Bir Osman Kavala anısı…

‘Kızıl milyoner’ olarak da tanınan iş insanı Osman Kavala, tutuklandı.

Gazetelerden okuyabildiğim kadarıyla, Türkiye üzerinde (ve bölgede) faaliyette bulunan hemen her terör örgütüyle ilişkilendirilmiş durumda!

Gezi eylemlerini hükümete ‘darbe girişimi’ olarak kabul ettikleri için, Türkiye çapında milyonlarca yurttaşın katıldığı, tencere tava çalınan bu ‘darbe girişimini’ organize edenlerden biri olarak kabul edilmiş Kavala.

Ayrıca bir de Sorosçuluk var tabii. Anlaşılan, Sözcü okurları için!

İddialar üzerine merkez medyada ‘eleştirel’ yazılar çıktı. Öylesine tuhaf suçlamalar ki, onlar bile yazmadan edemedi belli ki. Ayrıca eski ‘dalkavuk’ yeni ‘eleştirel’ kalemler içinde de Kavala’ya haksızlık yapıldığını düşünenler var. Yarın bir gün hiç olmazsa insan içine çıkacak halleri kalması için bir şeyler söylemek zorunda hissediyorlar sanırım.

Adı geçen bazı kurumlar (Tarih Vakfı gibi), yalan haberler furyasının bir aşamasında açıklama yapmak zorunda kaldı.

Yandaşlar, her zamanki bombardımana başladı. Her zamanki gibi, hakarette ve iftirada sınır tanımadan. Her zamanki gibi, büyük fotoğrafı görüp akla zarar bağlantılar kurarak. Her zamanki gibi, temel hukuksal ilkeleri yok sayarak daha ilk günden ‘karar’ı verip ‘infaz’ı gerçekleştiriyorlar.

Büyükada’da tutuklanan insan hakları savunucusu arkadaşların ne ajanlığı ne darbeciliği kalmıştı hatırlarsınız (daha geçen aydı!). Hepsi serbest bırakıldı ve ücretli tetikçiler, sanki o yazıları kendileri yazmamış gibi yaşamaya devam ediyor.

Kavala bir süre sonra umulur ki serbest bırakıldığında, aynı kalemler yine hiçbir şey olmamış gibi davranacaklar kuşkusuz. İçlerinden biri dahi çıkıp “Yahu daha üç gün önce bu adamın darbe planlayıcısı olduğunu yazmıştık biz” demeyecek.

Muhterem okuyucu; söz konusu ‘organizmalar,’ resmi kayıtlar itibarıyla ‘insan.’ Bu yönde nüfus bilgileri var. Ancak kusura bakmazsanız, resmi kayıt dışında bu ‘hukuksuz/ahlaksız’başlıkları atıp yazıları döşenen ve daha gözaltı aşamasındayken birilerinin, o birilerinin ailelerinin yaşamını katlanılmaz hale getiren sırtlanlara, ‘insanlaşmış’ muamelesi yapmaktan yana değilim. İnsanlaşmak bu kadar kolay olmamalı.

İşin içine Sorosçuluk vs. girdiğinde birdenbire kafası karışan, “Hımmm bak sen” diyen, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” buyuran ve bir anda ‘yerli-milli’ ruh haline bürünen ulusalcı okuyuculara da, çok değil üç beş yıl önceki davaları hatırlatmak isterim. Hani hatırlarsınız, bir sabah uyandık ve Türkan Saylan’ın evinin basılıp arandığına, darbecilik iddialarına, insanlaşamamış kimi basın mensuplarının/siyasetçilerin Türkan Saylan hakkındaki hakaretamiz ifadelerine tanık olmuştuk ya. Hani memleket bağırsaklarını temizliyordu. Hani, ÇDD bazı subaylara kız çocuklarını sunuyordu filan. Hatırladınız mı. Güzel.

Belki bugün olup biten, tanık olduklarınız üzerinde bir kez daha düşünürsünüz. Belki yine bir gariplik vardır yaşadıklarımızda. Belki bugün itham edilenler de yarın ‘masum’ çıkar. Belki siz, ben, bizler, gazeteciler, siyasetçiler aslında ‘savcı’ ve ‘hakim’değilizdir. Bir yargılama faaliyeti, ancak ‘adil’ olduğunda yargılama faaliyetidir. Bir kez daha düşünün hiç olmazsa. Bugün olanları salyalarını akıtarak alkışlayanlar, dün de o gözaltı ve mahkumiyetleri alkışlıyordu, bunu da hatırladınız mı? Harika.

Bir de ‘dedikodu’ vereyim size. Önceki yargılamalar esnasında, “Böyle iddianame ve böyle yargılama olmaz, önüne geleni aynı torbaya dolduruyorlar, adil olmayan yargılama eninde sonunda çöker” satırlarını yazdığımda ve dile getirdiğimde, iktidar sevdalısı birileri eleştirirdi; “Sen de mi darbeci oldun”, “Kemalistlerden betersin” vs. diyerek. Hakaret edenler çıkardı aralarından. Daha ne diyebilir, nasıl anlatabilirim, bilemiyorum.

