Bedenimizde kime ait olduğunu bilmediğimiz bir mezar, o mezarın tutulmamış yası ve o mezarla ilgili bir öfkesi var. Onun için de, ne içimizdeki mezarla, ne o mezarın yasıyla, ne de o mezarın öfkesiyle başa çıkabiliyoruz.
Bedenimizin, acı anılar taşıyan metinlerle dolu olması öfke nesnemizi el yordamıyla aramamızı ve olup olmadık öfke nesnelerini seçmemizi sağlıyor. Durum böyle olunca da öfke bir türlü hedefini bulup ona boşalamıyor.
Böyle bir probleminiz var mı bilmiyorum ama benim var ve bu beni hasta ediyor. Mesela nevrotik kaygılar yaşadığım için tansiyon ilacı kullanıyorum ve öfkemi de hep ama hep içime başlatıyorum.
Ama size önerim benim gibi yapmayın yani öfkenizi kendi içinize boşaltmayın çünkü böyle yaptığınız zaman siz de benim gibi nevrotik kaygıları bitmeyen hipertansif biri olup çıkarsınız?
Sahi hiç düşündünüz mü insanın öfkesini niye öfke nesnesine değil de kendi organlarına boşaltıp onları felç ettiğini?
Bunun belki de birçok sebebi vardır. Ama hepimiz ya öfke nesnemizden korktuğumuz için ya da öfke nesnemizin nerede olduğunu, nasıl bir şey olduğunu bilmediği için bu kaotik durumdan bir türlü çıkamıyor. İşte bunun için biz farkında olmadan zihnimiz birçok ritüel geliştirip öfke nesnemizin üstünü örtüyor.
Mesela öfke nesnemizin sebebi 300 yıllık bir aile sırrı da olabilir ve o sır bizden gizlendiği için bizim kuşak mirasımız olmuştur. Bu sır nevrotik kaygıyı tetiklediği için de sebebini bilmediğimiz öfkeyi ya yanlış kişilere boşaltmışızdır ya da kendi içimize.
Ne yazık ki en kötüsü de öfkeyi kendi içimize, yanlış kişilere, sistemlere, ideolojilere ve liderlere boşaltmaktır çünkü onlar bizi daha çok yaralar ve iyileşmemiz imkânsız olur. Ayrıca biz bu yolu seçtikçe onları da güçlendiriyoruz sanki.
Çünkü bu zalim otorite figürlerinin sonu asla gelmiyor. Bir sistem, din, ideoloji vb. gücünü yitirdiği yerine bir başkası konuyor ya da bir lider öldüğünde onun yerini bir başkası dolduruyor…
Yani anlayacağınız otorite figürlerini biz beslediğimiz için onlar hiç bitmiyor. Ayrıca bu figürler sanki kendi aralarında anlaşmış gibi hareket ederler. Mesela çocukluğunuzda babamıza öfkeleniriz, ergenliğinizde devlete başkaldırırız. Ya da gidip bir tarikata mürit oluruz.
Anlayacağınız otorite figürlerinin işi bizi belli bir noktada tutup hasta etmesi. Oysa biz öfkemizi boşalttığınız sanırız ama öfke nesnemiz 300 yıl önce bir atamıza kötü travmalar yaşatmış bir zalimdir ve aradan onca yıl geçmesine rağmen piyango bize vurmuştur. Onun acısını taşımak bize kalmıştır. Bir bakmışız ki evimizin gardiyanı, kendi kuşağımızın bekçisi, hiç durmadan oradan oraya koşturarak herkese yardım eden ve “ayakta ölen” kişisi olmuşuz.
Bu duygu sizi bilmem ama bana çok acı veriyor. Çünkü hiç kimse 300 yıl önceki mirasın acısını hak etmiyor. Ha şunu diyebilirsiniz pekâlâ maddi mirası hak ediyor da travmaları da kabul etmeli diye düşünüyor olabilirsiniz.
Belki de haklısınız ama bu yine de acımızı ya da acılarımızı hafifletmiyor. Çünkü o insanlar “ayakta ölüyor” ve kendilerine kalan mirasın acısının dindirmek için sürekli çırpınıyor ve öfkelerini içlerine boşaltarak ya da başka insanları iyileştirmeye çalışarak var olmaya çabalıyorlar. Kendi adıma bu insanları hep takdir ettim ve acılarının önünde saygı ile eğildim içlerinde taşıdıkları “mezarsız ölüleri” görmedikleri için üzüldüm.
Biliyorum eğer kaybettiğiniz kişinin mezar yoksa ruhsal yaralarınızda iyileşmez ve yas hiç bitmez. Onun için de içinizdeki vantrilok ruhsal yaranızın üstünü örtmek, kaybettiğiniz kişinin görüntüsüne yüklenen enerjiyi unutturmak için size “ayakta ölmen” gerekir buyruğunu hatırlatır durmadan.
Ve sebebini bilmediğiniz bir öfke yüzünden ayakta ölürsünüz, akrabalarınız, komşularınız gelir ve “ne kadar iyi bir insandı, herkesin derdine koşar”, “yarasını sarmaya çalışırdı” derler. Ama olan siz olmuştur. Çünkü siz “ayakta ölmüş” ve “atalarınızın kuşak lanetinin” kefaretini ödemişsinizdir
- Öfke! - 28 Kasım 2018
- Kayıp! - 13 Kasım 2018
- Beden imgesi - 4 Kasım 2018