Oyuncu ve yazar Zeynep Kaçar ile ilk romanı “Kabuk”u konuştuk. Kaçar, kendisini “hikâye uydurmayı seven insan” olarak tanımlıyor. “Kabuk”ta aynı aileden üç kadının hikâyesini anlatan Kaçar, “En iyi bildiğim şey kadın olma hali” dedi.
Kesinlikle. ‘Kelime’ çok soyut bir şey… Ama yine de onlara muhtacım. Ruhun alet edevatı onlar.Oyunculuk yapmak, oyun yazmak, roman yazmak… Bütün bu eylemler söz söyleme biçiminiz diyebilir miyiz?
“Kabuk” sizin ilk romanınız… Daha önce tiyatro metinleri kaleme alan bir yazar olarak, roman yazma fikri nereden çıktı?
40 yaşındaydım ve çok yorgundum. Bir sene boyunca çalışmama kararı aldım. O dönemde bir şey yapmamak çok iyi geldi ama bir yandan da biraz saçma gibiydi. Epey de biriktirmiştim içimde. 40 sene işte. Altıncı ayda boşluk fazla geldi, tiyatroyla ilgili bir şey yapmak istemiyordum. Roman yazmaya teslim oldum.
Kitapta, aynı aileden üç kadını, paralel kurgu ile ele alıyorsunuz. 33 yaşındaki üç kadının hikâyesi… Kitapta, kadın yaşamına, kadın kimliğine, sosyal ilişkilere dair pek çok şey var. Kendinizden sıkça beslendiğiniz söylenebilir mi?
Bu beden ve bu ruh bir kadına ait… En iyi bildiğim şey kadın olma hali. O yüzden kadını yazıyorum. Elbette kendimden besleniyorum. Ama tanıdığım tüm kadınlardan da besleniyorum. Üç kadına benzeyen yanlarım var. Tanıdığım bir sürü kadına da benzeyen yanları var. Şişman kadın, acı çeken kadın, anne kadın, korkak kadın, inkâr eden kadın…
Feminist bir oyun yazarı ve oyuncu olarak, romanınızın da aynı ideolojik birikim ile ortaya çıktığı gözüküyor. Süper kahraman bir erkek yok, erkeğe bağlı olarak yaşayan kadın yok ve en önemlisi kadınlar, kendi başlarına hikâyede varlar. Hikâyeyi yazmaya başladığınızda temel dürtünüz ne oldu?
Bu itirazla çok karşılaştım. “Niye sürekli kadını anlatıyorsun, insan olma halini anlatsana.” Benim için şaşırtıcı bir cümle. Yine de çok sık karşılaşıyorum. Yıllardır kadınları anlatan oyunlar yazıyorum çünkü. Ama bana kalırsa, insanı anlatıyorum. İnsan olmak sadece erkek üzerinden anlatılmış olabilir bin yıllardır. Yazarlar erkekti. Onlar da en iyi bildikleri şeyi yazıyorlardı. Ben de öyle yapıyorum.
Temel cümlem şuydu romana başladığımda, “hayata rezil bir ailede başladıysanız, ömür boyu benzer duvarlara çarpar durursunuz.” Gerçi sonra umutlu bir son yazdım. Romanı yazma aşamasında biraz insafa geldim sanırım.
Kitap ismiyle son derece müsemma… Karakterlerin, sıradanlığa olan ihtiyacını “kabuk” imgesi ile vermek ve kitabın afişindeki matruşka görseli son derece orijinal. Var olmak için “kabuk”lara ihtiyacımız mı var sahiden?
Kabuk aileyi temsil ediyor benim için. Ceviz gibi. Kale duvarı gibi. Bizim kültürümüzde aile en korunaklı yer. Ama bizi delirten, engelleyen, yok sayan, kişiliğimizi elimizden alan da aile. Nasıl bir kabukla sarmalandığınıza bağlı… Sıradanlık sıradan değilseniz çok önemli. Çünkü onlar çoğunluktur ve azıcık acayipseniz aralarında bir yer bulamazsınız kendinize.
“Kabuk”ta aile kavramına dair güçlü göndermeler bulmak mümkün… “Reklamlar bize yalan söylüyor, sattıkları şey yüzünden değil kurdukları aileler yüzünden.” Kapitalizme bir gönderme de bu cümlenin içinde saklı fakat aile olmanın, birlikte olmanın, mutlu olmanın özlemi de içinde mevcut. Kadınlar ve aile meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz kitapta?
Mutlu bir ailede büyümüş o kadar az insan tanıyorum ki! Evet, mutluluğun bir hikâyesi yok, biraz da sıkıcı belki. Mutsuz bir ailede doğup büyümüş olmak karakterlerimi mutlu bir aile özlemine itti diyebilirim. Kız çocukları ailenin en zarar gören bireyleri bence. Temelinde görülmedikleri, duyulmadıkları için. Ama işte bazen aile sevgisini akrabalarımızda, dostlarımızda arayabiliyoruz. Bazen buluyoruz da.
Karakterlerimin üçünün de 33 yaşında olmasının bir nedeni var. 33 yaş insan ömrünün zirvesi. Bedenen, ruhen en sağlıklı olduğumuz yaş. Oysa benim kızlar hayatlarının en zor dönemecinden geçiyorlar 33 yaşında. Bedenen ve ruhen perişanlar.
“Bazı kadınlar aşktan çok endişeyle zehirlenir” diyerek aşka dair de bir gönderme de bulunuyorsunuz. Sizce aşk endişeli ile zehirlenme hali midir?
Yine tanıdığım pek çok kadın için öyle. Endişe duymadan bir ilişki yaşayabilen çok az kadın var. Çok soru sorduğumuzdan belki. Akışa teslim olabilene hayranım.
“Yerçekimi yokmuş gibi mutlaka bir yere tutunmak zorundayız” diyerek modern insanın yalnızlığına dair bir gönderme yaptığınızı düşünmek mümkün. Kadınları anlatan ‘’Kabuk’’ta, bu cümleyle kadın dayanışmasına dair bir gönderme yaptığınızı düşünmek mümkün mü?
Sadece kadına ait bir cümle değil gibi. Hepimiz bir şeylere tutunuyoruz. Tutunmadan yaşayamayan varlıklarız. Bizim için ne önemliyse en çok da ona tutunmak istiyoruz. ‘Kabuk’ta kadınlar birbirleriyle zehirlenip, birbirlerinden medet umuyorlar. Ortada pek erkek yok zaten. Çekip gitmişler, sinip susmuşlar ya da kendileriyle aşırı meşguller. O yüzden kadınlar sarıp sarmalıyor birbirini. Hep bir kadına sığınmak gerekir, merhamet güzel bir kelime.
Beslendiğiniz yazarlar var mı?
Elbette. Elias Canetti. Ahmet Hamdi Tanpınar, Umberto Eco, Italo Calvino, Virginia Woolf, Leyla Erbil, İhsan Oktay Anar. Arkadaşım gibi seviyorum onları. Ve daha pek çoğunu…
Yeni roman var mı? Ya da başka bir şey?
Yeni roman şimdilik yok. Bir roman yazınca ne olacağını bilmiyordum. O yüzden bu süreci biraz görüp anlamak istiyordum. Bu yaz yeni bir romana başlayabilirim. ‘Kabuk’la ilgili tepkiler gelmeye başladığından beri yeni bir heves yeşermeye başladı içimde.
Yeni oyun var mı?
Tiyatro devam ediyor. Sahne3’te ‘Tok’ adlı oyunu oynuyoruz Ümit Çırak’la birlikte.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024