Reklamlar, Tüketim Özgürlüğü ve Toplumsal Yozlaşma!

Dijitürk, Dsmart, Netflix vd… vb. abonelik üzerine kurulu tercihe bağlı kablolu program izleme sistemleri insanı aptallaştıran TV kutusu başında zaman geçirme sürecini bir miktar azaltmış mıdır, bilmiyorum ama reklamlardan kurtulmak mümkün mü? Meta üretimi ve ürün piyasası üzerine kurulu bir düzende değil tabi! Keza, kapitalist sistem insanı “özgür” bir köle gibi çalışmaya mahkum ederek hayatını kazanma zorunda bırakırken, toplumsal emeğin bir ürünü olan malları piyasaya sürerek satmak zorundadır. İşte bu noktada reklamlar, yazılı ve görsel medyanın yaygınlaştığı 19. ve 20. yüzyıllardan bu yana kapitalistlerin imdadına yetişmiş ve bir tüketim tanrısı olmaya soyunmuştur!  Bu tüketim tanrısı öyle bir icad ki; toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturan büyük bir emekçi kitleleri, canını dişine takarak çalıştıkları mesai saatleri dışında arta kalan boş ve “özgür” zamanlarında reklamların ve modanın etkisine maruz kalmaktadır! Toplumsal çoğunluk bilinçsiz, hedonik aşırı bir tüketim hırsıyla özgürlüğün tadını çıkarttıkları yanılsamasına kapılmaktadırlar! 5 yılda bir siyasi bir partiyi seçme hakkı bile böylesi demokratik bir sistem yanılsaması yaratmaktadır! Dolayısıyla sınıf bilincine sahip olmayan emekçi kitleler, tüketme ve seçme haklarıyla kendilerini toplumsal yeniden üretim sürecinin bir nesnesi kılmaktadırlar! 

Aşırı Üretim ve Bencilce Tüketim!

Aşırı üretim ve aşırı tüketimle dönen kapitalist çarklar ve sermaye birikimi dünyayı salgın hastalıklar, küresel ısınma, savaşlar, vd. (Türkiye örneğinde deniz salyası!) ekolojik yıkımın eşiğine sürüklerken reklamlar ise yüzsüzlüğün dibine vurmaktadır! Çökmekte olan ekolojik sistem karşısında güya çevre dostu ürün ve hizmet aşkıyla tutuşan kimi şirketler ürünlerini bu hassasiyetle reklam ederken, kimi şirketler ise sermayenin insan ve doğa sömürüsüyle dönen çarklarını toplumsal yozlaşmanın da vardığı noktanın hoyratlığıyla ürün reklamlarını ekran görüntülerine servis etmekte bir beis görmemektedirler! Çok nadiren de olsa göz atarak izlediğim reklamlarda, “kullan ve at!” mantığıyla doğaya bu kadar hoyratça ve bencilce davranışın reklam örnekleri bana “Ne çevre, ne kültür, ne akıl ne vicdan! Yuh be, bu kadarı da fazla!”  dedirtiyor bir süredir! Toplumsal muhalefete karşı “milli” ve “dini” hassasiyetle aşırı duyarlı tutumuyla kimi TV ekranlarını karartan meşhur RTÜK’ümüz nedense bu tür reklamlar karşısında kör ve sağır kesiliyor! 

Seçme Özgürlüğü ve Doğa Katliamı!

Gelelim çok az TV izleyen biri olarak gözüme çarpan tür reklamların sadece iki örneğine! Ürün ismi vermeden reklamların doğaya umursamayan tavrını anlatacağım sadece! Birincisi çok uzun zamandır dikkatimi çekiyor. Yeşil bir ormanın içinde enfes bir nehrin bir köşesine kurularak romantizmin dibine vurmuş güzel ve yakışıklı iki genç sevgili… Aşkısı yakınmakta sevgilisine. Elindeki bir kutu içeceği ya da bir poşet cipsi (içecek mi, yiyecek mi, doğrusu bu kısmını net hatırlamıyorum, ama eminim reklam dönüyordur hala!) tadını beğenmediği için nehre atıveriyor! Reklam bunu çok normal bir davranış gibi utanmadan yıllardır ekranlara servis ediyor! Genç kızın sevgilisi bıçkın delikanlı ise büyük bir zafer kazanmış beyaz atlı prens edasıyla sevgilisine daha güzel bir seçeneği sunuyor! Zati aliniz ise ekran başında çıldırıyor! Uzun yıllardır İstanbul kıyılarında yaşayan biri olarak sokak ve caddelere, piknik alanlarına, adalara ve denize atılan şişelerden poşetlere değin yığınla çöp gözlerimin önünden geçiyor! Reklamın sunduğu seviyesizlik, hedonik, egoist, hoyratça bir tüketim kültürü (kültürsüzlük!) ve doğa katliamı örneği! Bu sahillerimize vuran salyalar gibi ekranlara vuran toplumsal yozlaşmanın daniskası değil de nedir? Bir de tüketicileri buna sevk eden  bu ürünlerin sahibi işletmeleri, marka sahibi firmaları düşünün! Onların nehir ve denizlere boşalttığı atıklar karşısında okyanus mu dayanır Allah aşkına! Keza, Kocaeli’nde bu durumu bilimsel raporlara geçiren halk sağlıkçısı bilim insanımızın hapse konduğu bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki! 

Neredesin Ey RTÜK?

Gelelim ikinci reklama, yine yeni evli gibi bir çift konforsuz yataklarından kurtulmaya çalışıyorlar! E ne var bunda olabilir lakin bunun için sanki işledikleri bir cinayet dolayısıyla bir cesetten kurtulma çabası içinde tutup yataklarını bir solukta insanlardan uzak bir denizin tenha bir kıyısına atıyorlar!  Bu davranıştan sonra müthiş rahatlıyorlar ve bir güzel mutlu oluyorlar! Sonra marka sahibi firma devreye giriyor! Deniz, kirlilik, çevre düşmanı ve çirkin davranış ne çiftimizin ne de marka sahibinin umurunda! Marka sahibi firma denize karşı bu hoyratça ve çirkin tutuma değil, sadece çiftlerimizin yatağı denize atma zahmetine katlanmasına üzülüyor! Onların denize eski yataklarını atan bu davranışlarından hiçbir beis görmeden, bu çiftimize sadece denize atma zahmetinden kurtarmak için eskisini parayla alıp yenisini götürme teklifini sunuyorlar! Ve bu reklamda çok meşhur bir artistimiz anaç tavrıyla arzı endam ediyor! Pes doğrusu! Gel de çıldırma arkadaş! 

Neredesin ey RTÜK, bu çevre katliamcısı ürün reklamları “milli” hassasiyetlerinize dokunmuyor mu? Memleketin çürüyen sahillerinde bu tür reklamların, sermaye brikimi ve zenginleşme adına her yolun mubah görüldüğü böylesi bir kültür seviyesinin ve bunun arkasındaki zihniyetin bir payı yok mu? Sizin “milli” ve “dini” değerlere olağanüstü hassas olan duyargalarınız bu çevre katliamı reklamlara kayıtsız mı? Aranızda birazcık olsun çevre dostu bir üyeniz yok mu?! Doğa için biraz olsun akıl yok mu, vicdan yok mu? Ne de olsa uzun bir süredir inşaat ve betona gömülü işlerle dönüyor bu ülkede ekonomik çarklar!  İşlenen doğa katliamları/suçları yanında bu tür reklamlar masum mu kalıyor ya da bi/linç altına itiyorsunuz bunları? 

Sinan ARAMAN