Türkiyeci Kürtçülüğün Zor Sınavı

Kürt ulusal demokratik hareketinde en güçlü eÄŸilim hangisidir diye sorulsa; ne sol, ne saÄŸ, ne Ä°slamcı, ne liberal… tereddütsüz “Türkiyeci Kürtçülüktür” derim. Bunu daha önce de bir çok kez yazmıştım.

Türkiyeci Kürtçülük, aslında Osmanlıcılıktan mülhemdir… Osmanlı, tarih olunca mirası Türkiye’ye kaldı. Yalnız Kuzey deÄŸil Güneyli hareketler de önemli derecede “Türkiyeci”dir. 1900’lü yılların baÅŸlarında önce Kürdistan Teali Cemiyeti’nden tutun da Berzenci hareketine kadar hepsi Osmanlıcı idiler.

Günümüzde sol eÄŸilimler “halkların kardeÅŸliÄŸi”, saÄŸ eÄŸilimler “din kardeÅŸliÄŸi”, liberaller de “reel politik” baÄŸlamında bu “bağımlılığı” tolore ederler.

Özü itibariyle 1500’lü yıllardan beri Osmanlı merkezi otoritesi ile Kürt beylikleri arasında arasındaki “Yarı Özerk” iliÅŸki biçimine atıfta bulunan bu “Osmanlıcı>Türkiyeci” eÄŸilim “Bağımsızlık” tezini reddetmeden kendi içinde siyasi asimilasyona uÄŸratmayı baÅŸarmıştır.

Bu görüş asıl olarak Osmanlı Devletini kendi “devleti” olarak görür, bu baÄŸlılığın Cumhuriyet kuruluÅŸunda da devam ettiÄŸini, fakat Cumhuriyetin verdiÄŸi sözde durmayarak kendisini “Ãœvey evlat” muamalesi yaptığını savunur. Mücadele evladın kendisini yeniden “devlet babaya” kabul ettirmesi -Kürt kimliÄŸinin kabulü, bölgesel özerklik vd- temellidir.

ÖrneÄŸin PKK, 2000’li yıllarda “Ä°mralı Süreci” adı verilen dönem boyunca ve devamında “Çözüm süreci” evresinde Türkiye içinde federatif ya da demokratik özerlik biçiminde bir çözümü esas almıştı. Bu durum PKK’nin 90’lı yıllar boyunca bayrak yaptığı “bağımsızlık” ÅŸiarına ters düşse de tarihsel çizgiye uygunluk gösterir.

80’lı yılların sonunda kurulan TKDP’ler ve devamında 70’li yıllardaki siyasi akımlar (Rizgari ve Kawa hareketleri dışında) özerklik, Anayasa’da Kürt kimliÄŸinin tanınması veya Türkiye ile Federasyon tezlerini savunmaktaydılar.

Cumhuriyet döneminde ise gerek şiddetli asimilasyon, gerek mecburi iskan ve göçler; karmaşık akrabalık ilişkilerinin oluşması, melez nüfusun geniş bir coğrafi alana yayılması; Türkiye ile birlikte ve Türkiye ile çözüm düşüncesinin sosyal tabanını güçlendirdi.

Keza Güneyli siyasetler de Türkiye’yi sömürgeci bir güç olarak görmezler. Kuzeydeki Kürt milliyetçisi gruplar da Güney’in Türkiye ile “özerk-bağımlı” iliÅŸkisine genellikle anlayışla yaklaÅŸmışlardır. Önceki yıllarda AKP iktidarının PKK ile geliÅŸtirdiÄŸi Ankara eksenli “Çözüm Süreci”nin Güneyli hareketler tarafından da hararetle desteklenmiÅŸ olduÄŸunu hatırlamak yeterlidir. PKK’ye karşı olan Kürt milliyetçisi gruplar da Güney üzerinden “Çözüm süreci”ne dahil olmuÅŸlardı.

