2014 Eylül’ünde IŞİD, Kobane’yi işgal etmek üzere saldırmıştı, tüm dünya bölgeye odaklanmıştı. IŞİD’in geçtiği yer yerde vahşice katliamlar yaptığı, şiddeti gösteriye dönüştürdüğü biliniyordu. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki Kürtler de soydaşlarının katledilmesine sessiz kalmak istemedi. Kendi savunmaya gidenler oldu, gitmeyenler de ses vererek moral vermek ve tüm dünyanın dikkatini çekmek istiyordu. 26 Eylül 2014’ten itibaren azlı çoklu sokağa çıkarak tepki göstermeye başlayanlar oldu. 6 Ekim’de kente saldırılar iyice arttı, aynı gün HDP, tepki gösterilmesi çağrısı yaptı. 7 Ekim’de Başbakan, “Kobane düştü düşecek!” deyince gerilim iyice arttı, sokaklar doldu taştı, ölenler oldu. “6-8 Ekim Olayları” diye tarihe kayıt düşüldü. Sonrasında devlet, bu eylemleri “devletin bütünlüğüne karşı, devleti yıkma girişimi” olarak değerlendirip tüm HDP, MYK’sini tutukladı, yargılamalar hâlâ devam ediyor.
Bülent Parmaksız, o dönem HDP’nin MYK’sinde yer aldığı için Sincan Cezaevinde yatan ve Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan isimlerden biri. Yargılamalar devam ediyor. Bülent Parmaksız daha önce cezaevinde yatarken Hayatı Yeniden Kurmak adıyla bir kitap çıkarmıştı. Şimdi de mahkemeye sunduğu savunmayı düzenleyip kitaplaştırdı: IŞİD, Kobani ve Sosyalistler[1]. Sadece siyasi bir davanın savunması olarak bakarsak kitabın verimini gözden kaçırmış oluruz. Bülent Parmaksız bu kitabında dünya görüşünü, siyasal duruşunu ve arzu ettiği hayat tasavvurunu ortaya koyarken Türkiye ve Orta Doğu’nun 150 yıllık siyasi tarihini de analiz ediyor. Kitap bir sosyalistin dünya görüşünün temellerini ve gelişimini açıklayan bir el kitabı aynı zamanda. Sunum biçimiyle de dikkat çekiyor; edebiyat, düşünce ve sanat alanının bilinen önemli yapıtları her bölüm başlığına metafor olarak ilişkileniyor. Bu ilgiyle dönemin ve gündemin dışına taşarak daha geniş bir insanlık düzeyiyle, Kazancakis’ten Coetzee’ye elliden fazla sanatçı/yazar ve düşünürün yapıtı aracılığıyla bağlantı kurmuş oluyoruz.
Bir avuç sömürücü yönetenin dışında kalan tüm insanlık için, mülksüz ve emeği ile geçinen herkes için insani yaşama biçimini savunan anlayıştır sosyalizm Parmaksız için. O kendisini sosyalist olarak tanımlıyor: Sosyalizmde insanın insanı sömürmesi, sınıf, dil, ulus, din, cins ayrımı olmadığı gibi eşitlik, adalet, özgürlük ve kardeşlik anlayışları savunulur. Sosyalizmde insan doğayla barışık ve uyumlu olduğu gibi hayatın değerini merkezine koyar. İnsanlığın şizofren hâli olan kapitalizme karşıt olarak her türden hiyerarşiyi, tahakkümü, ezen-ezilen ilişkisini dışlar sosyalizm. Tüm insanlığın biriktirdiği kazanımları sahiplenerek halklar arasındaki kardeşliği dikkate alır ve “Başka bir halkı ezen bir halk özgür olamaz” diye bakar.
