Güvende olmak! Sahi kaçımız kendisinin, ailesinin, çocuklarının ve dostlarının güvende olduğunu hissediyor acaba?
Öyle sanıyorum ki hiçbirimiz artık güvende değiliz ya da kendimizi öyle hissediyoruz. Onun için Facebook sayfanız bile bir afet ve büyük bir terör saldırısı kaşısında size şu soruyu soruyor “Güvende misiniz?” Sürekli tehdit altındayız aslında. Kendimizi tehdit altında ve güvensiz hissetmemiz duygusal beynimizin bir parçası ve bu parça ile başa çıkamadığımız zaman yaşamımız cehhenneme dönüyor. Çünkü karşılaştığımız bu yeni durum için zihnimiz, beynimiz ve bedenimiz kendisine özgü bir hafıza oluşturuyor. İnsanın varoluşu ve gelişimi de bu olaylarla doludur. Nörobilimdeki son araştırmalar gösterdi ki bir afet ve terör saldırısı karşısında insan beyninin, zihninin ve bedeninin ayrı ayrı etkilendiğini, hepsinin kendine özgü bir hafıza ve savunma mekanizması geliştirdiğini ve bundan dolayı da kişinin kendisini tehdit altında gördüğünü ve güven duygusunda zedelenmeler olduğunu göstermiştir. Bunun üzerine bir de atacı miras da eklenince vay halimize!
Peki tehdit ve güvende olmadığımızı anladığımızda nasıl tepkiler veririz. Bu tepkileri üç başlık altında toplamak mümkün; birincisi sosyal ilişkiler kurmak, ikincisi savaş ya da kaç tepkisi vermek üçüncüsü de donup kalmak yani bedendeki organların ve zihnin çöküşüne maruz kalmak.
Onun için hepimiz bedensel ve ruhsal tehditler karşısında bu üç tepkiyi veririz. Yani ya hemen kendimizi oyalayacak bir geçiş nesnesi, köpek, kedi, oyun ediniriz ya mücadele eder ya da kaçarız, son çare olarak da donup kalırız ve bütün organlarımız çöker. Beynimiz ve zihnimiz kendini dış dünyadaki tüm uyarıcılara kapatır. Eminim ki hepimizin bu üç durumu da yaşadığı dönemleri olmuştur. Çünkü yaşadığımız coğrafyada tehdit hepimizin tepesinde Damokles’in kılıcı gibi durmadan sallanmakta.
Damokles’in Kılıcı miti aslında hepimizin ruhunu esir alan ve kendimizi sürekli bir tehdit algısı altında hissetmemizi sağlayan ilginç bir metafordur. Çiçero MÖ. 260 yılında yazdığı “Turculum Tartışmaları” adlı kitabında Sirakuza kralı Dionysios ile Danışmanı Damokles arasında yaşanan bu miti şöyle anlatır. Kralın danışmanı Damokles; sürekli olarak ülkenin yönetimi ile ilgili konuşmaktadırlar. Bu konuşmalardan bıkan Kral, danışmanı Damokles’i ihtişamlı bir törenle kendi tahtına oturtur ve tam kafasının üstüne gelecek şekilde bir kılıcı at kuyruğu ile bağlar ve Damokles kendisini sürekli olarak tehdit altında ve güven içinde hissetmediği için krallığın ihtişamından ve gücünden hiç hoşnut ve huzurlu olmaz. Bu gelenek modern ve eski imparatorlukların hepsinin hafızasında var. Sadece kılıç, yerini başka nesnelere ve başka tehditlere bırakmıştır. Mesela dinler için bu gelenek günah ve cezadır. Yine aynı şekilde “modern devletler” için insanın onurunu ve değerini yok sayarak yapılan yasalar ve yasal düzenlemelerdir. Yani yaratılan korku cehennemleridir. Onun için korku cehennemleri bedenimizi, beynimizi ve zihnimizi her zaman çökertmiştir.
Peki, bununla nasıl başedeceğiz ve ruh sağlığımıza nasıl kavuşacağız? Bu çok zor bir problem çünkü en başta zihnimizi, bedenimizi ve beynimizi tehdide karşı bloke eden bir yapımız var ve bizler bu yapımızdan dolayı bir türlü ruh sağlığımıza kavuşamıyoruz. Çünkü bizi sürekli bu noktada tutmak isteyen ve bunun üzerinden rant sağlayan ve para kazanan bir sistem var. Bu sistem önce hasta et, sonra tanı kriterleri belirle ve en sonunda da durmadan ilaçlar üret. Burada bir yanlış anlamaya mahal vermek istemem.
Elbette ruh sağlığı ile ilgili psikofarmakolojik ürünlerin yararları da çok ve kullanılmaları da gerekir. Ama şunu da söylemek gerekir ruh sağlığını sadece beyin hastlıklarına indirgemek sadece ilaç firmalarının işine yarar. Çünkü, ebeveynleri tarafından yaşatılan ihmal, işgal ve kötü yaşam koşulları da insanların ruh sağlığını bozabilir, onlara sürekli tehdit aldında ve güvende olmadıklarını duygusunu verebilir.
Bana öyle geliyor ki sanki bazı durumlarda ilaç sektörünün bir elinde Damokles’in kılıcı diğer elinde de ilaç kapsülleri var gibi. Yani önce hasta et sonra tanı koy sonra da ilaç üret. Sonuçta da ortada çökmüş bedenler, darma dağın insan topluluğu kalıyor. Çünkü onca ilaçlara rağmen artış gösteren tanılar ve hastalıklar ne yazık ki güvende olmamızı hissettirmeye yetmiyor. Çünkü hepimizin tepesinde duran bir kılıç var ve biz nereye gitsek o kılıcı kendmizle götürüyoruz…
- Öfke! - 28 Kasım 2018
- Kayıp! - 13 Kasım 2018
- Beden imgesi - 4 Kasım 2018