Baba Katili ve Başkaldırının Etiği: Mitolojiden Marx’a Kurucu İsyan

İnsanlık tarihinin en kadim anlatılarından biri, baba ile oğul arasındaki gerilimdir. Bu çatışma, yalnızca bireysel bir aile trajedisi değil; aynı zamanda düzen ile başkaldırı, yasa ile arzu, otorite ile özgürlük arasında süregelen tarihsel bir hesaplaşmadır. Antik mitolojiler bu hesaplaşmayı dramatik bir biçimde sahneye koyar: Uranos’u hadım eden Kronos, sonra onunla aynı sonu yaşamamak için çocuklarını yutar; ama içlerinden biri — Zeus — onu devirerek tanrılar katına çıkar. Yunan tragedyasında ise Oidipus, bilmeden babasını öldürüp annesiyle birleşerek yalnızca aile yapısını değil, kentin düzenini de yerle bir eder. Baba katli burada sadece bir kişisel suç değil; tüm bir yasallığın altüst oluşudur.

Modern psikanaliz bu mitik motifi bireysel bilinçdışı düzlemde yeniden işler. Freud’un geliştirdiği Oidipus Kompleksi, çocuğun babaya karşı duyduğu düşmanlık ve anneye yönelen bastırılmış arzu üzerine kuruludur. Baba burada yasa koyucudur, cezalandırıcı Tanrı’dır, arzunun önündeki engeldir. Onu öldürmek arzunun önünü açar, ama bu ölüm suçluluğu da beraberinde getirir. Freud’a göre baba katli, bireyin vicdanını doğuran ilk büyük travmadır: Yasa yıkılır ama onun hayaleti içselleşir; vicdan haline gelir.

Freud’un okuması, isyanı suç duygusuna mahkûm eder. Ancak bu okumanın ötesinde, baba katlini sadece bastırılmış bir arzu patlaması değil, aynı zamanda otoriteye karşı kurucu bir başkaldırı, etik bir eylem ve yeni bir dünya imkânı olarak düşünmek mümkündür. Tam da bu noktada Marx’ın felsefesi devreye girer. Çünkü Marx’ın yaptığı şey, yalnızca babaya değil; tüm tarihsel otorite biçimlerine karşı sistemli, devrimci bir isyandır.

Marx’ın Baba Katilliği: Otoritenin Kurucu Eleştirisi

Marx, yalnızca bireysel bir figür olarak babaya değil, tarih boyunca “baba” kimliğiyle meşrulaşan tüm otoritelere karşı bir hesaplaşma sunar. Burada baba Tanrı’dır; mülkiyettir; devlettir; padişahtır; patronun sesi, kışladaki komutanın emir tonudur. Marx’ın yaptığı, bu tarihsel babaların koyduğu yasaların ardındaki tahakküm ilişkisini açığa çıkarmak ve onları devrimci bir şekilde “öldürmektir”. Ancak bu öldürme eylemi, fiziksel bir yıkım değil; eleştiriyle, teoriyle, pratikle işleyen kurucu bir eylemdir. Baba burada yalnızca yıkılmaz; yerine başka bir düzen tahayyül edilir.

Marx’ın Hegel’le ilişkisi bu bağlamda Oidipus’un kaderini andırır. Hegel’in diyalektiği, Marx’ın düşüncesinin temelini oluşturur; ama bu temel onun tarafından tersine çevrilerek yıkılır. Hegel’in idealizmi, Marx’ta maddi üretim ilişkileriyle yer değiştirir. Marx, babasını tanır, içselleştirir ve devrimci bir hamleyle onu aşar. Bu anlamda Marx’ın yaptığı felsefi eylem, yalnızca bir eleştiri değil; bir başkaldırı felsefesidir.

Ancak Marx’ın “baba katilliği”, psikanalitik anlamda suçluluk doğurmaz; çünkü bu bir bireyin bastırılmış arzusunun değil, bir sınıfın tarihsel özgürlük arzusunun ürünüdür. Bu nedenle Marx, başkaldırıyı etik bir kategoriye dönüştürür: Otoriteye karşı çıkmak, yalnızca bir hak değil; bir sorumluluktur. Kendisinden sonra gelen düşünürler — özellikle Albert Camus — bu çizgiyi etik ve estetik düzlemlerde sürdürecektir.

Başkaldırının Etiği: “Hayır” Derken “Evet” Diyebilmek

Albert Camus, Başkaldıran İnsan adlı eserinde isyanın salt yıkıcı bir edim olmadığını vurgular. Gerçek başkaldırı, yalnızca var olanı reddetmek değil; onun yerine başka bir düzeni düşünmeye cesaret etmektir. Camus’nün başkaldıranı, “hayır” derken aynı zamanda “evet” de diyebilendir: Evet, başka bir adalet, başka bir etik, başka bir dünya mümkündür.

Marx’ın isyanı da bu anlamda kurucudur. Baba yalnızca devrilmez; yerine kolektif bir aklın, eşitliğe dayanan bir toplumun, üretimin özel çıkara değil toplumsal ihtiyaca yöneldiği bir düzenin imkânı konur. Bu yüzden Marx’ın yaptığı, yalnızca bir baba katli değil; başka bir hayatı kurma hakkı adına gerçekleştirilmiş bir devrimdir.

Bu noktada “baba katili”, Freud’un tahayyül ettiği gibi suçluluk içinde kıvranan bir özne değil; başka bir etik düzlemde hareket eden, tarihin yükünü omuzlayan bir faildir. O, Tanrı’yı reddeder ama insanı yalnız bırakmaz; devleti yıkar ama düzeni kaosa teslim etmez; mülkiyeti ortadan kaldırır ama ortak yaşamı kurar. Onun suçlanması gereken bir eylemi yoktur; çünkü yaptığı şey, başkalarının eyleyebilmesini mümkün kılan bir özgürlük zemini yaratmaktır.

Baba’yı Öldürmek Yetmez, Onun Yerine Geçmemek Gerekir

Baba katli yalnızca yıkıcı değil, kurucu bir eylem olabilir. Ama bu eylemin devrimci niteliği, onun suçsuzluğunda değil; yerine geçmeyecek kadar mütevazı, başka bir düzeni kuracak kadar cesur oluşundadır. Devrim, yeni bir baba yaratırsa, eski babanın hayaleti sürmeye devam eder. Bu yüzden isyan, yalnızca bir karşı çıkış değil; etik bir sorumluluk, kurucu bir cesaret ve sürekli bir kendini aşma pratiğidir.

Marx’ın yaptığı budur. O, yalnızca eski tanrıları değil; yeni tanrılaşmaları da reddeder. Baba’yı öldürür, ama onun yerine geçmez. Çünkü bilir ki gerçek başkaldırı, yalnızca yasa koyucuya değil, yasa koyuculuğun kendisine karşı etik bir mücadeledir.