Eşitlik, adalet ve özgürlüğü pratikte Türklerin ve İslam tarihinin bir parçası olarak görüyor Parmaksız: “Ortakçılık, bir tür tarihsel sosyalizm ve komünalizm bize yabancı değildir; tam tersine uzun tarihsel kökümüzün bir parçasıdır.” (s. 23). Sınıflaşmanın yarattığı adaletsizliğe karşı eski dayanışmacı yaşam alışkanlıklarını devam ettirmek isteyen bir zamanların göçebe Türklerde, sınıflaşmanın derinleşmesi özellikle de İslam’la tanışmalarından sonra başlamıştır. Ancak eski göçer hayat alışkanlıklarını da devam ettirmek istemişlerdir. “Ben de Halimce Bedreddin’em”[2] diyen Şeyh Bedreddin komünalist bir dünyaya bakışa sahiptir. Bu sebeple ki Baba İshak’tan, Ahi Evran’a, Dadaloğlu ve Atçalı Kel Mehmet’e kadar birçok sosyal isyan ortaya çıktığı görülür. Yakın tarihte de sosyalist mücadelelerin izlerini görmek mümkündür: Yeşil Ordu, İştirakiyun Fırkası, 15-16 Haziran Direnişi, Tariş, Tekel vd. Aynı şekilde İslam tarihinde de sosyalist mücadele anlayışını görmek mümkündür. Hz. Muhammet dönemindeki İslam anlayışı, “Mülk Allah’ındır” sözü üzerinden okunabilir. Hz. Muhammet, mülkiyetle ilişkiyi “kullanım hakkı” üzerinden tanımlamış, ensar-muhacir örgütlenmesine önem vermiş ve öldükten sonra yakınlarına miras bırakmamıştır. Benzer şekilde Ebu Zer el-Gıfârî’de, Karmatidlerde, İsmailiye mezhebinde, Babeklerde, Hasan Sabbah’da Sufi anlayışlarında karşılık bulan sosyalist eğilimlerin izlerini görmek mümkündür.
Kapitalizm ise sınıflar arasındaki eşitsizliğin ileri düzeyde derinleştiği, insanları sürüleştiren, “para kimdeyse güç ondadır” diyen bir sistemdir. Kapitalizmde “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği”[3] insanı öldürür. Kapitalizmde asıl üretimi yapan emekçiler, üretilen zenginlikten çok az pay alırlar; kapitalizm insanı ve doğayı sömürür. Bu çürümüşlükte insan olanın sessiz kalması beklenemez. Bu ilgiyle Parmaksız, Shakespeare’dan, “Bu gidişle nereye varılır?/ Çürümüş bir şey var devlette / Tanrı düzeltir / Yo, seyirci kalamayız” sözlerini alıntılayarak kendi eylemci konumunun nedeni dile getirmiş oluyor.
Kapitalizm, uyguladığı sömürü düzenini baskı aygıtı olmadan sürdüremez, kapitalizmde emekçileri ezen “Demir Ökçe”[4] devlettir. Devlet her ne kadar tüm toplumun çıkarlarını koruyup kollayan bir araç olarak görülse de kapitalistlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde dizayn edilmiştir. Parmaksız, “eşitsizlik ve adaletsizlik üreten, özgürlüklerin karşısında olan devlete” karşı olduğunu dile getiriyor. Bu durum Türk ulusunun kendini var etme iradesine karşı çıkmak anlamına gelmeyecektir. Bülent Parmaksız bu konudaki görüşlerini, “Kapitalist Türkiye’den değil; sınıfların, sömürünün, yoksulluğun, her türden eşitsizliğin ve adaletsizliğin ortadan kalktığı sosyalist bir Türkiye’den yanayım.” İfadeleriyle dile getiriyor.
Savunma’nın konumlanışındaki odak kavramlardan biri emperyalizm. Bülent her ne kadar Mao’nun “kağıttan kaplan” metaforuna yaslansa da emperyalizm kavramı, siyasal analizlerinde belirleyici. Siyasal literatüre burjuva düşüncesinin bir hediyesi olan bu kavramı, Lenin solda meşhur etmişti. Kapitalizmin günümüzdeki biçiminde söz konusu analizlerde dile getirilen hususlar pek değişmediyse de emperyalizm kavramının getirdiği ulusalcı konum, özelinde de ulus devletçi pozisyon kavramı tartışılır kılmış durumda. Uluslararası sermayelerle, yerel sermayelerin hatta devletlerin iç içe geçen ortaklıkları, ideolojik yanılsamaya yol açma riski taşıyor. Elbette emperyalizm, kapitalizmden bağımsız olarak ele alınamaz ve kapitalizmin aktörlerinin uluslararası örgütlenmelerini deşifre etmek açısından ve siyasal karşıtlıklar oluşturabilme açısından işlevseldir ancak bana göre, söz konusu emperyalist devletlerle işbirliği içinde olanların bile dilinden düşürmediği aşınmış bir kavram olduğuna kuşku yok.
