Pişmanlığın Felsefesi

Yazının başlığını görenler, benim bir pişmanlığa kılıf aradığımı düşünebilirler. Düşünsünler, hiçbir sakıncası yok. Ancak ben pişmanlığın, ne mutlak iyi bir şey, ne de mutlak kötü bir şey olduğunu düşünüyorum. İnsanın, söylediği bir sözün ya da bir davranışın yanlış olduğunun farkına varması bir erdemdir; her ne kadar toplumda ya da içinde bulunulan grup içinde zayıflık olarak algılansa da (hâkim tutum ) bu böyledir.

Hayat yaşandıktan sonra anlaşılan bir şeydir. Yaşanmadan gerçek bir hayatın nasıl olacağına ilişkin teoriler, teori olmaya mahkûmdur. Pişman olmak ya da olamamak için yaşamak gerekli… Daha da iddialı bir şey söyleyeyim, pişmanlık olmasaydı felsefe olmazdı. Evet, ne kadar iddialı bir şey söylediğimin farkındayım. Madem her düşüncenin, her davranışın en “doğrusunu”, “en “güzelini” bir seferde bulamıyoruz -ki genellikle böyledir- o halde güzeli ve doğruyu bulmak için bir pişmanlık -“pişme”- sürecinin geçmesi gerekiyor. Felsefe de, “iyi” ve “güzel” bilgiye ulaşmak için bir çaba olduğuna göre; mahsurlu olandan mümkün olana; yanlıştan doğruya yönelik bir yolculuk olduğuna göre… Demek ki iyiyi, güzeli, deneyerek, yanılarak, hataya düşerek, sonuçta pişman olarak bulacağız.Burada pişmanlığın olmazsa olmaz bir şey olduğunu ima etmek istemiyorum. İnsan pişman olmak zorunda olan bir varlık değil, pişman olmadan da doğruyu bulması mümkündür tabii.

İnsanın pişmanlığı olmaz mı hiç, olabilir tabii, hatta olmalıdır da… Ancak insanın pişmanlığını göstermesi genellikle zayıflık algısıyla karşılandığından, bu duygu durumu pek gösterilmek istenmez. İnsanın kendini temize çekmesi çoğu zaman pişmanlıkla mümkün olmaktadır. Hatta, hatalı bir durumda pişman olmamak bir “görme kusuru”dur bana kalırsa. Keza uygun olmayan bir hal ve tavırdan dolayı pişman olmak, bıçağın hep keskin tarafında durmak gibi bir şeydir. Oysa insanın pişman olması, bıçağın kesmeyen, “kör” tarafına geçmeyi göze almayı gerektirir.

Hiç pişmanlık duymayanlara ne mutlu (!); onlar ne mükemmel insanlar böyle! Oysa ben yeryüzünde mükemmel insan olmadığına inanıyorum. İnsanın sürekli “mükemmel” e doğru yürüyüşünden/arzusundan anlıyorum bunu. Tabii politik bir yapıya üyeyseniz pişman olduğunuzda aynı zamanda “hain”, “ihanet içinde” biri olup çıkarsınız. Ne de olsa onlar her şeyin en iyisini bilir; onlarla yapılan faaliyetlerden pişmanlık duymak gerçeklerden sapmaktır!

Pişmanlık duymayacağız diye yaşamı daraltmanın, etrafımıza görülmez duvarlar örmenin ne anlamı var! Zira, pişman olmak ve bunu ifade edememek kişi açısından yaşamı daraltan bir durumu ortaya çıkarır. İşte bu yeni durumun, farklı bir bakış açısıyla yakalanan görüşün, pişmanlık şeklinde ifade edilmesi, kendisini hapsettiği görülmez duvarların yıkılması gibi bir şey olsa gerek. Sonuçta her insan tek kişilik bir hücre değil mi; ya o hücrenin kapılarını açarak ruhunu özgürleştirir (yanlış anlaşılmasın, pişmanlık mutlak özgürleştirir demiyorum) ya da tüm kapılarını kapatır, anahtarını “mutlak ve tek doğrunun” eline verir. Ancak, pişman olmak, insanın içindeki boşlukları mı kapatır, yoksa yeni boşluklar mı açar, işte bu da kişiden kişiye, durumdan duruma değişir. 

Pişmanlık insanın kafasının içindeki depremin giderek kalbe sirayet etmesinden başka nedir ki… Bazı pişmanlık durumlarında bir de bakmışsınız ki, düşmanınızın yanında, “dost”larınızla savaşıyorsunuz. İşin bir de bu yönü var.

Kişinin pişmanlığını ifade edememesi, kendi içinde bir hapishane inşa etmesidir bir anlamda… Sadece giriş kapısı olan ama çıkış kapısı olmayan bir hapishane. Çıkış kapısı olmayan bir hapishane bilinmelidir ki, öleceğiniz yerdir artık.

Pişmanlık, insanın özeleştirisidir aslında. Kişinin bundan kendini mahrum etmesi, şahsına yaptığı en büyük kötülüktür. Anlaşılmış olmalı ki, pişmanlık yüceltmesi yapmak niyetinde değilim, asla. Ancak bu kadar önemli bir duygu durumu hak ettiği ölçüde yazılıp çizilmedi bugüne kadar; en azından benim bildiğim kadarıyla.

Gerek içinde bulunduğumuz sosyal grubun ya da politik hareketin uzağına düşme korkusundan, gerekse de bir zaaf olarak gördüğümüzden ya da insanların bizden bir cüzamlı görmüş gibi kaçacağını düşündüğümüzden, pişmanlıklar ağır bir yük gibi taşınır akıllarda ve yüreklerde. Oysa, insanlar gereksiz bir ”yükten” kurtulmadan nasıl rahatlayabilir ki… Kişi yaşamını bir “eksikle” sürdürmek istemiyorsa, pişmanlığını -şayet pişmansa- ifade etmesi onu rahatlatır; kendisini yeniden üretmesine yardımcı olur.

Öldüğümde ömrümün kaçıncı yılını doldurmuş olacağımı bilemem… Bu süreçte benim de çok pişmanlıklarım oldu, daha da olacak. Ama umarım, bundan sonrasında da pişmanlıklarım hep haklı olur. Tüm insanlığı kucaklamış ve bir miktar da onurumu kurtarmış olurum.

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)