Bu durum kuÅŸkusuz Suriye’de önemli askeri ve siyasi mevziler kazanmış oyan PYD/YPG’yi de, PKK-HDP dolayımıyla Ankara’nın siyasi çekim alanı içine almaktaydı.

AKP iktidarı Osmanlı döneminden beri ilk kez bu kadar geniÅŸ bir “Kürt konsensunu” iç ve dış politika baÄŸlaşığı haline getirebilmiÅŸken bunu NEDEN ve NASIL olup da kendi elleriyle KARÅžISINA ALDI, üzerinde düşünmeye deÄŸer. Öyleki Kuzeyde ve Rojava’daki Kürtleri siyaseten ve toplum olarak karşısına almışken, ÅŸimdi Güney’i de kaybetmektedir…

Bir anlamda Türkiyeci Kürtçülüğün son kalesini de kendi elleriyle yıkmaktadır. Yalnız TC sınırları içinde deÄŸil bütün dünyadaki Kürt kazanımlarına DÜŞMAN bir güç nasıl olup da Güney’le gerçekten dost kalabilirdi ki?

Evet… Türkiyeci Kürtçülük, Kürt ulusal hareketi tarafından deÄŸil Türkiye’nin kendisi tarafından refüze edilerek, savunulamaz hale getirilerek tasfiye edilmiÅŸ oluyor. Bu aslında hayırlı bir ÅŸey ama Kürt ulusal hareketi bu kopuÅŸu ideolojik ve siyasi olarak kendisi saÄŸlayamamış olduÄŸu için ” Devlet babanın ÅŸefkatli kollarını açması halinde eve dönmek için hazır bekleyen yetimler” yine olacaktır.

Ben Kürt ulusal demokratik hareketlerinin her birinin kendi içlerindeki “Türkiyeci Kürtçülükle” kopuÅŸmadan “bağımsız” veya “bağımsızlıkçı” olabileceklerini düşünmüyorum. KopuÅŸmanın ana halkası Sünni Kürt beylikleri ile Osmanlı Devleti arasında; yerli Hristiyan halklara (Ermeniler, Süryaniler), Aleviler, Ezidiler diÄŸer gayri müslim toplumlar aleyhine kurulan TARÄ°HSEL Ä°ÅžBÄ°RLİĞİ’nin sorgulanması, reddedilmesinde durur.

Yoksa Çanakkale’de omuz omuza savaÅŸtık, KurtuluÅŸ savaşını beraber yaptık, Cumhuriyeti beraber kurduk gibi bu tarihsel iÅŸbirliÄŸini kutsayan referanslar “bağımsız” duruÅŸu ifade etmez. Sanıldığının aksine Kemalizm Kürt hareketlerine soldan gelmemiÅŸtir, onun zaten Osmanlıcılık-Türkiyecilikten gelen bir arka planı vardır. ÖrneÄŸin; “Bu zor zamanında Osmanlıyı arkadan vurmak bize yakışmaz” diyen Seyit Albdülkadirler; Lozan’daki Türk delgesyonuna “onlar bizi de temsil ediyor” diye telgraf çeken Said-i Kürdiler, Diyap AÄŸalar, Meço AÄŸalar veya Türk ordusunun askeri operasyonlarına mihmandarlık yapan Simko AÄŸalar “solcu veya sosyalist” deÄŸillerdi.

Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu ve bağımsızlık süreci kaçınılmaz olarak Türk sömürgeciliÄŸi ile çatışmayı gerektirir. “Türkiyeci Kürtçülük” bu ideolojik-siyasi handikapı görüp onunla kopuÅŸmadan “bağımsızlıkçı” bir duruÅŸ sergileyemez.

“Åžu anda Güney’deki parçanın bağımsızlığı söz konusu, bu durum TC’yi rahatsız etmez, etmemeli” tezi “Türkiyeci” bir tezdir. Referandum kitlelerdeki “bağımsızlık” iradesinin ne kadar güçlü ve yaygın olduÄŸunu göstermiÅŸtir. Bundan sonra süreç “Türkiyeci Kürtçülüğün” bir tür imtihanı olacak.