Bülent’in eleştiriye tabi tuttuğu durumlardan biri de postmodernizm, daha doğrusu bu kültürün iktisadi literatürdeki karşılığı olarak da “küreselleşme” kavramı. Bir insanın özgürleşmesini tüm dünyanın özgürleşmesiyle ilişkilendiren sosyalizm düşüncesi elbette öncelikle enternasyonel bir siyasal tutumdur. Dolayısıyla “tüm dünyanın bütünleştiğini” varsayan küreselleşmeye neden itiraz etsin? Ama ne niyet ne de durum gerçekte sözlük anlamındaki gibi değil. Küreselleşme tüm dünyada finansal serbestliği, esnek çalışmayı ve neoliberal piyasacılığı yaymayı hedeflerken emekçileri ulusal sınırlara hapsediyor ve alternatifsiz bir sömürü dünyası öngörüyor. Halkların küreselleşmesini hedefine koyan sosyalizmle tam tersi bir dünya yani. Hal böyleyken Bülent’in önerisine göre, sosyalist kendini emperyalizme ve küreselleşmeye karşı yurtsever olmak durumundadır: “Yurtsever bir sosyalistim” diyor Bülent. Ona göre yurtseverlik, “bu toprakların değerlerine yabancı olmamak, ondan beslenmek, ondan öğrenmek ve ona bağlı olmaktır. Yurtseverlik; Türkler, Kürtler ve diğer halklara, ezilen sınıflara bağlılık ve onların çıkarlarını esas almaktır.” (s. 37). Nazım Hikmet’in dizeleriyle, “ipek bir halıya benzeyen bu toprak/ bu cehennem, bu cennet bizim” diyor.
Savunma’nın bütün merkezinde duran tez, Kürtlerin özgürlüğü ne kadarsa Türklerin özgürlüğünün de o kadar olduğu. Farklı temalar ela alınırken bu ifadelerin yeniden yeniden dile getirildiğini görüyoruz, elbette bu tezin evrensel düzeyde genişletileceğini biliyoruz; bir toplum başka bir toplumu baskı altında tutarak kendisini özgürleştiremez. Türkiye toplumunun önünde Kürtlerin önündeki özgürlük engelleri sürdükçe özgürleşmesi mümkün olmayacaktır. Bülent’e göre göçler, boşanmalar, intiharlar, kadın cinayetleri… Toplumsal yozlaşma ve çürüme, insan ilişkilerindeki deformasyon hep “kirli savaş”ın yarattığı kısıtlarla bağlantılıdır Türkiye’de (. 46). Bu noktada sorunun kaynağına, Türk uluslaşmasının kökenine inerek sorunları tespit etmeye yöneliyor Bülent. Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi tarihsel figürlere kadar inip Türkiye’de milliyetçiliğin gelişimini hem fikri hem de eylemsel düzeyde genişçe inceliyor. İttihat Terakki ve sonrasında da Cumhuriyet’le devam eden süreçte yukarıdan bir militarist modernleşme sürekliliği söz konusu. Bu süreçte yakın ilişkiler de kurulmuş Almanya ile Türkiye arasında benzerlikler var. Almanların Bismark’la başlayan militarist modernleşme çabaları Hitler faşizmine varıyor. Bu tür bir uluslaşmanın ve modernleşmenin “halkların demokratik mücadeleleriyle bir toplum sözleşmesi temelinde” kurulmayıp “devlet eliyle yukarıdan” kurulması problemli (s. 57) Bülent’de göre. Türk uluslaşmasında dört temel zaaf söz konusu: (1) Uluslaşma-modernleşme süreçlerine ve Milli Mücadele’ye halkın katılımının zayıf olması, (2) devletin fetişleştirilmesi, (3) özellikle de Cumhuriyet’ten sonra toprak reformunun yapılamayışı, (4) sermaye birikim sürecinin ilk döneminde, gayrimüslimlerden zorla elde edilen ilksel birikim. Bundan dolayı Türkiye burjuvazisinin devletle ilişkisi iç içe sürmüş ve şoven milliyetçiliği derinleştirmiştir (s. 59). Tarihsel süreçte Türk milliyetçiliği, milliyetçiliğe ters düşer şekilde emperyalistlerin kullanışlı aparatı olmuştur. 