Ölüm hastalığını düşündükçe derinlerime gömülüyorum alabildiğine. Aynaya bakıyorum, gözlerimin çukurunda öylece duruşu şaşırtıyor beni. Sonra bir kadın tasarlarken yakalıyorum kendimi; ikimizin görebileceği bir göz lazım diyorum. Bütün bunları bana düşündürten ömrümün yüzü. Ömrüm, sırtımda bir kambur. İri burnumun yüzümde sırıtması gibi, bir çeşit yük. Öylesine duruyor zamanın bir yerinde. Mutluluğu bekliyor yüzüm.
Yüzdeki ifade mutluluğu yansıtan en iyi araç. Sanırım mutluluk hayallerin hakikat kılınması çabasından başka bir şey değil. Ama o yaşanan değil, daha çok hatırlanan bir şey; yaşanmış bir anın hatırlanması… Yani geçmişte kalan bir şey. Mutluluğu ben de bulsam, hiç tereddüt etmeden çiçekli bir şal gibi örtmek isterim üstüme. İçinde bulunduğum anın yaşadığım tüm günleri silmesini isterim. O eski kokan saatleri, kimsenin dokunmak durumunda kalmadığı kapı tokmağını, çocukluğumu ve dahi kimsenin bir şey asmadığı aklımı.
İyi ve hoş vakitler arıyorum. Yüzüme tebessüm yapıştırıp bir gülümsemeyi yön olarak alıyorum. Anlaşılmış olmalı ki, bir yüze taşınmak istiyorum; o yüzden dünyaya yönelmek. Bunlar çocukluğumdan beri bilmediğim şeyler. Bana öğretilmedi, el yordamıyla bulduğum sözler. Oysa ben, bana ait sözler söylemek istiyorum… Bu sözler benim diye inleyerek.
İnancım o ki, gülen bir yüze İstanbul’un her yanından gidilir. Ben neden, niçin, nasıl gidemiyordum. Etrafımdan hayatını zor kazanmış insanlar geçiyor; yüzlerinden belli. Hayatını yüzüyle kazanmış kadınlar var diğer tarafta; yüzlerinden belli.
Yüzün bana açılan yönünün dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Ayna gibi kendimi orada görüyorum ve tanıyorum. Yüzün her iki yanında hayata dikey çıkan yaşlıların durgun oturan yanlarını görünce utanıyorum. Zira yüzün bu biçimi, Ay’ın o donuk yüzü gibi çekimsiz ve gülümsemeye elverişsiz. Tüm yaşlılar, sadece yüzleri itibarıyla bile, parayı vermişler ama düdüğü çalmamışlar gibi duruyor. O yaşa geldiğimde benim yüzüm de, tıpkı öyle her şeyi eline yüzüne bulaştıranların yurdu gibi mi duracak?
Biliyorum gün gelecek, yaşlılığım Marmara’nın beyaz dalgaları gibi yüzüme vuracak. (Başka deniz bilmediğim için Marmara dedim.) Ah nerede o, sevdiğimin yüzünde güzel gezintilere çıktığım günler diyeceğim. (Demeye başladım bile.) O, çiçeklerin çeşidinin gün be gün arttığı mah cemal… Doğada çiçeklerin çeşidi ilkbaharda artar; ama insanların yüzünde her mevsim artar. Böyle bir tabiatı vardır insan soyunun.
Tabii işler yolunda gitmediğinde ya da zamanın etkisine tabi kalındığında, artık gemilerin o limandan kalkmadığı hatta yakıldığı bile bilinir. Sonra yeni yüzlerle tanışılır; yeni bir ülkeyle tanışır gibi. Belki oralarda, yüzlerinde zenginlik taşıyan insanlar vardır. O büyük yapıların altındaki mağazalar gibi çekicidirler (tabii yoksul yüzler de vardır, onları sonra yazalım).
Ama kim ne derse desin, yüz, insanın yaşamının özeti gibi sergiler kendini. Keza her yaşta göz, yüzün her iki yanında fakir babası gibi arz-ı endam eyler.
Yüz, bir zamanın devrimcisi, şimdiki/yaşlılık vaktinin karşı-devrimcisi olarak, tatlı hayatın ilk kurbanıdır aslında. Bu durumdaki yüzler “bir an önce otobüs kalksa da tez elden gitsek son durağa” der gibidir. Tıpkı akşam güneşinin günün tüm yorgunluğunu sergilemesi gibi, yüz de tüm ömrün yorgunluğunu yansıtır.
Her biri kendine göre kahraman bu kadar yüzü tanımasam ne kaybederdim? Düşlerimin, deniz dalgası gibi hiç bir yüze vurmadığı bir toplumda yaşamın anlamı neydi ki?
Şimdi ne güzel yüzler vardır bir yerlerde. Mutlu. Ne güzel şarkıların söylendiği, ne uzak zamanların, ne çok topraklarında, ne geniş caddelerin, ne geniş boylarında, ne büyük beyaz yapıların, ne hoş odalarında, ne mutlu, ne taze, ne sıcak yüzler vardır kim bilir.
Diğer tarafta, bir sıkışta yüzlerce insanı öldüren yeni moda silahlar gibi, bir bakışta insanı kalbinin tam ortasından vuracak kadar güçlü yüzler vardır. Onlara, ne iğde bahçelerinin kokusu, ne mor sümbüller, ne mavi deniz ve parlayan altın sarısı kumsal çare…
Bu düşünceler içinde irkilerek kendime gelmeye çalıştım. Türlü kokular içinde kadınlar geçiyordu yanımdan. Hepsinin yüzünde “erkekleri sevip bitirdim” ifadesi vardı. Onlara ulaşamadığım için bana mı öyle geliyordu bilmiyorum. Ama her şeyin zamanı var diyen bir kültürün içinden geliyordum. Ondan mı eskitmiştim yüzümü bu kadar. Ondan mı, hayatın karlı, yağmurlu, fırtınalı, güneşli iklimine karşı dirençsizdi yüzüm.
Çevreme bakıyorum, giderek birbirine gizleniyor yüz çizgileri; gizlendikçe de derinleşiyorlar. Madem öyle, artık her şeyin bir zamanı yok diyorum. Belki hiç gelmeyecek o zamana yatırım akıl kârı değil…
Ölüm hastalığını düşündükçe derinlerime gömülüyorum alabildiğine. Aynaya bakıyorum, gözlerimin çukurunda öylece duruşu şaşırtıyor beni. Sonra bir kadın tasarlarken yakalıyorum kendimi; ikimizin görebileceği bir göz lazım diyorum. Bütün bunları bana düşündürten ömrümün yüzü. Ömrüm, sırtımda bir kambur. İri burnumun yüzümde sırıtması gibi, bir çeşit yük. Öylesine duruyor zamanın bir yerinde. Mutluluğu bekliyor yüzüm.
Nihayetinde mutlu, mutsuz; genç, yaşlı yüzler sanki ayrı dünyalara aitmiş gibi.
Yüzler var ölümü bekliyor; yüzler var bir kadına sarılır gibi…
- Sol Siyasal Düşüncenin Modernizm Yanılgısı Ya Da Yeni Paradigma - 26 Aralık 2025
- Yüzler Var Ölümü Bekliyor; Yüzler Var Bir Kadına Sarılır Gibi - 6 Aralık 2025
- Barış Eğitimi - 23 Kasım 2025
















