Seçimle gelenin, kendi isteğiyle görevi bırakmadığı sürece, seçimle gitmesi ilkesi demokrasinin temel kuralıdır. Aksi takdirde zor yöntemlerine başvurup, darbe yapıp başbakan devirmek, belediyeyi basıp belediye başkanını alaşağı etmek veya benzer zor yöntemlerini idari kararlarla uygulamak (bakanlık emriyle kayyım atamak gibi), seçilmiş yöneticileri değiştirmenin “demokratik”yöntemleri arasında kabul edilirdi. Yüz kızartıcı suç işleyen seçilmişlerin yargı karşısında sıradan yurttaştan zaten farkı olmamak gerekir. Otoriter yönetimlerde ise bu keyfi zor kullanımı olağandır ve zaman içinde iktidarın yandaşlarını da kapsar. Nitekim iktidar partisi mensuplarının keyfi yönetim ve tek şahıs sultasının mağduru olduğu evreye geldik. Bu açıdan Yeni Türkiye liderliğinin tutarlı bir davranış sergilediği söylenebilir.
Tutarsızlık, yüze yakın belediyeye kayyım atanmışken buna ses çıkarmayıp, AKP lideri Cumhurbaşkanı’nın birkaç AKP’li belediye başkanını istifaya zorlaması ve aksi takdirde “gereğini yapmakla” tehdit etmesini, ağır yaptırım olarak nitelemektir. Kemal Kılıçdaroğlu, istifa etmemekte direnen AKP’li belediye başkanları konusunda, haklı olarak, “Seçimle gelen birine bu kadar ağır yaptırımlar doğru değil. Çocuğuna nasıl hesap verecek” diye soruyor. Bir yıldan beri görevden alınan, tutuklanan Türkiyeli Kürt belediye başkanları hakkında benzer bir söz söylediğini, aynı empatiyi kurmaya çalıştığını hatırlamıyorum. Belki birkaç kez mızırdanmıştır.
Halen Türkiye’de HDP veya DBP adayının seçimi kazandığı 92 belediyede başkanlar “gereği yapılarak” görevden alınmış ve yerlerine kayyım atanmış durumda. Seçmenlerin özgür iradesiyle seçilmiş 84 belediye eşbaşkanı “gereğiyapılarak” cezaevinde. Bir kısmı bir yıldan fazla bir süredir mahkemeye çıkmayı bekliyor. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, HDP’li milletvekillerinin de “gereği yapılıp”, tutuklanmaları yakında birinci yılını dolduracak. Söz konusu olan HDP ve DBP’li seçilmişler ve yöneticiler olduğunda, “bu kadar ağır yaptırımlar doğru değil” türünden bir cümle kuramamak, kulakları tırmalayan bir sessizliktir. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda alınan son derece vahim tavrı tamamlar.
Muhtemelen CHP’nin seçmen tabanının önemli bir kısmı, belki çoğunluğu da bu tavrı paylaşıyordur. Belki bu nedenle Kılıçdaroğlu, HDP’li seçilmişlere bu kadar ağır yaptırım uygulanmasını en fazla mızırdanarak geçiştiriyor ama reislerinin hışmına uğrayan AKP’li belediye başkanlarıyla empati kurmakta çok daha cesur ve rahat davranıyordur.
Türkiye’de Kürt kimliğini sahiplenerek kamusal alanda var olmanın yeterli bir suç karinesi haline geldiği, Batı bölgelerinde ırkçı, faşist nefretin gündelik saldırı hedefine dönüştüğü bir dönemdeyiz. Futbolseverler, futbol sadece futbol değildir derler. Toplumun kapkaranlık yüzüne birçok yerde ışık tuttuğu da tecrübe ile sabit. Amedspor’un oynadığı deplasman maçlarında rakip takımların seyircilerinin içlerindeki nefreti kustukları sözlü ve fiziki saldırıların yanında, rakip takım oyuncuları da artık meslektaşlarına düşman muamelesi yapmaya başladı. Geçmişte ırk ayrımcılığının egemen olduğu ülkeleri akla getiriyor. Amedspor’a yapılanlarla HDP’li ve DBP’lilere, sendikacı Kürtlere, Kürt sorunu ağırlıklı medya çalışanlarına, Kürt kökenli avukatlara yapılanlar bir bütün oluşturuyor.
Bir otokratın mağduru olanla empati kurulmasında elbette sakınca yoktur ama insan bu iki farklı empati tezahürünü, “duruma göre” değişen, yerine göre hafif, yerine göre ağır çeken demokratik ilkeler terazisinin nedenlerini sorgulamamazlık edemiyor. Unutmayalım, dil beynin aynasıdır!
Kaynak: Cumhuriyet
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024