19. yüzyıl sonunda İngilizler, Rusların Asya’nın güneyine inmesine engel olmak için Türk toplulukları arasında yaymaya başladığı milliyetçilik, sonraki süreçte Almanların etkisinde şekillenmişti. II. Dünya Savaşı sonrasında ise ABD’nin “soğuk savaş” stratejisinin bir parçası olarak şekillendi. Bu noktada Türk milliyetçiliği, Alparslan Türkeş’in ifadesiyle “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” niteliğine büründü. Soğuk Savaş çizgisinde olan bu milliyetçiliğin emperyalizmle kurduğu ilişki dikkate alınırsa milliyetçi samimiyeti sorgulanmaya değerdir. Uluslararası sermayeye eklemlenmiş bir kapitalist ülkede, özelleştirmeler yapılırken KİT’ler satılırken karşı durmayıp işbirlikçi olan bir milliyetçilik elbette bağımsızlıkçı bir siyaseti izleyemez. Bırakın bağımsızlıkçı siyaseti, halihazırda NATO ve ABD’nin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bülent’in söz konusu ilişkiyi Osman Hamdi Bey’in “Kamlumbağa Terbiyecisi” tablosuyla metaforlaştırması bu bakımdan muzipçe.
Son iki asrın jeopolitiğine bakıldığında Orta Doğu önemli yerlerden biri olmuştur. Kürtler bu bölgenin en kadim haklarından biriyken Türkiye önce bu halkı ayrı bir ırk olarak kabul etmiyor, dillerini de “Türkçeye benzeyen bir dil” sayıyordu. Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel şunları yazmıştı: “Dünya üzerinde ‘Kürt’ diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk yoktur. Kürtler yalnız vatandaşımız değil, soydaşımızdır da.” (s. 93). Elbette gelinen nokta bambaşka bir yerde ancak hâlâ bir “Kürt meselesi” var ortada. Ayrılma eksenli politikaları olmayan Halkların Demokratik Partisi, kolektif haklar temelinde mücadele yürütmek üzere kuruldu ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden başarıyla çıktı ancak Türkiye’deki siyasal dengeleri alt üst etmesi nedeniyle HDP’den intikam alınmak isteniyor. Bülent Parmaksız, kendisinin de dahil olduğu tutuklamaları bu “intikam” girişimine bağlıyor. Oysa Kürt meselesi barışçıl bir şekilde çözülmezse iki halk için de zararlı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Çünkü Orta Doğu konumu ve yeraltı zenginlikleriyle hep emperyalistlerin ilgi odağı durumundadır. Bu ilgiyle başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistlerin planlarına konu olmaktadır. Başta İngiltere olmak üzere emperyalistler 19. yüzyılda İslam dünyasında mezhep ayrılıklarının gerilimini fark etmiş ve bunu kullanmak için gerilimin sürekliliğine neden olacak cetvellik sınırlar çizerek uydu ülkeler kurmuşlardı. Bugün hâlâ bölgede siyasal İslam, emperyalistlerin Truva Atı konumundadır. Soğuk Savaş döneminde oluşturulan Yeşil Kuşak projesinin sonucu olarak IŞİD ortaya çıkmıştır. Türkiye, Suriye’nin parçalanmasına yönelik olarak bu Selefi örgütle simbiyotik ilişkiye girmiştir ne yazık ki! IŞİD 15 Eylül 2014’te Kobani’yi işgal girişimi başlattı, uluslararası kamuoyu IŞİD’in karşısında Kürtleri destekledi, Türklerle Kürtler arasında geleceğin barışını kurmak isteyen HDP de “çorbada tuzu olmak” niyetiyle destek çıktı. İşgal girişimine tepki olarak başlayan demokratik gösteriler provoke edildi ve olaylar tırmandı, can kayıpları oldu. Bülent Parmaksız’a göre, Türkiye bu meseleyi “görme biçimini” değiştirmediği sürece bölge huzura kavuşmayacaktır, meselenin çözümü içeridedir (s. 138). Bu da “ezen ulus milliyetçiliğinin” terk edilmesini zorunlu kılmaktadır.