Gelelim Osman Kavala ve onunla ile ilgili anıya…

Yıllardır takip edebildiğim kadarıyla, kültür faaliyetlerini ve her devirde demokrat muhalifleri destekleyip onlara alan açmaya çabalayan biri Osman Kavala. Türkiye’de faaliyette bulunan bir ‘varlıklı’ için, lüzumundan fazla solcu görünüyor! Yani anladığım kadarıyla Kavala’nın temel sorunu, Ali Ağaoğlu olmayışı. Ya da örneğin her yıl kârını daha da katlayan ve katladığı sürece hiçbir otoriteden rahatsızlık duymayan büyük sermaye temsilcilerinden farklı tarzı. Misal, Cengiz Holding’in sahibi gibi biri olsaydı şu anda yerli ve milli iltifata, sevgiye mazhar olurdu.

Unutmadan, Ergenekon ve Bolyoz gibi davaların erken bir aşamasında, olup bitende bir tuhaflık olduğunu fark eden ve davalara eleştirel yaklaşan biriydi Kavala.

Kendisiyle yalnızca bir kez karşılaştım. İki haftadır bu karşılaşma üzerine yazıp yazmamanın ‘uygunluğu’ üzerine düşünüyorum. Gerek var mı yok mu, bir anlamı, değeri olur mu? Bilmiyorum gerçekten. Buna mukabil insani bir sorumluluk hissediyorum. Borç diyeyim, belki daha doğru olur.

7 Şubat akşamı KHK ile atıldıktan ve yüzlerce meslektaşım, arkadaşım, hocamla birlikte işsizliğe mahkum edildikten sonra, hemen her şey beklediğim (iz) gibi oldu. Yanımızda olan sevgili meslektaş ve öğrencilerimiz müthiş bir dayanışma sergiledi. İnsanların tepkisinden söz ediyorum. Yıllarca yüz yüze olduğum ancak hıyar olduğunu bildiklerim, hıyar gibi davrandılar. Korkaklar, korkak gibi. Utanmaz olduğunu düşündüklerim de, kendilerine yaraşırca. Arayıp sormayacaklarından emin olduklarım, aramadı. Bunların içinde örneğin zamanında benim jürilerime girmiş koskoca anayasacılar, profesörler de vardı. Yıllarca ‘komşuluk’ yaptığım profesörler. Zavallılar bir telefon etmeye çekindiler. Onlara değil de, o sünepelerin öğrencilerine üzülüyorum. Özetle beni ya da bizleri üzecek bir sürpriz yaşamadım, yaşamadık.

Buna mukabil ilginç ve mutluluk verici ‘sürprizler’ oldu. Hiç beklemediğim telefonlar aldım. Bir kez görüşüp ayaküstü sohbet ettiğim insanlardan. Ya da bir ara hasbelkader bir yazımı okuyanlardan. Bunlar güzel sürprizlerdi. İşte Osman Kavala, o hoş sürprizlerden biriydi benim için.

Atıldıktan birkaç gün sonra bir e-posta geldi. Osman Kavala, yazıları uzun süredir takip ettiğini, SBF, benim ve meslektaşlarım için üzüldüğünü, geçmiş olsun dileklerini iletmek istediğini yazmış. Yolum İstanbul’a düşerse bir kahve içmeyi de önermiş sağolsun.

Yaklaşık bir ay sonra İstanbul’a göçtüm (ne yazık ki!) ve birkaç hafta içinde görüşmek üzere sözleştik. İş yerine yakın bir yerde buluştuk, çay çorba içtik, üzüntüsünü ve geçmiş olsun dileklerini bir kez daha iletti. Sağdan soldan sohbet edip vedalaştık. Son derece zarif, entelektüel ve beyefendi bir insandı sohbet ettiğim Kavala. Bir daha görüşmedik.

Sorgusuz sualsiz işsiz ve ekmeksiz bırakılan insanlara, akademisyenlere “Ağaç kemirsinler” deme cüretini gösterebilen faşist öküzlere maruz kalınan bir dönemde, Osman Kavala, hiç tanışmadığı birine böylesi insani bir yakınlık gösterdi.

Bir telefonu, selamı olsun esirgeyen zavallıların, bizleri konuşma yapmak için davet etmekten korkan, adımızı görünce konferans iptal eden beş para etmez ahlaksız akademik yönetici vasatın memleketinde, Osman Kavala’nın yaklaşımı, beyefendiliği, nezaketi, güzel ve anlamlı bir anıydı. Sağolsun.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varmış. Zor günlerde bana/bizlere destek olma, moral verme ihtiyacı hisseden, birlikte kahve içtiğim düşünceli ve zarif insanın, tutulduğu yerden bir an önce çıkmasını, eşine dostuna kavuşmasını dilerim…

Kaynak: Diken