Akasya Kokulu İstasyon Caddesi, Akasya Kokulu Sevim

İstasyonun her iki kenarında yayılan geniş cadde ,Onsuz, kömür is ve mazot la karışık meşe ağacı kokar.. Boğucu pis…genzini yakar insanın yakından geçince…
Bizim değil tabii. Biz 10 ay o koku ile iç içeyiz…
Nisan ayı geldiğinde sanki başka bir mahalle olur Cüruf  Mahallesi.
İstasyon Caddesi’nin iki kenarında akasya ağaçlar patır patır çiçek açar. Akasya çiçekleri.
Akasya kokulu Sevim…

Akasya çiçekleri ne işe yarar bilir misiniz? Ben O’ndan öğrendim.
Yenir…
Çiçekler, kenarlarına pembe bulaşmış bembeyazdır. Sevim’in dudaklarının altındaki gerdanı  gibi…
Birden bire acar.
Pis Yanmış kömür ve mazot kokulu cadde Sevim gibi kokar.
Aslında akasya kokmazdı eskiden Sevim, bana. Akasya çiçeklerinin nasıl yendiğini anlattığı güne kadar…
Evden kaçtığım ,annemin her hafta tüm evi boşaltıp, temizlediği bir Pazar günüydü.
Ev, tarih de , ortaya çıktığı  günden beri.. Herhalde temizlenirdi içinde yaşayanlarca.
Ne bileyim, her mevsim değişikliğinde ,, Hasat zamanı, baharda, kışa girmeden.
Ben bu tarihi bilginin yanlış olduğunu biliyorum.. Bizzat yaşadım.
Bizim evde  bu tarihi bilgi işlemez. Bilimsel. Arkeolojik  ve de antropolojik veriye direnir.

Her hafta.
Yanlış duymadınız. Bizim ev her hafta Pazar günü içinde ne var ne yok bahçeye çıkarılır. Toprak zemin duvarlar çamurla sıvanır, kireçle boyanır varsa delikler kapatılır, temizlenir Akşama kadar her taraf açılır güneşte kurutulur…
Sonra tekrar yerleştirilirdi.
Göbekli Taş da bulunan son arkeolojik veriler de bir ışık tutmadı ise. Bizim ev temizliği, tarihin karanlık sayfalarında unutulup gidecek. Ama bende değil.
İşte böyle ev temizliğinden kaçıp kurtulduğum bir Pazar günüydü…
Yürüyerek Şehre gidiyordum. Okul ve acil iş dışında   otobüse binemezdik. 10 kuruştu
Düşünün 25 kuruşluk harçlığımızın 10 kuruşu. Olacak iş değildi…
İstasyon caddesinden Ermeni Mahallesine  doğru gidiyordum ki…

Sıra sıra bank olurdu istasyon caddesinin her iki kenarında. Ellerinde yeşil marul yiyen ihtiyarlar   yorgun argın…dizili banklarda. Bakılacak bir manzara değil.. Baktım işte…
İŞTE!
O günden sonra bu yaşıma geldim, ben hep etrafıma bakarım… Her şeye, her yere…
Bir bankın üzerine oturmuş elinde bir dal Akasya Çiçeği..
“Ne isin var  burada Sevim!..” deme gafletinde bulundum. .Bana öyle bir baktı ki..
Kendime;  “Bu dünyada işe yaramayan, gereksiz bir nesne varsa, o da sensin!” dedirtiyordu..
Geçti.

Sormuş  oldum.. Bana, sanki yanındaki tahta banka bakar gibi… “Şuradan bir dal koyarsan bana” dedi…
Ne yapacağımı şaşırdım..
İlk aklıma gelen efelenmek oldu..
“Ne işin var burada? İti var ,kopuğu var, buraların…”
Diyecektim.. Diyemedim..
Yutkundum…
Gidiverdi bu fikir aklımdan..
Sonra.
“Her şeyi herkesten iyi bilir, yaparsın, kendin al.”
Geldi…
O da olmadı..
“Ne dikilip duruyorsun istasyon hareket memuru gibi.”
Uyanı verdim.
Kendimi akasya ağacına yapışmış buldum. Hemen. 1. 2. 3. dal.
“Yeter yeter sizin takım gibi mallara vermeyeceğim .. Yeter.”. :
Yanına çöktüm…Ya 3 ya 5 santim vardı…O uzaklara dalmış, tek tek kopardığı akasya çiçeklerini çiğniyordu…
Bu koku bu. Sevim kokusu.

Yok akasya kokusu.
Hayır Sevim kokusu…
Bir insan sonsuza kadar “Böyle” kalır mı?
Ben, işte orada, o gün, o an, anladım bunu.
Sonsuza kadar böyle kalabilirdim…
Sevim…. Akasya

Hangisi?
Yoksa Her ikisi mi?
Bu gün oldu, bilemedim.
Hiç bir şey yapmıyordu ki. Hiç bir şey de söylemiyordu. Sadece buğulu bakışlarını uzaklara dikmiş, elini mekanik bir şekilde eteğinin üzerine koyduğu akasya çiçeklerine uzatıyor, bir iki çiçek koparıyor, mekanik bir hareketle ağzına götürüyordu…
Sanki dakikalardır burada değilmişim de, ona akasya çiçeği koparmamışım da ,onun isteği ile burada değilmişim de ,uzaydan, yukarıdan yanına İstasyon Caddesinin eskiden mazot ,demir rayların yanık benzin ve  burnu tıkayan kömür kokusu yerine, Sevim kokan caddesinde bankta oturmuyormuşum gibi.

Kafasını  geriye çekerek baktı.
“Nerden çıktın , kimsin, ne işin var gereksiz mahluk! “der gibi.
.Benim kafamın, onun çiçekleri yukarı kaldırıp ağızına götürdüğü eli hizasında aslı kaldığı andaydı…
Gözlerim elinin gidiş gelişini takip ederken …Bunları bana o demeden duydum ben. Yüreğimde o güne kadar hiç duymadığım  bir “cız”  diyen o garip sızıyı hissederek.
“Ne yapıştın yaz sinekleri gibi.”

Ayıldığımda Sevim’in ayni bakışlarla uzaklara baktığını gördüm.. Beni görmüyordu.. Sadece var olduğumu biliyordu, o kadar.
Söyle bir baktı…Yerin dibine geçtim…Ne kalkabiliyordum ne de bir şey söyleye biliyordum.
Akasya çiçekleri ile konuşuyordu Sevim..
Bunu bilen iki kişi vardı hayatta.  Biri Sevim, biri ben. Ama Sevim hiçbir zaman  ikinci bir kişinin bildiğini bilmedi.. bunu ..Ben biliyordum.
Ama benim şahitlerim var. İstasyon Sokağının Akasya Ağaçlar. İnanmıyorsanız sorun.
Söyleyeceklerdir.
İşte o gün ben Akasya Çiçeğinin  Sevim gibi koktuğunu anladım…