Siyasetin yeni parametreleri

Osmanlı İmparatorluğu’nu kaçınılmaz sonundan kurtarma ve imparatorluğu yeniden ihya etme çabaları, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık gibi siyasal akımların gelişmesini sağladı. Ancak İttihat ve Terakki döneminde başlayan ve onun devamı olarak gelişen Kemalist iktidar döneminde Türkçülük ve Milliyetçilik ideolojisi devlet ve toplum hayatında egemen oldu. Bu nedenle cumhuriyet dönemi boyunca devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü, devletin bekası, milli, manevi, dini ve kültürel değerlerin korunması/kollanması milli bir refleks haline getirildi.

27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle başlayan ordunun siyasete müdahaleleri ise ordu, devlet ve siyaset ilişkilerinde yeni bir dönemi başlattı. Yeni anayasa ile devlet içinde özerk bir konum kazanan ve askeri politik merkez haline gelen Genelkurmay Başkanlığı, devleti ve toplumu denetleyici bir fonksiyon üstlenerek Birinci Meşrutiyet’ten beri sürüp gelen devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru yeniden düzenlemede başat rol aldı. Askeri icazete ve vesayete dayalı olarak siyaset yapan düzen partileri ise, askeri müdahaleleri önleyecek anayasal ve yasal kısıtlamalar getirmedi. Her biri önlerine konulan ve olağanüstü rejim standartlarına göre hazırlanan anayasa ve yasalarla nöbet değişimi şeklinde iktidar olmaya devam etti.

Bu siyasal ve toplumsal süreçte egemen ulus ve devlet şovenizminin belirlediği Türk siyasetinin iki ana akımı oluştu. Biri, kökü İttihat ve Terakki Hareketi’ne dayanan ve günümüzde CHP, DSP, MHP, İyi Parti ile devam eden askeri ve sivil bürokratik kastın oluşturduğu milliyetçi ve laik akım. Diğeri de, kökü Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne kadar uzanan ve günümüzde AP, ANAP, AKP, SP kulvarında devam eden milliyetçi ve mukaddesatçı akım. Türk Milliyetçiliği ve muhafazakârlığı, Türk-İslam sentezciliği, devletten ve ordudan yana olma, statükoculuk, kişiye ve güce tapınma, entrikacılık ve komploculuk, bu iki ana akımın Türk tarz-ı siyasetini oluşturdu. Türk oligarşisinin ırkçı, militarist, şovenist ve yayılmacı hedefleriyle örtüşen bu totalitarizm günümüzde AKP, MHP, CHP, SP, BBP, İyi Parti, VP vb düzen partilerinin politik hattı haline geldi.

Askeri ve sivil bürokrasinin siyasete yaptığı her yeni müdahale milliyetçi ve mukaddesatçı geleneğin güçlenmesine neden olmakla birlikte, 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi, 1876’da askeri ve sivil elitin öncülüğünde yapılan ve 2. Abdülhamit’in desteğiyle gerçekleşen parlamenter sistemden Türk tipi başkanlık sistemine geçiş için bir fırsata dönüştürüldü. 1960’ların sonunda Türkeş’in başlattığı milliyetçi/ülkücü hareket ile Erbakan’ın önderliğini yaptığı Milli Görüş hareketinin 50 yıllık paralel yürüyüşünün geldiği aşamayı gösteriyordu. Emperyalizmin ve Türk oligarşisinin amaçları doğrultusunda siyasal rejimi değiştirme operasyonu bu kez sivil bir iktidar döneminde başlatıldı. AKP ile MHP’nin Türkçü ve İslamcı mutabakatına dayanan bu adım iki partinin tarihsel referanslarına uygundu. Çünkü başkanlık rejimi Türkeş’in ve Erbakan’ın temel ilkelerinden birini oluşturuyordu.

Devlet ve toplum hayatının bu radikal dönüşüm sürecinde CHP, tüm kurucu değerlerini terk ederek Yenikapı ruhuyla AKP ve MHP’nin kutsal ittifakına destek verdi. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi’ne karşı Ergenekoncularla birlikte AKP-MHP kulvarına duhul eden CHP, kendi sonunu hazırladığının farkında olmayarak hala bu batakta kulaç atıyor. Oysa gelinen aşamada siyasal ve toplumsal alanda artık eski Kemalist ve laik devlet yok. Siyaset artık gerici-ilerici, laik-şeriatçı ayrımlar üzerinden yapılmıyor. Totaliter siyaset anlayışı ile demokratik siyaset anlayışı arasında yeni bir saflaşma ve ayrışma yaşanıyor. Bir yanda AKP, MHP, CHP, SP, BBP, İyi Parti, VP, DP, ANAP, Doğru Yol vb partiler; diğer yanda ise HDP ve bileşenleri var. Efrin savaşı bu saflaşmanın yeni bir turnusol kâğıdı olmuştur. Tüm sol, sosyalist ve demokrat kesimler bu gerçeği görmeli ve siyasetin bu yeni parametrelerine göre konum belirlemelidir.

Şaban İBA