin “baraj nedeniyle” yaşadıkları psikolojik baskıdan kurtulacaklarını ileri sürüyor! Esas tartışma öğretimin kalitesinin nasıl etkileneceği ve de bugüne kadar boş kalan kontenjanların üstelik görece zayıf adaylarla doldurulmasının işgücü piyasasına nasıl etki yapacağıdır.

Son olarak en kritik noktayı eklemekte yarar var: Geçtiğimiz günlerde altı partinin liderinin buluşmasının ve ulaştıkları ilkesel mutabakatın önemli bir sonucu da, YÖK düzeninin yerine çağdaş, üretken, katılımcı bir yüksek öğretim modelinin açıklanacak hedefler arasında mutlaka yer alması olmalıdır.

Burhan ŞENATALAR