Bugün suyum akmıyor; enerjim ise kesik. Kendim gibi değilim yani. Harlansam, coşsam, gülsem, kahkaha atsam, neşelensem; öfkelensem, gözyaşı döksem sonra. Ahmet Kaya türküleriyle ayaklanıp, “melanet korusunu” gömsem tarihe. Ama yalanla zehirlenmiş toplumun bir üyesiyim. Şu sefil ömrüm, onun mirası bana. İnsanın başı, yas bulutunun içindeyken, her görüntüyü cenaze korteji gibi görür. Böyle olunca, nasıl ki, istediği zaman akşam olmuyor, istediği zaman sabah olmuyorsa, aynı şekilde istediği zaman da neşe içinde olamıyor insan.
Ne vakit biter bu işgal. Sabır taşı çatlar, böbrek taşı çatlar, umut taşı dahi çatlar (mı) bu gidişle. Ne yalan söyleyeyim, gözümüz, bütçemiz kadar görebiliyor. Bütçenin esaretinden kurtulup öyle görebilsek dünyayı, o vakit özgürüz işte. Ama ne yazık ki, memlekette pek çok coğrafya parçası bana, “olay yeri, girilmez” muamelesi yapıyor. Bu nedenle kendim gibi değilim galiba.
Yanlış otobüse binmişsin kardeşim, hangi durağı kaçırmaktan bahsediyorsun diyorum kendi kendime. Daha da önemlisi, bölünmüşüm yani; vücudumun ihtiyacını akıl karşılamıyor. İnsan, dışarıdaki hayata ayak uyduramayınca bölünüyor işte böyle vücudu. İç savaş çıkıyor. Ülkeler bazında da öyle olmuyor mu? Dünyadaki gelişmelere ayak uydurmayınca –bir uyutma aracı olarak- iç savaş çıkarılıyor. Başkasıyla savaşmak yerine (hiç savaşmasa daha iyi tabii) kendi kendisiyle savaşıyor muhteremler. Böyle olunca korteks, yani üst beyin devre dışı kalıyor; sürüngen beyne geri dönülüyor.
Ama şimdi bu beyin meselesini biraz açmam gerek. Sürüngen beyni tüm diğer sürüngenlerde ortak olan; bunun üzerinde tüm memelilerde ortak olan bir başka katman bulunuyor; onun üzerinde korteks dediğimiz beyin kabuğumuz var. Bu son bölüm sadece insanda olan katmandır. Tabii şunu da hatırlatmam lazım ki, insan ilk önce sürüngendi, sonra memeli, nihai olarak ise şimdiki haliyle insan oldu. Yani biz insan olmadan memeli, memeli olmadan önce sürüngendik. Evet, şimdi insanız ama giderek sürüngen olmaya yöneliyoruz; gidişat onu gösteriyor. Zihinsel olarak tersine evrim mi bu? Peki, insan olma özelliğimizi ne zaman kaybediyoruz. İnsanca koşullarda yaşamadığımız, insanca ilişkiler kuramadığımız zaman. İnsanca ilişkiler kuramadığımız zaman goriller gibi göğsümüze vurup alan kaplama, alan genişletmeye çalışıyoruz. Bizdeki bu hal sürüngene gidişimizin garantisi gibi. Bütün bunlar zihinsel evrimimizde sorunlar yaşamakta olduğumuzu gösteriyor.
Oysa tüm canlıların ortak özelliği, acıdan kaçmak ve hazza yönelmek motivasyonuyla yaşamaktı. Şimdi insanın gelmiş bulunduğu bu durumu nasıl açıklamalı. İşte ben bu durumu tam açıklayamadığım için kendim gibi değilim!
O ölümcül problem! Neden kendim gibi değilim? Yeni bir dünyaya adım atmak için eksik olan ne? İnsanlar ölüyor; vakitsiz terk ediyorlar dünyayı, bazen savaşla, bazen önlenebilir hastalıkla. Haa bir de uğrunda ölmeye değer ideolojiler var!… Uğrunda ölmeye değecek bir etik değer etrafında çoğalmadıkça bu böyle devam edecek. “Dünya çok alçak bir yer olacak yakında. Öyle görünüyor”. (Birhan keskin)
Kayda değer şarkı, şiir yazmayı beceremiyorum; güzel yazma kabiliyetim tartışılır. Ondan mı cansız, fersiz geçiyor günlerim. Bunun için mi hayatım uzun bir can çelişme halinde. O nedenle mi kendim gibi değilim?
Evrimden öyle beklerdim ki, insan bir yarayı saran, bir hayatı onaran olmalı; kötülüğü kemale erdiren değil.
Bana yaşamı öneren ne var ki etrafta; bende hangi emaneti var saklamam gereken. Bana önerdiği denenmiş maskelerden birini seçmem. Ben, ben olamam ki o zaman… Biliyordum yaşamı savunmaktan daha büyük bir ideoloji yoktur… Yanlış bilmişim; ideolojileri aşmadan yaşamın savunulamayacağını, yaşamın ancak o vakit gerçek bir yaşam olacağını… Ne komik, o fikri şaşmış, içi geçmiş düşünceyi bir mevzi gibi savunmak. Tam bir zaman israfı. Bugün yaşamı ölümcül kılan, ölüm zamanı gelmiş fikirlerin yaşıyor olması değil mi?
Epeydir, niçin kendim gibi değilim sorusunun yanıtını arıyorum. Tabii aynı zamanda, tek bir şey yapmaya çalışıyorum; içimdeki vicdan denen mevhumumu deforme olmadan koruyabilmek. Herkes buraya doğru yürüse ne güzel olur diye düşünüyorum. Zira dünya epeydir onları bekliyor.
Yoksa yaşam hepimiz için “olay yeri girilmez” olacak.
Suyum aksın, enerjim en ücra yerlerime kadar ulaşsın, melanet korosu yok olsun ki, kendim gibi olayım.
Değil mi?
- Olay Yeri, Girilmez - 8 Ağustos 2025
- Yaşama Alışmak Lazım(mı) - 13 Temmuz 2025
- Susmalar - 20 Haziran 2025