IŞİD, Kobani ve Sosyalistler kitabı, aynı davadan yargılanan dönemin HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Önsöz’ü ile başlamıştı, sonunda da Bülent Parmaksız’ın Haziran 2021’deki tutukluluk incelemesi esnasında okuduğu dilekçe ile kapanıyor. Bu dilekçe bana göre kitabın en önemli bölümü çünkü yazar burada dünyanın içinde bulunduğumuz durumunu tahlil ederek yakın gelecekle ilgili tahminlerini ortaya koyuyor. Altı önemli tespit yapıyor Bülent bu dilekçede, bu tespitlere bir göz atalım:
Bir: Uygarlık merkezi oynaktır, uygarlık yer değiştiriyor. Uygarlık ve üretimin merkezi bugün Pasifik/Uzakdoğu bölgesine kaymış durumdadır. Bunun belli başlı nedenleri vardır, Sanayi 4.0, 5G Teknolojisi gibi etkenler önemlidir bu değişimde.
İki: ABD, siyasal İslam’dan vazgeçti, siyasal İslam ömrünü doldurdu. Esas olarak bir NATO projesi olan siyasal İslam, Soğuk Savaş sürecinde sonrasında SSCB’yi kontrol etmek amaçlı olarak üretilmişti. Bugün sorun olmaya başladığı için siyasal İslam’ın kaleleri bir bir yıkılıyor, Türkiye’de de yakındır çünkü siyaset, hukuk ve ekonomi alanında devlet kurumunda yarattığı defolar sistemin sürdürülebilirliği açısından risk yaratıyor.
Üç: Bugün birçok çatışmanın sebebi olan çelişkiler, yakın gelecekte eski önemlerini yitirecek. Emperyalistler “medeniyetler çatışması” diye bir tez ortaya atıp bunu kışkırtarak kimlik merkezli siyasetleri öne çıkararak hak arama talepleri üzerinde gerilimler yaratmaktadır. Bir süre daha devam edecek olan bu durum, daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacak insanlık için bir şey ifade etmez hale gelecek çünkü kapitalist uygarlığın yarattığı yıkımlardan kaynaklı olarak ortaya çıkan başta iklim değişikliği olmak üzere daha var kalışsal sorunları gündeme getirecek.
Dört: Çağ değişiyor. Bilim ve teknolojinin gelişimi, başka yapay zekanın gelişimi bambaşka bir dünya getiriyor.
Beş: Çağ değişirken sanat (resim) bundan nasıl etkileniyor? Yapay zekanın gelişimiyle dijital kültürde ve sanatta daha önce deneyimlenmeyen yeni yollar ortaya çıkmaya başladı, artık yapay zeka ve insan işbirliği ile resim yapılıyor. Bülent’in bu yazdıklarından sonra ortaya çıkan ChatGPT yapay zekanın çok daha ileri düzeylerde işleri insanın elinden alacağının habercisi olarak kamuoyuna sunulduğunu ve ChatGPT ile ileri düzeyde makaleler yazılmaya başlandığını da biz ekleyelim.
Altı: Bir halkı ezen bir başka halk özgür olamaz. Cumhuriyet 100 yaşına gelmişken bu kadar süredir dar ulus devlet zihniyeti ve şoven milliyetçilik yüzünden Kürtlerle kavga halinden vazgeçilmedi ancak bu kavganın iki halka da hiçbir yararı yok. Bülent Parmaksız’ın Türklerin özgürlüğünün sınırları Kürtlerin özgürlüğü kadardır, tespitiyle noktalanıyor IŞİD, Kobani ve Sosyalistler kitabı.
Yayın Tarihi: 27.02.2023
ISBN: 9786052603871
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 592
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 16 x 24 cm
[1] Bülent Parmaksız (2023). IŞİD, Kobani ve Sosyalistler, Notabene Yayınları.
[2] Radi Fiş’in romanı.
[3] Kapitalizm bahsinde Luis Bunuel’in filmini anıyor.
[4] Devlet bahsinde Jack London’un romanını anıyor.
- Bir Sosyalist Duruş - 20 Nisan 2023
- Aromatik Kültüre Karşı Bilim: Miandji’nin Aromatik Adam’ı - 27 Aralık 2022
- Bir Mikro İktidar Okuması: Plautus’un Tecimen’i (Mercator) - 12 Nisan 2022